Günümüzde devlet, dün olduğu gibi bugün de önemini ve ağırlığını koruyan bir kavram. Fakat, devlet kavramı; acaba gereği gibi anlaşılabiliyor mu? Bu makalede, devlet ve siyaset münasebetini ve halkın devlet kavramıyla nasıl bir sorumluluk taşıdığını düşünmesini hedeflemekteyim.
Devlet, nasıl bir güçtür ve ne için vardır:
Devlet, bir toplumun kendi hayat felsefesi ve ideallerinin somut bir muhatabıdır. Devlet; halkın, kendini sorumlu görerek, kültür ve değerlerini bir otorite etrafında, ideal bir şekilde ortaya koymasıyla meydana gelen manevi bir güçtür. Devlet, halkın düşünce, duygu ve gelecek hayatını düzenleyecek birçok vazife ve sorumluluğu sistemli bir şekilde gerçekleştirmesi gereken toplumsal bir değer ölçüsüdür.
Gazali, devlet ve din ikiz kardeş gibidir, der. Bu haliyle devlet, toplumsal hak ve ideallerin temsil edildiği fikir ve değerlerin kaynağı olarak ortaya çıkar. Bu yüzden, devlet felsefesi; bir toplumun varlık sebebidir.
Toplum, iktidarı ve yöneticilerini, bu gaye ve hedefleri elde etmek için seçer ve onların faaliyet ve programlarını bu çerçevede değerlendirir ve ona göre, yönetime güç verir veya görevlerini yapamadığı için desteğini çeker. İslam, adalet ve sosyal sorumluluklarını yerine getirmeyen devlet başkanına itaat edilmemesini söyler. İslam siyasi düşüncesinde Maverdi ve Nizamı mülk’ün İslam siyaseti ile ilgili eserlerinde adalet, halka hizmet ve iyi muamele kavramlarını, devletin en önemli görevleri olarak açıklar.
Devletin görevleri ve Sultan’a yönelik ikazlar:
İslam siyasi yapısında, Hukuk; en büyük otoritedir. Dolayısıyla din, belirleyici bir kurallar topluluğudur. İlim adamı; dini ve hukuku bünyesinde taşıyarak, devlet adamlarına yönelik bir “ikaz müessesesi” olarak görev yapmak zorundadır. Çünkü iktidar; çoğu zaman yöneticiyi temel hedeflerinden uzaklaştırıp, şahsi istek ve arzularına göre harekete yöneltir.
Bu yüzden, ilim ve hukuk alanındaki uzman ve ahlak sahipleri; hem devlet mekanizmasında ve hem de, çalışmaları ile siyaseti asıl hedeflerinde tutmaya çalışmışlardır. Fakat, ilim adamlarının maddi ve dünyevi ihtiras beklentileri ön plana çıkınca, yöneticilerin de kendi isteklerine göre devleti yönetmeye başladıklarına şahit olunmuştur.
Burada, özellikle Nasihatname ve Siyasetname gibi eserler ile; öncelikle, devlet adamlarının devlete ve halka karşı nasıl davranmaları gerektiği ile ilgili yön verici ve ikaz edici çalışmaların devlet anlayışımıza has bir gelenek oluşturduğunu bilmemiz gerekiyor.
Bu durum, zaman zaman; yöneticilerin riayetsizliğine muhatap olmuşsa da, uzun bir dönem, İslami yönetimlerde önemli bir müessese olarak varlığını ve etkisini devam ettirmiştir.
Günümüz sistemlerinde, halkın sorumluluğu:
Her ne kadar, İslami yönetimlerde halkın; devleti, felsefesi ve ideallerine göre denetlemeleri olmuşsa da, daha çok sistem içi destek ve ikaz müesseseleri, Şeyhülislam, Kadıasker veya diğer İlim adamları tarafından bu görev, daha güçlü bir şekilde hissedilmiştir.
Günümüzde halkın yönetim şekli olan Demokrasilerde, bu ikaz ve denetim müessesesinin, her türlü ahlak ve kültür desteğinden yoksun bir şekilde, sivil toplum kuruluşları veya sendikalar tarafından kullanılabileceği ifade edilmektedir.
Devlet felsefesinin; dini, ahlaki ve kültürel bir değer anlayışından uzaklaştırılmasıyla halk kitleleri, iktidarları nasıl ve neye göre değerlendireceklerdir? Bu konu, oldukça belirsizdir.
Günümüzün batı siyasi sistemleri model alınarak oluşturulan siyasi sistemler, hiçbir dini ve kültürel değeri kendi yapı ve sistemlerine uygun görmemektedirler. Böyle olunca da, halk ve iktidar münasebetleri; sadece güç ve etkinlik noktasında bir denge durumuna kavuşabilmektedir. Bu organizasyonlar da, toplum tarafından maddi ve organizasyon yönüyle desteklenmeyince, siyaset; herşeyi kendi isteği ve insiyatifi doğrultusunda yapmak gibi bir durumla karşı karşıya kalmaktadır. Konuya, gelecek yazımda devam edeceğim.
Prof.Dr.Sami Şener