Bütün dünya korona virüsü ile mücadelede aşılamayı önemserken, bazı ülkeler aşı için vatandaşlarından para talebinde bulunmaktadır.
Prof. Dr. Ali Seyyar
Bütün dünya korona virüsü ile mücadelede aşılamayı önemserken, bazı ülkeler aşı için vatandaşlarından para talebinde bulunmaktadır. Mesela Mısır Cumhurbaşkanı Sisi de ücretsiz aşılamaya karşı çıkmaktadır. Pandeminin maliyetlerini halkına ve özellikle yoksul kesime yüklemek, aslında Mısır’ın sadece sağlık değil ekonomi politikalarının da bir parçasıdır.
Mısır devleti, 47 Mısır Lirasına temin ettiği tek doz Astra Zeneca aşısını iki doz olarak kendi halkına 100 ile 200 Mısır Lirası (takribî olarak 5 ile 10 AVRO) arasında satma plânı yapmaktadır. Bu arada bu aşı, halkın belirli özel kesimlerine ücretsiz olarak da verilmektedir. Bunların başında hekimler ve sağlık personeli (445 bin kişi) ile devletin uhdesinde olan sosyal destek programı üyeleri (15 milyon kişi) gelmektedir. 103 milyondan oluşan diğer nüfus ise bu aşıyı satın almak mecburiyetindedir.
Mısır halkının yaklaşık olarak % 30’u yoksulluk içinde yaşamaktadır. Yani 31 milyon yoksul insan, aşı olmak için ücret ödemek mecburiyetinde kalacaktır. Mısır’da ayda 735 (40 AVRO) Mısır Lirasından daha az gelire sahip olanlar yoksul olarak sayılmaktadır. 100 Mısır Lirasına satılması düşünülen bu aşı, birçok yoksul için ağır bir külfet teşkil edecektir. Çünkü iki aşıyı para ile aldıklarında gelirlerinin % 27’sini kaybetmiş olacaklardır. Bu yüzden maddî sıkıntılardan dolayı aşı olamayan yoksul kesimler arasında pandemi kaynaklı ölüm sayıları da artmış olacaktır.
Peki, Mısır devleti, neden sosyal duyarlı bir sağlık politikası kapsamında aşılama stratejisi geliştirememektedir? Bunun sebebi, güttüğü ekonomi politikalarıyla yakından ilgilidir. Dış ülkelere hayli yüksek miktarda borcu olan Mısır devleti, verimliliği düşük mega projelerinin finansmanında orta ve alt gelir gruplarının cebine göz dikmektedir. Toplam vergi gelirleri, hem pandemi ile mücadele etmekte, hem de devlet eliyle yürütülen altyapı projelerini finanse etmekte yeterli gelmemektedir. Yabancı sermayeye mahkûm olan Mısır’ın orduya dayalı devlet kapitalizmi uygulamalarından dolayı özel sektörün gücü zayıf olduğu için vergi ödeme kapasitesi de düşüktür.
Dolayısıyla aşılama programları için halkın genelinden para istemek, gelir elde etmekten ziyade sağlık giderlerinin en azından bir kısmını karşılamak için düşünülen bir girişimdir. Tam da ekonomik krizin derin sosyal yaralar açtığı bu pandemi dönemde özellikle yoksul halktan daha çok fedakârlık istemek, sosyal ve ekonomik politikaların nasıl yetersiz olduğunu gösteren bir durumdur.
Pandemiden dolayı ekonomik büyüme gittikçe azalmaktadır. Normalde nüfusu artan gelişmekte olan bir ülkede ekonomik büyüme yılda en azından % 6 olmalıdır. Mısır’da 2019 yılında ekonomik büyüme % 5,6 iken bu oran, 2020’de % 3,5’e düşmüştür. Bu oranın 2021’de % 2,3 olacağı düşünülmektedir. Bu ekonomik gerileme kamu finansman sorununu daha da büyütecek ve borçlanmayı da artıracaktır. 2020-2021 malî yılı için borç oranı GSMH’ye göre tahmin edildiğinin (% 90) üzerinde % 96 düzeyinde olacaktır.
Sadece dış borçların ve faizin ödenmesi için Mısır, her yıl ortalama olarak 20 Milyar Dolara ihtiyaç duymaktadır. Yılda beklenen kamu gelirleri, yaklaşık olarak 90 Milyar Dolardır (1.398 Triyon Mısır Lirası). Bir başka ifadeyle kamu gelirlerinin ortalama olarak % 22’si dış borca gitmektedir. Üstelik bu oranın içinde iç borçlar yer almamaktadır. Toplam borçların içinde dış borçların payı, üçte birdir. Milli Gelir içindeki iç borcunun oranı % 67 civarındadır. Bunun karşılığında Milli Gelir içindeki vergi gelirlerinin oranı % 14’tür. Halbuki bu oran, Mısır’a komşu ülkeler olan Fas ve Tunus’da % 30 dolaylarındadır.
Hâl böyle olunca Mısır, borçlarını ödemek ve kamu giderlerini karşılamak için, her yıl yeniden borçlanmak mecburiyetindedir. Ne var ki kamu giderleri içinde yoksullara dönük sosyal harcamalar da gittikçe azalmaktadır. Bu da ülkede yeni sosyo-ekonomik krizlere yol açmaktadır. Halbuki hükümet, orduya bağlı kamu iktisadî teşebbüslerine vergi muafiyeti gibi bazı malî imtiyazlar tanımamış olsa vergi gelirlerinde bir artış sağlanabilirdi. Ne var ki rejimin ekonomisi, devlete ve orduya bağlı büyük şirketlere her türlü kolaylık sağlamaya ve malî külfetleri KOBİ’lere yüklemeye dayanmaktadır.
Die Mega-Infrastrukturprojekte dienen den Eliten als Vehikel dazu, sich öffentliche Gelder anzueignen – so zweigen sie Ressourcen ab, die dringend zur Linderung der Missstände benötigt würden. Inmitten dieser Pandemie investiert das Regime weiter in große Infrastrukturprojekte, was in Verbindung mit der ohnehin geschwächten wirtschaftlichen Entwicklung die Krise noch verschärft.
Hükümet, pandemi ile mücadelede yeni finans kaynaklarına sahip olabilmek için, Temmuz 2020 yılından beri bir yıl geçerli olmak üzere memurların maaşlarından % 1 ve emeklilerin maaşlarından ise % 0,5 oranında vergi almaktadır. Ne var ki yoksul kesimden bile aşı ücreti talep edildiğinde göre elde edilen bu gelirin önemli bir kesimi, sağlık harcamalarından ziyade mega projelerin bir kısmını finanse etmek için kullanılacağı açıktır.
Örneğin çölün ortasına yeni ve görkemli bir başkent inşa edilmektedir. Parlamento, bakanlıklar, havaalanı, spor tesisleri, millî parklar, opera binası ve 20 gökdelenden oluşacak olan başkent için 58 Milyar Dolardan daha çok para harcanacaktır. Diğer taraftan Kızıldeniz’den Akdeniz’e gidecek olan maliyeti 23 Milyar Dolar olan hızlı tren hattı da bu başkentten geçecektir. Alman Siemens firması ile ilgili sözleşme Ocak 2021’de imzalanmıştır. Bu projelerin iç kaynaklarla hayata geçirilmesi mümkün olamayacağı için, Sisi rejimi yeni krediler almak zorundadır.
Kısacası, yeni kaynaklar, Mısır halkının sağlığından ziyade gösterişli yatırımlara aktarılmaktadır. Otoriter rejimlerin özelliklerinden birisi de sosyal hukuk devleti olmadıkları ve siyaseten muhalefete izin vermedikleri için, halka hesap verme gibi yükümlülükleri ve sorumlulukları olmamasıdır. Halkı daha da yoksullaştırtan ekonomi politikalarını ısrarla yürüten böyle anti-demokratik ülkelerde sosyal patlamaların olması kaçınılmazdır. Ancak rejimden beslenen ordu, bu tarz sosyal protestoları ne pahasını olursa olsun bastırmada bir beis görmemektedir. Despotik rejimleri ayakta tutan halktan ziyade refah içinde yüzen yüksek rütbeli askerler ve kamu adına iş yapan zengin yatırımcılardır. Bu şartlar altında yoksul Müslüman halkların sosyal refaha kavuşmaları hayli zor görünmektedir.