Siyaset, bir yönetim anlayışı ve felsefesidir. Bir diğer ifadeyle, toplumun çeşitli problemlerini gidermek, çözümler getirmek için bir strateji ortaya koyma mesleğidir. Bu haliyle, tek bir akıl ve meslekle değil, çok yönlü bilgi ve tecrübe ile gerçekleştirilmesi gereken bir yönetim tarzıdır.
Siyaset ne bir ahlak, ne de bir inançtır. Yani, insanların hayatlarını düzenleyecekleri bir değer veya kurallar sistemi değildir. Kısaca siyaset, birçok faktörün bir arada nasıl yönetileceğini ve gerçekleştirileceğini tasarlama sanatıdır. Bu sanat, toplum ve ilim adamlarının varlığı ile yürüdüğü zaman, ancak hedefine ulaşabilir. Aksi halde, bir “saltanat” haline kolayca gelebilir.
İslam devlet anlayışı, siyaseti devlet ile özdeşleştirmiştir. Devlet, topluma hizmet eden ve hatta onu çeşitli eksiklik ve tehlikelerden koruyan kutsal bir görevdir. Batı düşüncesinde devlet her ne kadar önemli görülse de, siyaset; devleti kendi kontrolüne alan ve böylece kendine bir meşruiyet sağlayan bir yönetim anlayışıdır. Bir manada siyaset; devletin gücünü, belli siyasi partilere vererek, böylelikle onların toplum nezdinde değerini arttırmıştır.
Tarih boyunca siyaset, değer ve sorumluluklardan uzaklaşan kişi ve iktidarların elinde kalmış. Bir zulüm ve baskı mekanizması haline gelmiştir. Krallıklar, İmparatorluklar ve Seçkin sınıflar, siyaseti kendilerine has kılmışlardır. Toplumları bir manada kontrol altına almış; bazan da onları köleleştirmiş; ellerindeki malları ve toprakları almışlardır. Bunların yanısıra , ailenin gençlerini ve çocuklarını alarak, kendilerine bağlı “bağlılar”lar oluşturmuşlardır. Bu durum, devleti yönetenlerin, kendilerini sürekli kılmak için kullandığı, bütünüyle hak ve hukuk dışı yollardan bazılarıdır.
Modern dönem, Batı’nın kurallarını koyduğu, büyük ölçüde menfaat ve grup hakimiyetine dayanan iktidar şeklidir. Özellikle siyasi partiler, batı’da menfaat gruplarının aracı olarak ortaya çıkmışlardır. Ve hiçbir zaman toplumun tümünü temsil edememişlerdir. Halbuki devlet, herkesi koruyan ve hakkını vermeye çalışan en yüce bir otoritedir. Kişi ve grupların üzerindedir.
İslam toplumlarında devlet, herkesin devletidir ve her vatandaş bu devletin tebasıdır ve hak sahibidir. Devlet başkanı, ahlak ve hukuk ile kendi varlığını kabul ettiren bir kimse olmakla birlikte, “şura” denilen ilim ve fazilet sahibi insanların kontrolü altındadır. Uygulamada, çeşitli eksiklik ve aksaklıklar olsa da, sistem; kendi içinde sağlıklı bir yapıya sahiptir.
Günümüz Müslüman toplumları, büyük ölçüde gerek batı demokrasisi ve gerekse saltanat sistemi içerisinde, batı siyasi sistemine adapte olmuştur. Ve büyük ölçüde “liderlere bağlı” bir siyasi otorite altında hareket etmek zorunda kalmştır. Bu durum, batıcı elitlerin yönetime gelmesiyle başlamışsa da, muhafazakar liderler de bu sistemi benimsemişlerdir.
Bilgi ve fikir bakımından temel kaynaklara sahip olmayan bu yarı batıcı-yarı geleneksel anlayış, kendi muhafazakar varlığını söylemler içinde en keskin bir şekilde ortaya koyarken, batılı siyasi sisteme alternatif herhangi bir köklü değişime de yönelmemektedir.
Bu durum, sistemi analiz etme bilgi ve alt yapısına sahip olmayan kitleleri; siyasetin kurtarıcı bir değer halinde kabulüne yol açmaktadır. Bu yanılma; gerçek ahlaki ve kültürel siyaseti ortaya koyan kesimleri ve hareketleri, “oyun bozucu” şekilde kabul edilmesine sebep olmaktadır. Bu durum, kitlelerin kendi siyasi görüşlerini neredeyse kutsal bir hale getirmesine yol açmaktadır. Ve artık, ahlaki ve kültürel değerler yerine, batıcı-gelenekçi siyasi anlayışın kutsallaşmasına kadar götürmektedir. İslam toplumlarına has bir çelişkiyi içinde barındıran, kaotik durumun ortadan kalkması, bu olayı kavrayan herkesin görevi olmalı ve gerçek siyasi sistemin yolu açılmalıdır.
Prof. Dr. Sami Şener
YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ
MİRATHABER.COM – YOUTUBE
Güzel bir değerlendirme. Elinize, yüreğinize sağlık.