Sorumluluk almanın bir kriteri var mıdır? İnsan, hangi durumlarda sorumluluk alır? Durumdan vazife çıkarmak, iyi bir haslet midir? Ne yaparsak yapalım sonuç yine değişmeyecek, demek bir tembellik işareti değil midir? Dünyayı biz mi kurtaracağız, ifadesi sorumluluktan kaçmanın bir yolu mudur? Her koyun kendi bacağından asılır, her zaman geçerliliği olan bir (h)ata sözü müdür?
Sorumluluk almak insani bir davranıştır oysa. Kimin nasıl davrandığını düşünmeden üzerine düşeni yapmaktır. Başkalarının nezdinde nasıl karşılandığının önemi yoktur. O, bir insan olarak yapması gerekeni yapar.
Pek çok hareket, sorumluluk alan bir kişinin yola çıkmasıyla başlamıştır. Azim ve kararlılıkla yola çıkanlar ve yola çıktıklarını terk etmeyenler başarıya ulaşmıştır. İlk etapta başarısızlığa uğramış gibi görünen bazı hareketler, umulmadık bir zaman diliminde başarıyı yakalayabilir. Bazı yenilgiler içlerinde devasa bir zafer barındırırlar.
Tarihte bunun çok örneği vardır. İslam tarihinde de karşılaştığımız örnekleri var. Bunlardan biri, Rum suresinde ifade edilen olaydır. Şöyle özetlemek isterim: Nübüvvetin beşinci senesinde vuku bulan bir savaşta İranlılar, Bizanslıları müthiş bir şekilde mağlup etmiş; Ürdün, Filistin, Mısır, hatta Anadolu’yu onlardan alarak İstanbul boğazına, Kadıköy’e kadar dayanmışlardı. Bu durum Mekke müşriklerini sevindirmiş, fakat Müslümanları üzmüştü. Çünkü Müslümanlar ehl-i kitap olanları kendilerine daha yakın görüyor, müşrikler ise kendilerini putperest olan Mecûsilerle aynı safta sayıyorlardı. Kur’an-ı Kerîm, bir mucize olarak yakın gelecekte vuku bulacak bir savaşın neticesini kesin ifadelerle haber verdi ‘’Rumlar yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Fakat onlar bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip gelecekler. Eninde sonunda Allah’ın dediği olur. O gün müminler Allah’ın yardımı sebebiyle sevinecekler. O dilediğini muzaffer kılar. O çok güçlüdür, engin merhamet sahibidir.’’ (Rum suresi 2-5) Ayette geçen zaman dilimi Arapça “3 ilâ 9 sene” anlamında kullanılan bir tabirdir. Bu süre içerisinde Bizanslıların İranlılara galip geleceğini ve o sırada müminlerin hem onların bu zaferine hem de bizzat kendilerine lütfedilecek zaferlere sevineceğini bildirdi ayet. Halbuki mevcut şartlar içinde ne Müslümanların ne de Rumların üç-beş sene gibi kısa bir müddet içinde düşmanlarını yenebilecek güçleri vardı. Hatta bu, hiç kimsenin hayal edemeyeceği bir şeydi. Böyle iken Kur’an, hiç kimseden çekinmeden ve yalanlanmaktan korkmadan iki gaybî müjdeyi birlikte verdi. Gerçekten de Bizans kralı Herakliyus 624’te İranlıları mağlup edip Azerbaycan’a kadar ilerlediğinde, Müslümanlar da aynı tarihlerde Bedir zaferini kazandılar. Bu olay Kur’an’ın mucizelerindendir. Bu ayetlerdeki mucizeyi idrak edip hidayete erişen nice insan vardır.
Bir diğer örnek de Hudeybiye antlaşması’dır, diyebiliriz. Bu antlaşma da başta yenilgi gibi görünen ama sonrasında Mekke’nin fethi gibi bir zaferi barındıran bir vakıadır. Tarih meraklıları bunu iyi bilirler.
