Ülkemiz siyasetinin birçok meselesi olmakla beraber, bunların en öne çıkanlarından birisi de “siyasetin finansmanı” meseledir. Ülkemiz siyaseti siyasi partiler vasıtasıyla şekillenmektedir. Siyasi yelpazemizde farklı renklerde gibi görünen çok sayıda siyasi parti bulunmakladır. Finansman usulleri bakımından değerlendirdiğimizde ise, partilerin, birbirlerinden pek de farklı olmadığını görürüz.
Temel bir kabul olarak, siyasi partilerin her birinin millete hizmet için teşekkül ettiklerini ve beherinin kendi fikirleri zaviyesinden milletin meselelerine çözüm tekliflerinde bulunduklarını, yetki verilince de dünya görüşleri istikametinde millete hizmet etme gayretinde olduklarını kabul ederiz.
Peki, vakıa bu temel kabule ne kadar uygundur? Cumhuriyetin bidayetinden bugüne kadar siyasi serencamımızı göz önüne aldığımızda, ülkemizin sürekli aynı aks üzerinde- bazen duraksamalar olsa da- ilerlediğini görmekteyiz. Bu aks, ülkemizin adım adım muasır Batıya eklemlenmesi doğrultusunda kurgulanmıştır. Değişen iktidarlar aksımızı/yönümüzü değiştirmemiştir.
1950 yılına kadar siyaset devletin partisi/tek parti eliyle yürütüldüğü için bir gönüllülük ve finansman meselesi üzerinde durmamızın anlamı yoktur. 1950 itibariyle çok partili hayata geçtiğimiz için, ülke sathında hareketlenen siyasi faaliyetlerden ve o faaliyetlerin finansmanı meselesinden söz edebiliriz.
Türkiye’nin çok partili siyasi hayatında teşekkül eden siyasi hareketlere baktığımızda, genel olarak siyasi partilerin paraya malik olanlarla yakın temaslarını, hareket içerisinde yer edinme ve terfi konusunda para ilişkilerinin belirleyici olduğunu çok rahatlıkla görebiliyoruz. Elbette para dışında da belirleyici olan güç/nüfuz odakları vardır. Ancak nasıl ki ülkenin istikametini uluslararası kapitalizm (1980 sonrası şekliyle de finans kapitalizmi) belirlemiş ise, siyasi hareketlerin şekillenmesinde de paranın mühim tesirleri olmuştur.
Aslında bu finansman mevzuu millet, siyasi partiler ve milletin/ülkenin deruhte edilmesi gereken hizmetleri üçgeninde tam bir açmazı meydana çıkarmaktadır. Şöyle ki: Millet siyasi partilerden hem kendisinin hem ülkenin umurunu hâl yoluna koymasını beklemektedir. Ancak siyasi partiler, kendi varlıklarını sürdürmeleri için gerekli mali imkânları sağlayanlarla milletin maslahatının çatıştığı yerde milleti geri plana atmaktadırlar. Zira medya/iletişim/algı çağında, günü geldiğinde milleti ikna edecek algıyı yine mali kaynakları sayesinde kurgulayabileceklerdir.
Siyasi partiler belirli bir oy oranını elde etmek, ya da belirli sayıda vekil sayısına sahip olmak kaydıyla Hazine tarafından desteklenmektedir. Bu durum yeni kurulan partiler bakımından, daha yolun başında, büyük bir engelle yüz yüze kalmak anlamına gelmektedir.
Zaten siyasi partilere yapılan hazine yardımlarının, partilerin genel merkezleri dışına çıktığı pek söylenemez. Hazine yardımı alsalar da almasalar da partilerin taşra teşkilatları kendi göbeklerini kendileri kesmek durumundadırlar.
Parti teşkilatlarının çalışmalarının finanse edilmesi hususunda Merhum Erbakan’ın diğer siyasi liderlerden farklı bir gayret içinde olduğunu görmekteydik. Üyeliği çok önemser ve her üyenin mutlaka aidat vermesi gereği üzerinde ısrarla dururdu. Ancak kendi partisinde siyaset yapanların dahi onun bu husustaki ısrarının sebebini yeterince kavrayamadığını söyleyebiliriz.
