Bizde bir laf vardır, “kabahati gelin etmişler, alıcısı bulunmamış” diye. İnsanın en olumsuz yanlarından biri, kendisine toz kondurmaz tavrıdır. Olumsuz şeylerde vebali mutlaka başkasının boynuna asar. Lakin iyi olan ne varsa mutlaka dahli vardır.
Ve sonuç: Müslümanlık olarak hal-i pür melalimiz ortadadır. Yaşadığımız sefalet ve perişanlığımız sanki makûs talihimiz olmuş. İzzetin ve şerefin membaı olan bir dinin, izzet ve şereften yoksun müntesipleriyiz. İhtilaf ve tefrika sarmalında, benmerkezci, duygusuz ve hissiz kitleler olarak her yere savrulmaktayız. Piyasaya da bakarsak, ot biter gibi her yerden ‘bilenler güruhu’ ahkâm kesiyor. Lakin yaklaşık yüz elli yıldır değişen hiçbir şey yok. Değişen bir şey olmadığı gibi, daha da kötüye giden bir hal üzereyiz.
Eline geçen her fırsatta avama tokat atmayı ve bütün vebali onların boynuna asmayı alışkanlık haline getiren entelektüel tayfa, alaylı ulema, akademik camia bir kez olsun “bizde de hata var mı acaba?” demeyi aklına getirmiyor. Sosyal, siyasal ve iktisadi ilişkilerine dair öz eleştiride bulunmuyor. Sultanların sofrasından beslenenler, elleri nasırlı gariban insanların, zaman mekân değişse de değişmezleri olanların halinden anlamıyor.
Genel olarak bütün yeryüzü Müslümanlığı, özel olarak da kendi ülkemiz Müslümanlığının durumu içler acısı. Siyasi, iktisadi ve felsefi bir sömürü altında inliyor. Avam geçim derdine düşmüş, göz açtırmaz hayat şartlarında boğuşurken, avama bilinç aşılayacak, her türlü zulme karşı direnecek şuuru verecek olanlar, fildişi kulelerinde yeryüzü insanlığına yukarıdan bakıyor. Şurasını bilmiyorlar ki, yukarıdan bakanlar asla hakikati göremezler. Hakikati görmek için, aşağılara, sokak aralarına, avamın arasına inmek gerekir.
Her fırsatta İmam Ebu Hanife’nin hayat mücadelesini, direnişini destansı bir dille anlatanlar, mürcie gibi yaşayarak, siyasi iktisadi ve felsefi müdaheneden geri durmuyor. Diniden yırtarak dünyasını yamalayanlar, Firdevs cennetlerini hayal ediyorlar. Lakin bilmedikleri, ne yırtık dinlerinden ne de yamalı dünyalarından bir hayır görmeyecekler.
Sürekli dinden, imandan, amelden, peygamberden, sahabeden bahsediyorlar, fakat karşısındaki muhataplarının kalbinde hiçbir kıpırdanma olmuyor. Neden mi? Zira kalpten çıkmıyor, salt dilden sadır oluyor. Kalpten çıkmayan kelam, kalbe dokunamıyor.
Merhametsiz çağın, duygusuz ve hissiz medeniyeti, şuursuz avama şuur vermekle mükellef olanları bir şekilde bir yerde yakalarından yakaladı. Az veya çok kirlenmiş kalpleriyle, kirlenmiş fikirleriyle, kirlenmiş amelleriyle, dünyevi hesaplarıyla, ikircikli tavırlarıyla, hakikate giden yolu karmaşık hale getirdiler. Kalpleriyle dine bağlanmaya çalışırlarken, mideleriyle dünyaya bağlandılar. Makam mevkii, şan şöhret, unvan kariyer dertleri, bir yerlerde bir şekilde hep hakikatin önüne geçti. “Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık” misaliyle, söylenmesi gereken sözler, ağzına gelince hep geri yuttular.
En popüler felsefi tartışmalar arasında, “Müslümanlar neden böyle” merkezli tartışmalar yer almadı. Sahi neden böyleyiz? Ne oldu bize? Nerede, ne zaman, neyimizi kaybettik? Bu kaybedişin suçlusu kim?
Hiçbir şeyi umursamayan, işinde gücünde olan, dünya yansa eski asrı yanmayan avam mı suçlu? Yoksa her şeyi bilirken, dünyevi hesapları mesuliyetine galebe çalan ve dinin hakikatine dair her şeyi anlatmayan tayfa mı suçlu? Dünyevi iktidarların iktisadi zulmü altında inleyen gariban halk mı suçlu? Yoksa dünyevi iktidarlar ile ‘al gülüm ver gülüm’ yapan entelektüel tayfamı suçlu? Bilgiden ve malumattan haberi olmayan, askeri ücretle geçim derdi çekenler mi suçlu. Yoksa bilgi ve malumat üreterek, dünyevi iktidarların lehine kullananlar mı suçlu?
Kadim ulemanın üzerinde ittifak ettiği zaruret-i hamse vardır. Bunlardan biri bile yaşanan toplumda halel görmüş ise, halel gören unsurun yeniden ihyası bütün Müslümanların boynuna ‘farz-ı ayn’ dır. Bu kadar bilenlerin olduğu bir ülkede, bütün değerlerin bu kadar halel görmesi normal midir?
Elini vicdanına koyarak her kes bu soruya cevap aramalı. Ve suçlu ortaya çıkmalıdır. Bir toplumda bir münker varsa, muhakkak ki her fert sorumludur. Lakin şunu unutmayalım ki, bazılar diğerlerinden çok daha fazla suçludur. Hakikati haykırmanın mükâfatı olağanüstüdür. Fakat zulme karşı sessiz kalmak ise dilsiz şeytan vasfıdır.