Çok uzun zamandır devletin en üst düzey kurumlarında ve mevkilerinde bulunmuş emekli görevlilerin açıklamalarına şahit oluyoruz. Bunları bu yazımızda bir araya getirerek bir konuyu gündeme taşımak istiyoruz. Türkiye’nin özellikle aşı, İstanbul Sözleşmesi ve diğer bazı küresel projelere ev sahipliği yaptığı söylenmektedir. Biz bu konuyu daha başka yönleriyle de ele almak zorundayız. Çünkü emperyalizm Türkiye’yi dört bir koldan sıkıştırmış durumdadır. Yetmez gibi bir de içerideki bozguncular çete faaliyetleri yürütmektedir.
Bir vatandaş olarak şehit kanıyla kurulmuş olan devletimizi asla itham etmek veya onun yöneticilerini karalamak gayesini gütmemiz beklenemez. Hayatımız boyunca her zaman bu memleketin bir ferdi olmaktan onur duyacağız, ancak ekranlara çıkan ve eserler yazan uzmanların ve yazarların yanı sıra bürokrat ve aristokratların belli konuları dile getirdiği görülmektedir. Örneğin İlber Ortaylı, göç meselesinde hatalı olduğumuzu söylemektedir ki bizdeki sayının binde biri için bu hafta Avrupa’da bazı ülkelerde halkla yöneticiler birlikte ayağa kalktı. Diğer yanda Abdurrahman Dilipak ve diğer uzmanlar iklim kanununa karşı altı yüz bini aşan imzalı dilekçeyi toplayarak TBMM’ye sunmuşlardır. Halkımız birkaç haftadır Akbelen’de ve Afyon’da doğa katliamına karşı da ayaklanmaktadır. Gayemiz, ayaklanma çağrısı veya devleti kötülemek olmadığı gibi halkın mevcut kararlardan rahatsız olduğunu gerekli mercilere iletmektir. Amacımız bu konularda ufak adımlar atan bakanlıklarımızı daha büyük adımlar atması için harekete geçirmektir.
İki başbakanın danışmanı olan Prof. Dr. Osman Altuğ Hocamız, Türkiye’de beyan edilen rakamların gerçek dışı olduğunu, ekonomi ve piyasa ilişkilerine dair hemen her şeyin uydurma ve yalan olduğunu söylemekte ve ekonomide kayıt dışılığın olağanüstü boyutlarda olduğunu söylemektedir. Yakın dönemde popüler olan Özgür Demirtaş Hocamız, uzun zaman eleştirilerine hakaret aldı ancak devletimiz eninde sonunda onun söylediği politikalara yöneldi.
Emekli emniyet müdürü Hanefi Avcı, geçtiğimiz günlerde tekrar rütbelerine kavuştu. Haksız bir şekilde kendisi gibi kıymetli silah arkadaşlarının rütbeleri sökülmüştü. Kendisi defalarca bir devlette olmaması gereken şeylerin Türkiye’de olduğuna değindi, hatta bizzat kaçakçılık ve terör birimlerinde şube başkanı olduğu dönemde devlet içine sızan çeteleri suçüstü yakaladı, yakalayamadıklarını da kamuoyuna açıkladı.
Eski başbakan danışmanlarından Erhan Göksel, devletin durumuna ve milletimize yapılanlara üzülen bir insan olarak on beş yıl öncesinde yaptığı programlarla halkın hafızasına kazındı ve devletimizin bazı politikalarının yanlış olduğuna değindi. Üstelik bunları küresel ölçekte takip eden bir insan olarak ifşa etti.
Devletimizi ve milletimizi dış lobilere karşı savunan bir gazeteci olan Banu Avar, TRT’den kovuluşunu, lobilerin ve yabancı elçilerin devletimize şikayetiyle gerçekleştirebildiğini söylemektedir. Yine kendisi bütün televizyonlarda Amerikan müdürler olduğunu ve programları istihbarat servislerinin psikologlarının tasarladığını öne sürmektedir. Bunlar milletimize karşı hegemonyayı kanıtlar nitelikte açıklamalardır ki aile kurumunu yıkmak üzere kurgulanan senaryolara halk bugünlerde aile mitingleri ile tepki koyuyor.
Arslan Bulut ve Ramazan Kurtoğlu, Gladio isimli bir yapılanmanın harp dairesi yoluyla Türkiye’yi komuta etmeye çalıştığını eserlerinde yazdılar. Türkiye’nin birçok uzmanı, hatta eski vali Recep Yazıcıoğlu dahi devlet sistemimizde problemler olduğunu ciddi eleştirilerle halka arz etti. Susurluk olayı herkesin aklında bir şüphe olarak yer etti ve devlet kirli ilişkilere mi sahip sorusu yıllarca soruldu.
Bütün bunları ayrı ayrı ele aldığımızda, seksen darbesine giden yolda sağcılarla solcuları birbirine kırdıranların aynı amaca hizmet ettiği ve ülkeyi kaosa sürüklediği, birilerinin buna sessiz kaldığı gibi söylemler karşımıza çıkmaktadır. Böyle olmasa bile bu olayların tırmanışına kimler neden sessiz kaldılar? Geçtiğimiz yıl madenlerin zehirlediği topraklarımız ve nehirlerimiz üzerine halk ayaklanmaları olmuş ve bir altın madeninin faaliyetlerine geçici olarak durdurma kararı gelmişti. Bütün bunlar ülkemizde faaliyette bulunurken teşvikler alıyor, halkın haklarının üzerinde haklara sahip oluyor. Bunlara kimler neden müsaade etmektedir? Bu durum emperyalist şirketlerin Türkiye’ye bakışını da göstermektedir. Türkiye’de devleti ve milletin halkı olan toprakları, suları, madenleri birileri kolay lokma olarak mı görüyor? Her türlü emek hırsızlığı ve sömürü devletimizin mücadele alanı içinde değil midir?