Tarih, bize gelecekle ilgili bir projeksiyon sunar. Öngörümüzü aydınlatmada önemli unsurlardandır. Tarihten örnek verme nedenimiz budur. Sonuç itibariyle biz hem yaptıklarımızdan hem de yapmamız gerektiği halde yapmadıklarımızdan sorumluyuz. Olması gereken olacaktır, bunu biliyoruz. Tarihte şu kişi böyle davransaydı, şimdi durum şöyle olurdu, gibi değerlendirmeler yapılamaz. Çünkü olan olmuştur. Biz olacaklar / olması muhtemel olanlarla ilgili üzerimize düşenleri yapmalıyız.
Tüm coğrafyalardaki acıları kendine dert edinen şair Cahit Zarifoğlu, zulme karşı durmakla alakalı olarak hangi durumda olursak olalım sorumluluk almayı ‘Daralan Vakitler’ adlı şiirinde söyle dile getiriyor:
‘’Farz et körsün, olabilir/Elele tut /Taş al ve at /Kafiri bulur’’
Dünya genelinde ama özellikle coğrafyamızda, gerçekten ‘daralan vakitler’ yaşıyoruz. İnsanlar hunharca öldürülüyor, kardeşlerimiz soykırıma uğruyor, pek çok insan da her gün yağan bombaların altında hem yaşam hem savaş mücadelesi veriyor. Zulüm görülen alanların dışında kalan bizler ise bir boykotu bile adamakıllı yapamıyoruz. Herkes dünya/lık telaşında. Aynı şiirden bir bölümü şuraya alalım:
‘’Beyrut’un gözyaşları şimdi/ Kudüs’ün yanı başında/ Müslümanlarsa uzakta/ Sanki başka/ Gelinmez bir dünyada / Büyük ajansların yaydığı resimleri/Bir seyirci gibi görsün dursun/ Bir kadın gibi ağlasın… / Beyrut yengeç kıskacında/ Çoğu Müslüman kafir yanında/ Yaslanmış yastıklara sonunu beklerler filmin’’
Burada geçen şehir isminin yerine pek çok yer adı daha konabilir. Aynı zulüm kıtalar dolaşıyor çünkü. Ve biz bir filmi izler gibi izliyoruz olanları. Tepkiyi hep başkası versin istiyoruz. ‘’Kim bilir kimden umarız emr-i b`il-ma`ruf/ Kim bilir kimden umarız nehy-i ani`l-münker’’ diye boşuna şikâyet etmiyor zor zamanların konuşanı İsmet Özel.
Daralan bu vakitlerde Nazım’ın deyişiyle ‘’Ben yanmasam/ Sen yanmasan/Biz Yanmasak/ Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa’’ diyerek başta kendimizi, sonra göğüs kafesinde yürek taşıyan herkesi gücü nispetinde mücadeleye, boykota devam etmeye, sorumluluk almaya davet ediyoruz. Ara vermeden, gevşemeden, bıkmadan sürdürmeliyiz boykotu ve sorumluluk almayı. Bugün çekilen acıların, yaşanan olumsuzlukların sonrasında bir zaferin gelmeyeceğini kim iddia edebilir? Allah’ın bir gün nurunu -kafirler istemese de- tamamlayacağından zerrece şüphemiz yoktur. Biz üstümüze düşeni yapalım yeter. Sorumluluk almadan, üzerimize düşeni yapmadan sadece izlemekle kaldığımız durumlar başımıza geldiğinde başkalarının suskunluğu karşısında şaşırmaya hakkımız olamaz.
Son sözü yine Zarifoğlu söylesin. ‘’Bir gün ister istemez/ Karşısında olacaksın kaçtıklarının
Dua et / O gün henüz mahşer olmasın!’’
EYYUP YÜKSEL
MİRATHABER.COM –YOUTUBE-
YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