Siyasi partiler kanununda üyelerin aidat vermesi ile ilgili hüküm vardır. Fakat fiiliyatta böyle bir uygulama yoktur. Milletimiz, mensubu/taraftarı oldukları siyasi partileri küçük katkılarıyla finanse etmeye hiçbir şekilde sıcak bakmamaktadır. Dolayısıyla siyasi partiler, çok kişiden alınan az paralarla ihtiyaçlarını karşılamak yerine, az kişiden çok para almayı daha iyi bir yöntem olarak telakki etmektedirler. Ancak çok para veren az kimseler siyasi partilerin kendi çıkarlarını korumasını, onlara yeni çıkarlar temin etmesini beklemektedirler.
Genel olarak siyasi partilere baktığımızda, siyasetçi olarak mali gücü ve nüfuzu olanlar öne çıkmaktadır. Ya da öne çıkarılanlar nüfuz ve para gücüne sahip olanlardır. Böyle olduğu için de siyasi partilerin milletten aldıkları emanetin tasarrufu esnasındaki görünümleri, kamu imkânlarını kudretlilere transfer eden bir terfi merkezi şeklindedir.
Millet çoğunluğu ise, küçük katkılarla taşın altına elini koyup ondan alacakları cesaretle siyasi partiler üzerinde muhakeme ve murakabeye girişmek suretiyle elde edecekleri büyük yararı görmemektedir. Şu halde siyasi partiler üzerinde murakabe imkânına sahip olanlar yerel, ulusal ve küresel baskı ve menfaat odaklarıdır. Millet nasıl olsa her türlü mazeretle ve algı yöntemleri ile ikna edilebilir. Ancak güç odaklarını ikna etmek, ancak onlara menfaat teminiyle mümkün olmaktadır. Aksi halde hemen makas değiştirirler.
Bir beldede, ilçede, ilde herhangi bir siyasi partinin belediye yönetiminde olduğunu düşünün. O siyasi parti için çalışmaların en kolay finansman yöntemi belediye kaynaklarıdır. Belediye yönetimleri için teşkilatları finanse etmek, kendilerini murakabeye/denetime yeltenebilecek kadroyu bertaraf etmek bakımından bulunmaz bir fırsattır. Siz bunu aşağıdan başlayıp yukarıya doğru teşmil edebilirsiniz.
Sözün hülasası şudur ki: Siyasetin finansmanını kesinlikle millet yapmalı ve millet de finansmanını sağladığı siyasi partileri sîgaya çekmelidir. Esasında siyasetin kemiyet/algı üzerinden değil de keyfiyet üzerinden yapılması halinde çok fazla mali kaynağa da ihtiyaç olmayacaktır. Aksi takdirde siyaset kurumunun ağırlıklı olarak millete hizmet etmesi neredeyse imkânsızdır. Siyaseti parası olanlar finanse ederse, siyaset, milletin hasadını parası olanların ambarına taşır.
Konumuza bir misal olması bakımından yakın geçmişte gündeme gelen “EYT”(Emeklilikte Yaşa Takılanlar) meselesinde takınılan tavır önemlidir. İktidar, yoğun talepler karşısında düşündü taşındı, milletin geniş ve yoksul bir kesimini ilgilendiren bu hususta en yetkili ağızdan “Siyasi hayatımıza da mâlolsa bu düzenlemeyi yapmayacağız!” denildi. Oysa faiz lobisinin baskıları neticesinde faizler 2018’de %7,25’ten % 22,5’e, geçtiğimiz yıl da kademeli olarak %6,75’ten % 17’ye çıkartıldı. Yani “finansmanın siyaseti” belirleyici oldu.
Ne demişti merhum Nasrettin Hocamız: Parayı veren düdüğü çalar!
Vesselâm