Prof. Dr. Ali Seyyar
Toplum olarak bir ruh ve fikir sarsıntısı içindeyiz. Sarsıntı, hemen her alana sirayet etti. Temel kavramların hemen hepsinde bocalıyoruz. Temel kavramları esas alarak, bunların üzerine kurulacak üst kavramsal örgülerle dahî uğraşamıyoruz. Bizim yarı aydınlarımız, Batı’yı dahî yanlış veya eksik algılamış. Neymiş efendim; Kant’ın “herkesin kendi aklıyla düşünmesi” sözü, aydınlanmanın tarifiymiş. İyi de ötesini niye açıklamıyorsunuz? Hür aklı, ahlâkî iradeye bağlayan ve nefsanî zaaflardan kurtulma keyfiyetiyle izah eden özü neden görmüyorsunuz? Kant’ın şu sözünü neden dikkate almıyorsunuz? “Akıl, zekâdan daha üstün bir şeydir. Bu geniş manasıyla akıl, insanı egoist ve maddî ihtirasların zaafından kurtaran ahlâkî irade demektir.”
Akıldan, şimdi siyasete, devlete ve demokrasiye geçebiliriz. Boşuna kültürümüzde “devlet aklı” diye bir kavram ortaya çıkmış değildir. Devlet aklı, siyasetçilerin, yöneticilerin, devlet adamlarının sahip olması gereken akıldır. Buna biz kısaca “siyasî akıl” da diyebiliriz. Siyasî akıl, siyaset sahnesinde, devlet idaresinde ahlâkî irade ile özdeşleşen üstün akıldır. Üstün akıl ise, kalbîdir, vicdanîdir. Kalben ve vicdanen akletme kültürü, siyaset meydanında hâkim olursa, siyasî düşünce alanında ve idare mekanizmasında adalet olur, huzur olur, güven olur. Ama ne var ki bu akıl, zekâdan ibaret değildir. Kurnazlık hiç değildir.
Peki, şimdi bana söyler misiniz? Bazı yöneticilerimizin kullandığı dil, siyasî akla mı dayanıyor yoksa politik zekâya? Ahlâkî zafiyet, kalbî duyarsızlık ve(ya) körelmiş vicdan bedene ve ruha sirayet etmiş ise zekâ, akıl yürütme becerisini yitirir, mantıklı düşünme yeteneğini kaybeder. Böyle olunca hür akıl, nefis ile işbirliği yapan zekânın kontrolüne girer ve kalbî duyarlılığını yaraladığı için, doğru düşünemez. Bu kendine ve etrafına zarar veren zekâ, yalan söylemeyi bile mübah görmeye başlar. Bu süreçten sonra siyasî rekabet ortamında üstünlük sağlayabilmek için, her muhalif görüşe karşılık verirken, akıl değil ama şeytanî zekâ devreye girer. Böyle ortamda ahlâkî ve kültürel zemin de kaymaya devam eder.
Nereye sığınacağız, kime yaslanacağız ve kime güveneceğiz? Kimin aklına güveneceğiz, hangi akılla ve hangi zekâyla yorum yapacağız, akl-i selimin hangi hükümlerine göre değerlendirme yapacağız, hangi değer ölçülerinin terkip gücüyle düşüneceğiz? Doğrusu kafalarımız karışık. Peki, buna kim(ler) sebep oldu? Üstelik bu hal-i perişanlığımızı dahî bazen itiraf edemiyoruz. Böyle olunca eski tas, eski hamam. Alışkanlıklarımız devam ediyor. Değişen bir şey yok aslında.
Mesela yeni idare biçimi olarak “Cumhurbaşkanlık Hükümet Sistemi” deniliyor, “Yeni Türkiye” deniliyor. Halbuki esasında değişen bir şey yok. “Üst Sistem” (Kemalizm-Laiklik-Liberalizm vs.) aynen kaldı, sadece “Alt Sistem” değişti. Yani bir dünyevî zekâ ürünü olan “Üst Akıl” aynen korunmaktadır. “Üst Akıl/Sistem” aynen kaldığı müddetçe “Alt Akıl/Sistem” değişse ne olur, değişmezse ne olur? Bunu dahî anlayamamışız. Halbuki “Üst Akıl/Sistem”, Kurân-ı Kerim’in ruhuna, ahlâkına, kalbî aklına göre biçimlendirilmiş olsaydı, yeni bir sistemden ve “Yeni Türkiye’de bahsedebilirdik. Peki, bunu niçin kavrayamıyoruz? Çünkü, siyasetçilerimiz, yöneticilerimiz bizi düşünmeye davet eden hür akıl yöntemini değil de bizim kolayca kanmamızı sağlayan zekâ deneyimlerini kurnazca kullanıyorlar da onun için.
Peki, bu akıl/zekâ oyunlarından nasıl kurtulabiliriz? Doğruları nasıl öğrenebiliriz? Hakikati görebilmemiz için aklımızı nasıl kullanmalıyız? Bir tek çıkış yolu var. Her birimiz, ruhumuzun özlediği aydınlığa doğru akl-ı selimin çizgisinde, bütün nefsanî telkinlerden uzak, samimî ve objektif bir yaklaşımla özeleştiride bulunmalıyız. Kendimizle yüzleşmeliyiz. Herkes aklını, kalbî ve vicdanî esaslara göre kullanmalıdır. Herkes, parti, cemaat veya şahıs sevgisinden ziyade Allah sevgisini göre hadiselere bakmalıdır. Şunun bunun emrinde değil, herkes Hakkın emrinde olmalıdır. Ölçümüz Hakk olursa, hür aklımızı istikamet üzere değerlendirebiliriz. Önce herkes bu ahlâkî ölçüye göre kendisine çeki düzen vermeli ve ondan sonra kararını vermelidir. Bu yöntem uygulandığında mahşerde hesap vermek de o nispette kolay olur.
Velhâsıl; Ya Hakkı seçeceğiz, ya da gafleti. Ya adaletten yana olacağız, ya da zulümden. Ya kalbî akıldan yana olacağız, ya da nefsanî zekâdan. Ya hayattan yana olacağız, ya da tükenişten. Ya ilimden yana olacağız, ya da cehaletten. Ya İslâm’dan yana olacağız, ya da Bâtıldan. Eskiden Louisiana bölgesinde yaşayan vahşiler, canları meyve yemek istediklerinde ağacı dibinden kesip meyveleri toplarlarmış. Zekâları var ama stratejik akılları eksikmiş yani. Acaba İslâm medeniyetinin ve dünya görüşünün köklerini siyasî hayatımızdan kesmenin aklın mı yoksa zekânın mı bir ürünü veya sonucudur? Meyve uğruna ağaç kesmek mi daha vahşiyane bir girişim yoksa Batıya/Bâtıla benzemek için İslâm’ın devlet düzenini ortadan kaldırmak mı daha vahşiyane bir müdahale? Bizim siyasetçilerimizin bir kısmı, ne yazık ki manevî akla değil maddî zekâya dayanan bir sistemin kurbanı olmuşlar. Yani sistem, başta yöneticileri olmak üzere zamanla bütün insanları kendine çekmekte ve kendine benzetmektedir. Ama sistem böyledir diyerek, ille de Louisiana vahşilerinin zekâsını mı taklit etmeliyiz?
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…