Değerli Meslekteşım ve dostum Ali Seyyar’ın “nasıl bir sosyal ilim” ile ilgili sorusuna, metodolojik açıdan aşağıdaki açıklamalar ile başlanılabileceğini düşünüyorum.
Sosyal ilim ve özellikle sosyoloji, İslam medeniyet alanında Tarih ilmi çerçevesinde yer almış ve tarih felsefesi şeklinde ortaya çıkmıştır Ayrıca Kur’an, İslam toplumunda sosyal hayatı biçimlendiren bir yaşama felsefesi sunması dolayısıyla, İslam tarihi, tefsir ve fıkıh gibi ilimler, sosyal hayatın tanınması ve kavranılmasına ait bilgi ve tekniklere dayalı olarak gelişmişlerdir. Bu yüzden İslami bilgi, batılı bilgi gibi, olayları çevresindeki faktörlerden arındırarak değil, içinde yaşanılan şartlar ve insan toplulukları ile onların fikir ve ahlak anlayışları çerçevesinde değerlendirilmiştir. Ayrıca müslüman sosyal bilimciler, sosyal bilgiyi tevhid anlayışı çerçevesinde hareket eden, “yorumlayıcı bir bilgi” olarak kabul etmiştir.
Sosyal bilimin Meşrutiyet’ten itibaren gelişimi, onun batı’dan geldiği özelliğiyle “her yerde genel geçer tabii bir kanun” gibi idrak edilmesine dayanıyordu. Böyle bir yaklaşım tarzının kabul edilmesinden sonra, batı’nın sosyal bilimlere ait sosyal tarihi, insan yaklaşımı, toplumsal problemleri ve çalışma tekniği aynen ilim dünyamıza girmiştir. Bazan inanç ve yaşayışa “çok aykırı” kabul edilen bazı hususların varlığına rağmen, batı’ya karşı aşırı hayranlık duygusu, bazı araştırmacı ve filozofları, batılı teori ve felsefelerin, “Türkçeleştirilmesi veya millileştirilmesi” yoluyla özgün ilim üretme düşüncesine götürmüştür. Meşrutiyet’ten günümüze kadarki ilmi çalışmalar, bu yüzden batı’nın bir versiyonu veya ona karşı çıkan tepkiler olarak devam etmiş, orijinal bir nitelik kazanamamıştır.
Bu konuda, Batı ilim dünyasının bazı hatalarına işaret eden Müslüman sosyologların açıklamalarına kulak vermekte fayda vardır. İlyas ba Yunus ve Ferid Ahmed, “İslam Sosyolojisine giriş denemesi” isimli çalışmalarında, batı sosyolojisinin kendi tarihi ve toplum yapısı içerisinde ortaya çıkmış olayları, tüm toplumlara genelleştirmek suretiyle ciddi bir hata içerisinde olduğunu açıklamaktadırlar. (Ba-Yunus-Ahmed, 1986)
Bu ve benzeri açıklamalar. Her ilimin kendi tarihi ve sosyal coğrafyası içerisinde belli bir “biçim”e kavuştuğunu ve hele sosyal bilimler gibi, toplumlarının birer “fotoğrafı” durumunda olan disiplinlerin, mutlaka kendi coğrafi, tarihi ve sosyal değerleri üzerinde yükselmeleri gerektiğini ortaya koymaktadır.Bu yüzden, her görüş ve ilmi perspektifin, topluma ve insanlığa getirdiği fayda ve uygulanabilirliği açısından özgün bir değerlendirilmesinin yapılması gerekmektedir. Bu tür bir değerleme, her toplumun ve her ilim adamının tabii bir hakkıdır. Böylece, yaşama tarzının çerçevesini oluşturan kültürel değerler ve geleneklerin rollerine ve önemine dair metotlara dayalı bir yaklaşım tarzı, sosyal bilimcinin kaçınılmaz bir şekilde yüzyüze geldiği ve kullanmak zorunda olduğu bir teknik olarak dikkate alınmalıdır.
Toplum; ya sahip olduğu dünya görüşünü ve değerler sistemini muhafaza etmek veya bir başka felsefe ile geleceğe yönelmek durumundadır. İşte sosyal ilimler, toplumsal değişme ve bunun en önemli göstergesi olan insan ve onun hayatında işlerlik gösteren kurumların, zaman içerisindeki gelişmelerini ve bu değişmelerin temelinde yatan dinamikleri analiz etmek durumundadır.
Böyle bir çalışmayı yaparken, fert ve toplumların hangi sebep ve şartlar içinde, hangi hedeflere doğru ve niçin yönelme durumunda olduklarını belirlemek durumundadırlar. İşte böyle bir değerlendirme, dünya görüşleri veya yaşama felsefeleri ile sosyal bilimlerin ilgisini gündeme getirecektir.
Dolayısıyla, konuya “sosyal felsefe” açısından bakılmasına ihtiyaç duyulacaktır. Bu konu, bir yönüyle dini, diğer yönüyle felsefi bir tutum olmaktadır. Çünkü, insan ve toplumların yöneldiği dünya görüşlerini, “duygu ve düşüncelerini görmezlikten gelerek” sosyal konuları inceleyen sosyal araştırma ve metodları gerçekçi verilere ulaşma imkanlarını kaybedebilirler. Geriye, ideolojilerin ezberci ve şabloncu açıklamaları ile başbaşa kalma durumu olabilir.
Aslında İslam, hem bir bilgi kaynağı ve hem de yaşayış düzenleyici sistem olarak kendine has bir sosyal ilim anlayışı oluşturmuştur. Günümüz sosyal bilimcilerin yapmaları gereken şey, kendi sosyal bilgi felsefeleriyle, sosyal hayata İslami bir açıklamak getirmek olmalıdır. Bu konu, dinin sosyal ilim veya sosyal sistem ile bağlantısız olduğu şeklindeki Anti hristiyan ve seküler anlayışın değerlendirmesi ile kendini sorumlu görmeme noktasına getiremez. Sonuç da din de, sosyal hayata düzenleme iddiasında olan herhangi bir sosyal teori veya ideolojiden aşağı kalacak bir “tez” değildir.
Sonuç olarak sosyol ilimlere temel olacak sosyal felsefe, yaşanılan hayatın hangi inanç ve ahlak sistemine bağlı olmasına göre seçilecektir. Yani, sadece zihni bir kavrayış ile değil; yaşanan pratik kültür değerleri doğrultusunda şekillenecek fikri bir değerlendirme çalışması ile ortaya çıkacaktır.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…