Benzer şekilde güney batımızdaki ormanların kesilmesi sürecinde emperyalistlerin çıkarlarına hizmet eden firmaların jandarma tarafından korunduğu ve halkla karşı karşıya geldiği görülmüştür. Bunları izleyen vatandaşlar olarak hayret içerisinde kalmaktayız. Daha önceden de HES’ler yoluyla Karadeniz’de halk protestoları olmuştu. Anadolu’da birçok yerde insanlar ciddi anlamda yoksulluk ve hastalık ile boğuşmaktadır.
Hastalıkların da ülkemizde artışının aşırı olması, büyük firmaların etkisiyle nişasta bazlı şekerde oynanan oyunlar ve sağlığı bozan gıdalar, burada halk sağlığı ne ölçüde dikkate alınıyor söylemlerini doğurmaktadır. Nitekim şeker fabrikalarının çoğunun elden gidişi söz konusuydu.
Rahmetli Erbakan Hocamız, Türkiye’deki esnafın küresel şirketlere karşı sindirilmemesi ve ayakta tutulması için bir ömür mücadele etti ve onun söylemleri de tarihi birer kanıt niteliğindedir. Bağımsız ve milli ekonomi projelerimizin baltalandığı yönünde ciddi uyarılar, ekonomistler tarafından yine yapılmaktadır. Bütün bunlar “Üretim politikasını terk etmemiz için birileri bize baskı mı yapmaktadır?” sorularını gündeme getirmektedir.
Mevzubahis olan hususla ilgili çok çarpıcı bir açıklama bir sanayici olan Murat Ülker’den geldi ki kendisi biz Türklere ait Cola Turka adlı firmanın Amerikan elçisi tarafından bakanlığımıza şikayet edildiğini ve haksız bir şekilde 35 trilyonluk bir ceza ile karşı karşıya kaldıklarını ve bizim devletimizin bu tavrına anlam veremediğini kendi ağzıyla söylemiştir. Sonuçta firmasına yedi yıllık bir mahkeme süreci ile yıldırma politikası gerçekleştirmiş ve o da bu sebeple yatırım yapamadığını itiraf etmiştir.
Sanayici ve işadamlarımızın başarılı olduğu ve küresel şirketlere karşı koyabildiği firmalar ve şirketler kendi devletimizin eliyle mi yok ediliyor? Demir çelik fabrikalarının iflası gibi konular sıklıkla gündeme geliyor. Bu konuda vatandaş olarak çok ciddi sorgulamalar içindeyiz. Eğer bu durumlar gerçek dışı ise devlet görevlilerimizin kamuoyunu aydınlatmasını istirham ederiz. Ancak devletimizin ayyuka çıkan olaylar neticesinde bazı şeylerin üzerine gittiği de görülüyor. Örneğin geçtiğimiz yıl beş markete sektörde yanlışları olduğu için ceza kesildi. Bunun gibi halk içerisindeki dolandırıcılara ve fahiş fiyat uygulamasına karşı bazı somut adımlar ortaya kondu. Bu meseleleri gündeme getirmemizdeki amacımız da büyüklerimize hatırlatmadır. Halk olarak gözden kaçan bazı şeyler olabileceğini kendilerine bildirmek isteriz. Nitekim geçtiğimiz hafta emniyetle iş yapan bir mafya grubu lideri tutuklandı. Bu olaylar devletimizi kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışanlar olduğu ve olacağı yönünde önemli bulgulardır.
Devletimiz, milletimizle el ele ahilik kültürüyle varlığını sürdürebilir. Ahilik teşkilatı bize Anadolu’da yıkılan devletlerimize ve bozulan birliğimize rağmen yeni devletler kurmamıza vesile olarak katkı sundu. Eğer içeriden ve dışarıdan haydutlar ekonomiyi, kültürü, güveni bozarsa ülkemiz yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalır ve daha da kötüsü işini kaybetmiş, geçim sıkıntısından gününü zor geçiren çaresiz insanlar haline düşmüş bir halka sahip oluruz. Bu da köleleşme demektir ki Allah bizi bu durumdan korusun. Dileriz ahilik ve üretim kültürü yaşatılır. Zira ahiliğe göre helal aşa haram katmak meslekten ihraç sebebidir. Deprem meselesinde yıkılan binalara izin verenler, onları yapan müteahhitler kadar vebal almışlardır. Dolayısıyla denetleme meselesi hem iç hem dış mihraklar göze alınarak yapılmalıdır. Üretenin tepesine çöken haydutlar içeriden ve dışarıdan takip edilip engellenmeli ve üründen çalan, fahiş fiyat uygulayan sahtekarlar da cezalandırılmalıdır.
“Babalar gibi satarım”la başlayan ekonomi politikası bugün açıkça iflas etmiştir. Üretimin olmadığı yerlerde çeteleşme, fuhuş, yasadışı ticaret artar. Allah bu milletin yardımcısı olsun.