Yusuf kıssasında yine önemli bir noktaya geldik: suçlama karşısında masumiyetin korunması ve kefalet meselesi. Yusuf’un kardeşleri, hırsızlıkla itham edildiklerinde ne yapmışlardı? Sakin bir şekilde neyin kaybolduğunu sormaları aslında kendi masumiyetlerine olan güvenle “gerilimi düşürmeye” yönelik bir tavır mıydı? Bu yazıda onların bu davranışı ve olayların nasıl geliştiği üzerine tefekkür ederken, yönetim ve kefaletin o dönemki anlamına da yakından bakacağız.
Önceki yazımızda ele aldığımız ayette geçen “Ey kafile, siz mutlaka hırsızlarsınız!” (Yûsuf 12/70) şeklindeki suçlayıcı hitapla karşı karşıya kalan Yûsuf’un kardeşlerinin davranışı ve sözleri şöyle oldu: “Onlar da dönüp, ‘Ne arıyorsunuz.’ dedi.” (Yûsuf 12/71). Hz. Yûsuf’un kardeşlerinin, “Neyiniz çalındı?” demek yerine “Ne arıyorsunuz?” demeleri, hırsızlık yapmadıklarından dolayı kendilerini böyle bir suçtan uzak gördüklerini belirtmek içindir. Yani onlara göre aranan kap, kaybolmuş olabilir. Muhtemelen olaya odaklanmayı kolaylaştırmak, gerilimi artırmak için belirlilik takısı kullanmaksızın “çağrıcı (mu-eżżin)” (Yûsuf 12/70) denilmekle yetinilen kişinin suçlamasına Hz. Yûsuf’un kardeşlerinin cevap vermeyip, kendilerinden emin bir şekilde neyi kaybettiklerini sormaları, kendi masumiyetlerini ima eden bir tavırdır. Ayrıca bu olayda Hz. Yûsuf’un kardeşlerinin iradesini aşan bir durum vardır. Bu da onlar açısından onlara dönük ilahi bir müdahaledir.
Hz. Yûsuf’un kardeşlerinin su tasının çalınması konusunda alıngan bir tutum göstermemeleri, onları hırsızlıkla itham etme düzeyini düşürmüştür. Yani yanlışlıkla zahirelerine karışmış da olabilir. Teftişe gerek kalmaksızın zahiresini arayıp Melikin su kabını bulan olursa ödül alacaktır: “Dediler: Melikin su kabını arıyoruz. Onu getirene bir deve yükü[1] zahire vardır ve ben buna kefilim.” (Yûsuf 12/72). Hz. Yûsuf’un adamlarının “Melikin su kabını” aradıklarını söylemeleri, kaybolan şeyin kime ait olduğu vurgusuyla Hz. Yûsuf’un kardeşlerine meselenin ciddiyetini göstermek içindir. Yani Hz. Yûsuf’un kardeşleri, “Bunun için mi bizi durdurdunuz?” diyemeyecekleri bir durumla karşı karşıya kalmışlardır. Hz. Yûsuf’un Melike ait bir şeyi kardeşinin bineğine koyması, Melikin o kabı Hz. Yûsuf’a armağan etmiş olabileceğini akla getirmektedir. Melikin su kabının değerine “getirene bir deve yükü zahire” vaadiyle dikkat çekilmiştir. Bu vaade kefil olma iddiası, o dönemin Mısır hukukunda kefaletin bir yeri olduğunu gösterir. Bu ayet, iş bitmeden önce o iş için düşünülen hediyeyi garanti etmenin, dinen bir sakınca taşımadığına kanıt olarak görülmüştür. Ayetteki “ben buna kefilim” sözünü Hz. Yûsuf’un değil, onun emrindeki birinin (muhtemelen çağırıcı) söylediği düşünülürse eğer Hz. Yûsuf ona bu konuda yetki vermiş veya rıza göstermişse bu kişinin kefillik iddiasının dikkate alınabileceği söylenebilir.
Yûsuf sûresi 12/71.-72. ayetlerinde söz edilen Hz. Yusuf’un kardeşlerinin suçlama karşısında sergiledikleri tutum, bize haksız ithamlarla nasıl başa çıkmamız gerektiğini öğretir. Kıssaya dair bu ayetler, masumiyetin ve sakinliğin, gerilimli durumlarda en etkili savunma olduğunu bir kez daha göstermektedir. Günümüzde de hayatın farklı alanlarında suçlamalarla, iftiralarla karşılaşabiliyoruz. Bu gibi anlarda, kendimizi doğru yoldan ayırmadan, adalet ve dürüstlükten sapmadan yol almak en büyük erdemdir. Yûsuf kıssasından çıkarmamız gereken diğer bir ders ise her olayın ardında bir ilahi planın olduğudur. Bazen anlamakta zorlandığımız, hatta adaletsiz bulduğumuz olaylar, büyük bir hikmetin parçası olabilir. Bu kıssa bize, her ne olursa olsun, Allah’a güvenerek ve sabrı azık edinerek hareket etmemiz gerektiğini hatırlatmaktadır.
MURAT KAYACAN
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULŞAMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ
[1] Ayetteki “deve yükü”, ile kastedilen şeyin “eşek yükü” olduğu da söylenmiştir.