Elazığ ve Malatya’da yaşanan son depremler, milli birlik duygularımızın yeşermesine vesile oldu ve buna binaen bütün yurt çapında memnuniyet verici bir şekilde sosyal dayanışma ve yardımlaşma etkinleri yoğunlaştı. Yalnız sosyal paylaşma ve samimî kardeşlik, sadece deprem gibi âfetlerin meydana geldiğinde değil toplumda her zaman hâkim olmalıdır. Hepimiz Müslümanız ve kardeşlik hukukunun bir gereği olarak toplumsal bütünlüğünün tesisine dönük olarak hepimiz sorumluyuz. Onun için sosyal dayanışma kültürünü bir sadaka anlayışı doğrultusunda her zaman işlevsel hâle getirmeliyiz. Manevî boyutuyla sosyal dayanışma kültürü, aynı zamanda bir sadaka kültürüdür. Daha doğrusu Müslümanlar, dayanışma anlayışını sadaka kültürüyle hayata geçirmelidir.
Sadaka Kültürü Ne Anlama Geliyor?
Sadakanın maddî ve manevî etkileşimleri açısından sosyal hayatımızın üzerine olumlu tesirler bıraktığına göre, sadaka kültürünün bir tanımının yapılması zaruridir. Sadaka kültürü, Allah’a kulluk konusunda sıdık veya sadakat (doğruluk) ve merhamet gösterme durumu iken dar ve sosyal anlamda (dünyevî yansımaları boyutuyla) Allah rızası için (genelde gönüllü olarak) fakir ve muhtaçlara yapılan her türlü hayır ve iyilik (infâk fî-sebilillah) ekseninde oluşturulmuş bir kültürdür. Geniş manada sadaka kültürü ise, ifası bakımından mecburî nitelik taşıyan hem zekât ve fitre, hem de nafile (gönüllü) sadakalar için kullanılmakta olan bir kavramın toplumda itibar görmesi ve gerçekleştirilmesidir.
Maddî yönü olmayan sosyal ve çevresel ahlâk alanını ilgilendiren ve daha çok davranışsal boyutu olan sadaka türleri de vardır. Mesela iki kişinin arasında adaletle hükmetmek, insanî ilişkilerde gönül alıcı güzel ve yumuşak bir söz sarf etmek, bir ağaç dikmek, hayvanları korumak, birine yol göstermek gibi her türlü faydalı eylemler (amel-i salih) sadaka olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla bu tür eylemler, Allah rızası için yapıldığı müddetçe insana sevap da kazandırmaktadır.
Bir başka ifadeyle sadaka kültürü, sosyal sorumluluk şuurunun yüksek olduğu toplumlarda (daha çok merhametli zenginlerden fakirlere dönük olarak) genelde gönüllü bir biçimde işleyen sağlıklı bir yardımlaşma kültürüdür. Dolayısıyla sadaka kültürü, (örgütlü veya bireysel boyutta) sivil toplumun kendi içinde ama mutlak anlamda inanç bağlamında meydana gelen bir sosyal dayanışma türüdür.
Bilindiği gibi katılımcı demokrasiye önem veren sosyal devletler, STK’ları ve diğer sivil inisiyatifleri (dinî cemaatleri) birer sosyal politika aktörleri olarak faal olmalarına hem izin vermekte, hem de bu yönde teşviklerde bulunmaktadır. Dolayısıyla sadaka kültürü, gerek sivil demokrasinin gelişimi, gerekse sosyal barışın ve bütünleşmenin sağlanmasına yönelik olarak önemli fonksiyonlar icra etmektedir. Kur’ân, toplumsal dayanışmayı teşvik ederken, yardımlaşmada cömert davranılmasını ve hediye (infak) edilecek şeylerin kalitesine dikkat edilmesini şu âyetle emretmektedir.
“Ey insanlar, kazandıklarınızın ve yerden sizin için çıkardığımız nimetlerin iyilerinden (Allah için) verin, kendiniz (utandığınızdan ve iğrendiğinizden dolayı) göz yummadan alamayacağınız kötü şeyleri sadaka olarak vermeye kalkmayın…” (Bakara: 267).
Hz. Peygamber (sav), sosyal dayanışmanın önemine ve biçimine vurgu yapmak gayesiyle iki katlı bir gemi misalini vermektedir. Buna göre üst kattaki varlıklı kişiler ve yöneticiler, alttaki yoksullarla (dezavantajlı sosyal gruplarla) ilgilenmedikleri ve onlara yardımda bulunmadıkları için, çaresizler kendilerince bir çözüm arayışına girer. Ancak bu arayış, her iki sosyal grubun toplumsal felaketine yol açacak kadar tehlikeli bir teşebbüs niteliğindedir. Hz. Peygamber (sav), toplumsal dayanışma ve yardımlaşma konusunu “aynı geminin yolcuları” misalinden hareketle şu şekilde anlatmıştır:
“Allah’ın sınırlarını gözetenler ile bu sınırları çiğneyenler, bir gemiyi paylaşanlara benzer: Gemi konusunda kura çektiler. Kimisine geminin üstü, kimisine de altı düştü. Geminin alt bölümünde bulunanlar, sudan almak istedikleri zaman, yukarıdakilerin yanına uğruyorlardı. Alttakiler ‘Biz payımıza düşen ambarda bir delik açsak, kendimize de, onlara da zarar vermemiş oluruz’ dediler. Şayet bu üsttekiler alttakileri bu dilekleriyle baş başa bıraksalardı, hepsi yok olurdu. Fakat onların ellerini tutarlarsa, hem kendileri kurtulur, hem de onlar kurtulur” (Müsned, 4/268, 269).
Müslümanlar geçmişte yerine getirilmesi bakımından mecburî hükümlerin ötesinde, gönüllü olarak gerek akraba, komşu gibi değişik sosyal kesimlerle oluşturdukları etkin sosyal münasebetler ağı, gerekse kurumsal bazda meydana getirdikleri sosyal dayanışma modelleri (vakıflar) ile sadaka kültürüne dayanan “ideal bir sosyal toplum” örneğini sergileyebilmiştir.
Hz. Peygamber (sav), bir taraftan “Üstteki el (veren el), alttaki elden (alan el) daha hayırlıdır” (Müslim , Zekât, 94-97) demek suretiyle sivil sosyal dayanışmanın önemine vurgu yapmakta, diğer taraftan da “Sadakanın en hayırlısı vereni fakirleştirmeyecek, alan kimseyi tekrar istemekten caydıracak miktarda olanıdır” (Buhari, Zekât, 18) diyerek sadaka kültürünün temel esaslarını belirlemiştir.
Ne var ki sadaka kültürünü benimsemiş bir toplum, sadece olağanüstü dönemlerde değil olağan olarak algılanan diğer normal dönemlerde de sosyal dayanışmaya yönelik hamlelerde bulunur. Çünkü sadaka üzerinden sevap, sadece olağanüstü dönemlerde değil her zaman kazanılabilir. Sevaba ise her zaman ihtiyaç duyarız. Üstelik sevap kategorisine giren o kadar çok sadaka türü var ki, say say bitmez. O halde hayatımızın her döneminde ve her anında sadaka sevabı işleyelim ki, hem kendi manevî dünyamızı zenginleştirelim, hem de sosyal dayanışma içinde bulunarak toplumsal refah için katkıda bulunalım.
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi