Siyasi sistemler, kendi kültür ve değer sistemleriyle bir yapı ve özellik kazanırlar. Demokratik siyasi sistem de, kendi şartlarına göre bazı kavram ve yapılar hazırlamış ve günümüzün siyasi kültürünü de bu şekilde biçimlendirmişlerdir. Uzun zamandır demokratik olma, bir meziyet gibi kabul edilmiş ve demokrasi bir “değer” gibi empoze edilmiştir. Halbuki, o da diğer siyasi modeller gibi, bir yönetim şeklidir.
Türkiye’de de batılı sistem özelliği geçmiş iktidarlarca belirlenmesi sebebiyle, değerler sistemimiz içinde bulunmayan “demokrasi”, yeni ve ithal bir değer ve anlayış olarak müslüman siyasi hareketler tarafından mecburen benimsenmiş veya benimsenmek zorunda kalınmıştır. Demokrasi’nin halk idaresi gibi teorik bir karşılığının olması, onun “tereddütsüz benimsenmesi” ne yol açmakta ve kolayca kabullenilmesini ve dolayısıyla onun üzerine birçok önemli değer ve misyonların yüklenmesine yol açmaktadır. Fakat demokrasi, tarihi süreç içerisinde birçok ilim ve fikir adamının da belirtilmesiyle “demogoji”ye dönüşerek, siyasi görüşlerin sözlü mücadelesine yol açmakta ve asıl olan birçok kavramın yozlaşmasına da vesile olmaktadır.
Bunun sebebi, hiçbir fikir, din veya siyasi sistemin, “insan’dan bağımsız” olmadığı gerçeğinin dikkate alınmaması ve fikir ve ideolojilere çok büyük sorumluluk ve anlam yüklemesiyle asıl gerçeğin farkedilememesidir.Bu gerçek de, insanın niteliği, ahlakı ve iyi niyeti ile herşeyin doğru istikamete yönelebilme imkanına sahip olmasıdır.Eksiksiz, adil ve insani olan ilahi dinlerin bile, insanın ihtirası, bencilliği ve sapkınlığı ile bozulduğunu ve fonksiyonlarını yerine getiremediğini biliyoruz.
Demokrasi, tarihi süreç içerisinde zaman zaman kesintiye uğradığı gibi, farklı mana ve felsefelere de sahip olmuştur.Ferdi hürriyeti sınırlayan Sosyalist rejimler bile, demokrasiye sahip çıkarak, “sosyal demokrasi” kavramına; liberal görüşler ise, “katılımcı demokrasi”, “liberal demokrasi” gibi terimler ekleyerek demokrasinin farklı özellikler taşımasına yol açmışlardır. Böylece, her düşünce ve sistem; demokrasiye yeni anlamlar yüklemiştir.
Halk idaresi denilen demokrasi, bugün siyasi partiler sistemi ile, halkın etkinliğini sembolik düzeye indirmiş ve bu iradeyi, etkisiz ve gecikmiş şekliyle uygulama noktasına getirmiştir. Toplum, bir yanlışı ancak 4-5 sene sonra düzeltebilme imkanına sahip olmaktadır. Ayrıca; medya ve propoganda gücüne sahip olan siyasi partiler, kendilerini değerlendirebilecek kitleleri, rahatlıkla etkileri altına alabilmekte ve güçlü bir eleştirel sistemi tesirsiz hale getirebilmektedirler. Bu haliyle de halk, demokratik sistemde; demokratik olmayan uygulama ve ayak oyunlarıyla karşı karşıya kalmaktadır.
Demokrasinin bu tür etkisizleşmesine, sivil itaatsizlik kavramı ile karşı çıkılmasını tavsiye eden batılı araştırmacı ve fikir adamları, herhangi bir fiili güç ve kaos çıkarmadan halkın iradesinin yönetimlere ve onların yanlış icraatlarına karşı etkili bir güç olabileceğini düşünmekte ve demokrasiyi fonksiyonel hale getirmeye çalışmaktadırlar.
Batı’da “sivil itaatsizlik” hareketinin sosyolojik ve tarihi şartları hazır olmasına rağmen, yine de toplumun organizeli hareketleri oldukça sınırlı olmaktadır.Ancak, çok ciddi suistimaller ve düzensizlikler olduğu zaman, bu tür bir tepki gücü ortaya çıkmaktadır.
Müslüman bir inanç ve geleneğe sahip Türkiye gibi ülkelerde ise, Sivil itaatsizliğin sosyolojik alt yapısı bulunmamaktadır.Halk, islam tarihi boyuncu büyük ölçüde adaletli ve inanç sahibi yöneticiler tarafından yönetilmesi sebebiyle, devleti bir rakip veya batı’da olduğu gibi “düşman” gibi görmemekte ve ona karşı kendini konumlandırmamaktadır.
Her demokratik sistemde olduğu gibi; hatalar, suistimaller, toplumun beklentileri ve isteklerine karşı meydana gelen icraatlarını “sivil itaatsizlik” sistemi yerine, “siyasi sorumluluğu paylaşma”kültürünün geliştirilmesinin daha uygun olacağını düşünüyorum. Çünkü, siyasetin sadece kendi bilgi, bulgu ve tercihlerine göre bazı politikalar üretmesi; toplumun ister istemez dışlanması manasına gelmektedir.Dolayısıyla, toplumun ilim ve düşünce adamlarının tespit ve değerlendirmelerinin siyaset tarafından dikkate alınmaması, toplumda demokratik hakların, sadece siyaset ve idare kavramına verilmesi demek oluyorki,bu durumun çok yönlü problemlere ve yönetim-toplum arasındaki sağlıklı bağların kopmasına yol açabilme potansiyeli vardır.
Türkiye’de Cumhuriyetle birlikte demokratikleşme sistemi, toplumun rol ve etkinliğini büyük ölçüde kaybetmesine yol açmış, birçok alanda devletçi mantık tek başına sisteme şekil veriştir. Dolayısıyla, siyasi veya sosyal sistemlere ait kavramların, mucizeler meydana getirmediğini ve bunların dillendirilmesiyle meselelerin halledilmediğini bilmemiz gerekiyor. Türkiye’de siyasi sistemin başarısı, hükümetlerin toplumla kaynaşması, toplumun nabzını tutması ve onunla “sorumlulukları paylaşması” ile mümkün olabileceği bilinmelidir.
Aksi halde, siyaset kendini halktan soyutlayarak kendi başına bir “sosyal mühendislik” yapmaya çalışır ki, bunun sonunu kitlesel bir fiili itaatsizliğe dönüşebilir.Bunun da, ciddi bir felaket olduğunu bilmek gerekiyor.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi