Güzellik, Kur’an ve hadislerde “ihsan” ve “ cemal” kavramları ile ifade edilir. İhsan, “güzel olmak” anlamına gelen hüsn kökünden üretilmiş bir kavramdır. Kur’an’da iki anlamda kullanılmıştır: 1. Başkasına iyilik etmek, 2. “Yaptığı işi güzel yapmak”. Dolayısıyla iyilikte bulunan ve işini güzel yapan kişiye “muhsin” denilmektedir. Bir başka ifade ile muhsin, iyilik yapan, yaptığı her işi de güzel yapan kişidir. Bu nedenledir ki Hz. Peygamber, ihsanı, “ Allah’ı görüyor gibi ibadet etmek”[1] olarak açıklar. Biz Allah’ı göremesek de O bizi görüyor [2] ve gözetiyor.[3] Bu bilince sahip olan kul da, ibadetleri başta olmak üzere yaptığı bütün işlerde, ihsanı ve cemali arar. Nitekim Hz. Peygamber “Allah güzeldir, güzelliği sever”[4] buyurarak, yaptığımız her işte güzelliğin aranmasını istemiştir.
Bunlar arasında “söz güzelliği”ne Kur’an’ın farklı bir vurgu yaptığı görülür. “Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler; sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan insanların apaçık düşmanıdır” [5] vurgusu, bunun en bariz örneğidir. Hz. Peygamber’e yapılan bu hitabın bir benzeri de daha önce de Hz. Musa ve Hz. Harun’a da yapılmıştır. Onlara da “Firavun’a gidin çünkü o, azdı. Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alır, düşünür veya korkar”[6] denilmiş; ayrıca İsrail oğullarından, Allah’tan başkasına ibadet etmemeleri, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik etmeleri; herkese güzel söz söylemeleri; namaz kılmaları ve zekât vermeleri konularında söz alınmıştır. [7] Kur’an’da yer alan bu bilgilerden anlıyoruz ki insanlara güzel söz söylemek Allah’ın bir emridir ve bu emir, sadece Hz. Muhammed’e değil, aynı zamanda İsrail oğullarına ve bütün insanlara da verilmiştir.
“Güzel söz” den ne kast edildiği ise Kur’an’da şöyle açıklanmaktadır: Güzel söz; tatlı söz (kavl-i kerim) [8]; doğru söz (kavl-i sedîd)[9] ; gönül alıcı söz (kavl-i meysur) [10] ; yerinde, makbûl söz (kavl-i ma’rûf ) [11] ve tesirli, etkili söz (kavl-i beliğ) dür. [12] Yoksa boş ve oyalayıcı söz (hehv’el-hadis) değildir.[13] Bu nedenle “Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar, Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir.”[14]
Allah Teala, Hz. Peygamber’i överken, onun yumuşak davranışına, kaba ve katı olmayışına dikkatimizi çeker.[15] Bu da bize ne söylediğimiz kadar, nasıl söylediğimizin de önem arz ettiğini, hatta nasıl söylediğimizin, ne söylediğimizden önce geldiğini gösterir. Çünkü usul, esastan önce gelir. Amacın doğruluğu kadar, aracın da doğru olması gerekir. Zira yanlış araçla doğru hedefe ulaşılamaz.
Hz. Peygamber’in kaba ve katı olmayışı sadece tutum ve davranışı ile değil, aynı zamanda sözünün yumuşak ve güzel oluşu ile de alakalıdır. Bu nedenle, etrafındakilere kaba ve katı davranmamış; onur kırıcı, aşağılayıcı, hararet edici çirkin sözler söylememiştir. Bundan dolayıdır ki “Kim bana iki çenesi arasındaki (dili) ile iki budu arasındaki (üreme) organını koruma sözü verirse, ben de ona cennet sözü veririm”[16] demiş ve Müslümanı da “Dilinden ve elinden Müslümanların emniyette olduğu kimse”[17] olarak tanımlamıştır. Bununla da yetinmemiş “Allah’a ve âhiret gününe inanan, ya hayır söylesin ya da sussun ” [18] ikazında bulunmuştur. Hiç şüphesiz bu söz, “Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden gönül kırma gelen bir sadakadan daha hayırlıdır”[19] ayetinin de bir tefsiri mahiyetindedir.
Yüce Yaratıcı, kullarına sadece “güzel konuşunuz” demekle yetinmemiş, aynı zamanda güzel konuşma örneklerini de onlara sunmuştur. Bunların başında Lokman Hekim’in oğluna öğütleri geliyor. Bu öğütlerde biri üslup, diğeri de içerik olmak üzere iki özellik dikkatimizi çeker. Üslubundaki özellik, oğluna olan hitabında ve sözün söyleniş biçimine yönelik tavsiyesinde görülür. Lokman Hekim oğluna “Ya büneyye / ey yavrucuğum” diye söze başlar. Bu söz, Arapça dil mantığına göre, sevgiyi, şefkati ve inceliği ifade eder; aynı zamanda insanların da birbirlerine karşı kaba, katı ve kırıcı olmamaları, bilakis güzel bir üslupla hitap etmeleri gerektiğine de işaret eder. Lokman Hekim’in üslupla ilgili en çarpıcı sözü ise “Sesini kıs. Seslerin en çirkini şüphesiz eşeğin sesidir”[20] sözüdür. Bu ifade ile bize verilen mesaj şudur: “Bağırmak çirkinliktir. Eşek gibi bağırırsanız, çirkinleşirsiniz”.
Bu nedenledir ki Allah Teala, Hz. Musa ve Hz. Harun ‘a “ Firavn’a bağırıp çağırmadan, kaba ve katı olmadan, nazik bir üslupla hitap etmelerini istemiş, Peygamberimizin de hâssaten bu özelliğini övmüştür. Bu nedenledir ki, konuşmalarımızda yapıcı bir dil kullanmak, hakaret içeren sözcükleri kullanmamak gerekir. Mesela birine “yalancı” demek yerine,-ki günümüzde hakaret olarak algılanıyor- “doğru söylemiyor” veya “ hilaf-i hakikat beyanda bulunuyor” demek, daha yapıcı bir dili ifade ediyor. Bir başka ifade ile “Seni sevmiyorum” veya “Sen zaten hep böylesin” demek yerine, “Senin şu tavrını sevmiyorum, yada beğenmiyorum ” demenin, daha nazik, daha saygılı ve mütevazı bir üslup olduğu da unutulmamalıdır. Ne var ki günümüzde insanları eleştirmek, eserleri eleştirmekten daha acımasız ve daha sert bir görünüm arz ediyor. İnsanların bir sözüne, bir tavrına veya bir düşüncesine bakarak, onları eleştirmek, eleştirilerin de ötesinde hakaret etmek, su-i zanda bulunmak, iftira etmek, aşağılamak, itibarsızlaştırmak günümüzde artık vak’ai adiyeden sayılıyor. Dolayısıyla eleştiriler, suçlamalara ve hakaretlere dönüşüyor.
Bu nedenle yaptığımız tenkitlerde dilimize azamî özen göstermek, sözü güzelleştirme açısından büyük önem arz ediyor. Tenkit denince ne anlıyoruz ve nasıl bir tenkit yapıyoruz? Yaptığımız tenkit doğru mu ve doğru olduğunu düşündüğümüz tenkidi doğru biçimde mi yapıyoruz? Yoksa tenkit diye karalama mı, daha da ötesi hakaretle karışık bir yargılama mı yapıyoruz? Bir başka ifade ile önce kendimizi savcı yerine koyup, sonra da hâkim olarak karar mı veriyoruz? Eleştirilerimizdeki amacımız, “Üzüm yemek mi yoksa bağcıyı dövmek mi? Hz. Peygamber, çoğu zaman gördüğü hataları eleştirirken, isim vermeden, eleştirir, “Size ne oluyor ki içinizden bazıları şöyle şöyle yapıyor” diye konuşurdu. Bu da bize gösteriyor ki, Onun amacı üzüm yemekti, bağcıyı dövmek değil. Bu amaca yönelik olarak söylediği şu sözler, bize rehber olmalıdır:
“Kul, Allah’ın hoşuna giden bir söz söyler, fakat onunla Allah’ın rızasını kazanacağı hiç aklına gelmez. Hâlbuki Allah, o söz sebebiyle, kendisine kavuştuğu kıyamet gününe kadar o kimseden razı olur. Yine bir kul da Allah’ın gazabını gerektiren bir söz söyler, fakat o sözün kendisini Allah’ın gazabına çarptıracağını düşünmez. Oysa Allah, o kimseye o kötü söz sebebiyle kendisine kavuşacağı kıyamet gününe kadar gazap eder.” [21]
Dili kullanma konusunda yazılmış en güzel yazılardan biri de Ezop’un “dil” ile ilgili masalıdır. Onun bu masalını daha ilkokul 5. Sınıfta iken hocamızdan dinlemiştim ve bunu hayatım boyunca da hiç unutmadım. Bir gün efendisi Ezop’a çok sevdiği bir dostunun kendisini ziyarete geleceğini, bu nedenle de dünyanın en güzel ve en leziz yemeğini hazırlamasını söyler. O da kasaptan aldığı dilden bir yemek yapar. Efendisi, onun hazırladığı bu yemeğe çok kızar ve ona “Dünyanın en güzel ve en leziz yemeği bu mu?” der. O da “Evet efendim, dünyadaki en güzel, en tatlı şey dildir. İnsanlar dilleriyle anlaşırlar, dilleriyle dua ederler, diğerlerine karşı sevgilerini dille anlatırlar. Dil olmasaydı, insanların hâli ne olurdu?” der.
Aradan bir müddet geçtikten sonra efendisi Ezop’dan bu defa sevmediği bir kişinin kendisini ziyaretine geleceğini, bu nedenle de en kötü yemeği hazırlamasını ister. Ezop da yine dilden yemek hazırlar ve gelen misafire ikram eder. Efendisi Ezop’un daha önce güzel diye getirdiği yemeği, bu defa en kötü yemek diye getirişine çok kızar ve “ Ne diye en iyi yemeği, en kötü yemek diye getirdin?” der. O da bunun üzerine, “ Efendim, dünyadaki en acı, en çirkin, en kötü şey dildir. İnsanları, birbirine düşüren, kavga ettiren, aralarını açan, savaşlar çıkartan dildir. İnsanın başına gelen pek çok felaketin sebebi yine dildir” diye cevap verir.
Benzer bir hikaye de Lokman Hekim’le ilgilidir. Lokman Hekim’e efendisi bir gün “Bir koyun kes ve en güzel iki parçasını bana getir” der. O da koyunun dili ile kalbini getirir. Efendisi “Bu iki parçadan daha güzel bir şey yok muydu? “der. Lokman Hekim susar ve bir şey söylemez. Bir başka zamanda efendisi ona “ Bir koyun kes ve en kötü iki parçasını baba getir “ der. Lokman Hekim yine koyunun dilini ve kalbini getirir. Efendisi ona “ Sana en güzel iki parçasını getir dedim, bana koyunun dilini ve kalbini getirdin; ikinci kez bu defa en kötü iki parçasını getir dedim, yine dilini ve kalbini getirdin Bu ne demek oluyor? ” diye sorar. Lokman Hekim’de “ “Efendim, güzel olduklarında, bu ikisinden daha güzel; kötü olduklarında ise bu ikisinden daha kötü bir şey yoktur” diye cevap verir. [22] Bu iki hikayeye Hacı Bektaş Velî’nin “ Eline, beline, diline sahip ol” özdeyişi ile, Yunus Emre’nin,
“Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz” [23] mısralarını da ilave ettiğimizde dilin, bir diğer ifade ile sözü güzel eylemenin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Çünkü “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.” Netice olarak Hz. Peygamber’in ifadesiyle her “Güzel söz sadakadır.”[24]
Bu beyti Türkiye Türkçesiyle şu şekilde nesre aktarabiliriz: “Söz olur savaşı sona erdirir, söz olur yarayı iyileştirir, söz olur zehirli aşı bal ile yağ eder.” Tabii ki beyitte maddi bir yaradan değil, manevi bir yaradan yani gönül yarasından bahsedilmektedir. Bazen insan öyle bir söz söyler ki başkalarının üzüntüsünü neşeye, kederlerini sevince dönüştürür. Mısranın ilk kısmında somut bir olaydan -savaştan- söz eden Yunus, devamında soyut bir durumdan söz ederek sözün her iki hâlde de tesirli olduğunu belirtmiş olmaktadır.” A. Azmi Bilgin, Yunusun Sözü, Türk Dili, Mart 2020, Yıl; 69, Sayı:819, Sayfa: 30-34
[1] Buharî, İman,37;
[2] Müslim İman,1.
[3] Fecr,89/14.
[4] Müslim, İman, 147.
[5] İsra,17/53.
[6]Tâhâ,20/43-44.
[7] Bakara, 2/83.
[8] .İsra,17/23
[9] Ahzab 33/70
[10] İsrâ 17/28
[11] Muhammed 47/20-21
[12] Nisâ 4/63
[13] Lokmân 31/6
[14] Zümer,39/18
[15] Al-i İmran,3/159.
[16] Buhârî, Rikak 23.
[17] Buhârî, Îmân 4.
[18]Buhârî, Edeb 31.
[19]Bakara, 2/263.
[20] Lokman,31/19
[21] Tirmizî, Zühd 12
[22] Kurtubi, el-Camiu’l Ahkam, Beyrut, Tarihsiz, 14/61.
[23] “ Bu beytin doğru şekli yazma ya da matbu divan neşirlerinde şu şekildedir:
[24] Buharî, Edeb, 34.