Günümüzde, evrensel, mutlak ve tekelci/ dışlayıcı büyük hikayeleri olan ve ideolojik baskın olmayı esas alan sosyal kurum yapılarla kendini belli eden modern dönem din sosyolojilerinden yön değiştiren dini geleneklerde postmodern döneme geçiş süreciyle “dindarın bireysel öznesi” öne çıkmaktadır. Artık en büyük güç olarak metafizik özne, inancını “ben- merkezli maneviyat” formunda yansıtacaktır. Dindarın zihninde asla “Bilinemeyecek Üstün Varlığın” artık mutlaka hissedilmesine duyulan ihtiyaç daima ayyuka çıkacaktır. Geleneksel terimleri değiştiren Modern din anlayışının başına bela olan bu yeni maneviyat tipi, daha da ileri giderek kendisini Tanrı’nın yerine koyarak süreçler zinciri içinde “İlahi Ruh” kavramını önemseyecek; dini açıdan temel hedefine ise azap, acı ve korkutmayı emretmek değil “sevgi”, “iyimser bilgi” ve “hikmeti” insanlara öğretmeyi alacaktır.
Postmodern maneviyat, aşırı bireysel ve parçalanmış insanın ruh ve beden gibi iki bileşenli doğasına uygun olarak değişken kişiliğine (bedenine) ve krizler içindeki içkin ruhuna (yüksek bilincine) doğrudan vurgular yapar. Sonuçta bu a sosyal dindarın insanın afaki yapısı, materyalizme ve içsel yapısı sevgiye eğilimlidir. Modern dönemdeki kültürlerin yakınlaşması birlikte yaşam artık yerini yavaş yavaş sentetik hatta senkretik (bağdaştırıcı) yaklaşımlar almaktadır. Bu nedenle özellikle doğuya bilhassa Hint alt kıtasına ait ruha baskı yapan inançlarla batının maddeyi olumlayan kavramlarını parçalayarak sentezleyen yeni dinî hareketler (kültler) çok popüler hale dönüşerek dindarları gittikçe geleneksel ana akım inançlardan uzaklaştırmaktadır.
Yine ortaya çıkan anti-sosyal yeni maneviyat biçimleri, muğlaklaşan, grileşen ve çoğalarak geleneksel dinî sistemlerin keskin, tanımlı ve belirli kavramlarının etkisini ve rolünü azaltmaktadır. Böylece yeni maneviyatlar, modern dönemin sosyolojisinde görülen “kutsal” ve “din dışı [profan] alan” ayırımını artık birbiri içinde entegre ederek doğrudan “sekülerleşen kutsallığı” veya seküler kutsallık adıyla yeni bir alanı doğurmaktadır; buna bağlı olarak bireylerin tek tek öznellerinden oluşan çoğulculuk, özneyi biyo-bilişsel kimliği parçalanmış bireylere, özel, ticari ve tüketime dayalı sosyal durum insanlarını hayatın vazgeçilmezine dönüştürmektedir.
Burada en önemli meydan okuma, geleneksel dinin somut kurumsal yapıları, onların sosyo-kültürel tezahür ve anlamlandırma biçimleri, gittikçe postmodern bir renk kazanarak radikal değişimlere uğramaya başlamakta ve sonunda güven, barış esenlik ve huzur veren yapı olarak dinin güvenilirliğinde nispileşmeler, kuşkucu krizler, bizzat dindarından sorgulamalar baş göstermektedir.
Yeni teknoloji çağındaki bu bireyselleştirici, anti-sosyal öznelliklerle gittikçe fiziki ortamdan uzaklaşmaya başlayan bireyler, son çeyrek asırdan beri gerçek hayattan koparak daha görsel, daha yapay ve alabildiğine soyut hayat formunda “dijital dindarlıklar” oluştu. Buna bağlı olarak dijital çağın sosyal yapıları, daha geniş bir teorik ve daha detaylı olarak okuyucunun zihinsel aygıtlarını merkeze alan yaklaşımlarla analiz edilmeye başladı. İbadet, cemaat ve dini kimlik gibi üç önemli alandaki teorik araştırmalarını sürdüren çağdaş din bilimcileri de aynı zamanda yeni cemaatin ruhunu yansıtan uygun dijital dini yapılara, sanal sosyolojilere yönelerek bölündü. Bu bağlı olarak farklı tipolojilere ayrılmış dindar kimlikleri ise geleneksel dini yapılardan sözüm ona kurtarıcı yeni pratik yönler kazandıracak alışılmadık kadar yeni anlayıcı modeller ortaya çıkarmaya girişti.
Gelecekte sanal ile gerçek arasındaki gerilimli ilişkiler, yeni otoriter çatışmalarına, olumsuz anlamda cemaat içinde ihtilaf verici gerilimlere, düzensiz kazançlara, farklı dindar tipolojilerine yola açabilecektir. Buna karşın sanal- gerçek ikilemi, olumlu anlamda çoklu fırsatlara daha muğlak hedeflere, yeni zihinsel sükunet araçlarına sebep olabilecektir. Son olarak hem olumlu hem de olumsuz anlamda (çift yönlü etkisiyle) bu iki dünya arasındaki ilişki, bir taraftan internetin dikey açıdan sağlam geleneksel otoriter yapıları baltalarken yatay açıdan networkler yoluyla dini otoriter liderliklere meşruluklarını değerli hale getirebilecektir. Böylece çağa uygun olarak doğru bilgilerle beslenen ve dağıtılan, iletişimi güçlü alanlar ortaya çıkabilecektir. Bunun neticesinde ise dijital alandan beslenerek yeni iletişim teknolojini yoğun kullanan dindarlar, yeni, daha güncel ve dinamik konularla inandıkları dini yaşadıkları bir hayata dönüştürebileceklerdir.
Prof. Dr. Mustafa ALICI