İyi bir İslâm alimi olmak için Kur’ân’ı baştan sona ezberlemenin ve İslâm öncesi Cahiliyet dönemi Arapçasını, dolayısıyla Kur’ân’ın dilini çok iyi öğrenmenin gereğine inanırım.
Kur’ân’ın Kelimeleri ve Konularına Ulaşmak Kolaylaşmış İse de…
Son dönemlerde yapılan ilmî çalışmalar, Kur’an hafızı olmayanlar için de Kur’ân kelimelerine ve konuların yer aldığı sûrelere ve âyetlere ulaşmayı kolaylaştırmıştır. Kolaylaştırmış olsa da hafızlık bence önemini korumaktadır. Hafız olup da Arapça bilmeyen veya iyi bir mealden, telif veya tercüme güvenilir tefsirlerden bilgilerini geliştiremeyenler ise acınacak durumdadır.
Önce Türkçe Sonra Arapça ve İngilizce
Yetiştireceğimiz nesillere önce Türkçemizi öğretmeliyiz. İlim ana dilde yapılabilir. Sonra da herhangi ilmi bir disiplin yanında güçlü bir Arapça ve dünyaya açılmak için de İngilizce öğretmeliyiz. Ama iyi bilinmelidir ki diller amaç değil araçtır. Yetiştireceğimiz gençlerimizi bizden daha güçlü olarak hayata hazırlamalıyız.
Eğer siz Kur’ân’ı, çalışmalarınızın merkezine alarak onu insanlığın hayat nizamı ve problemlerin çözüm kaynağı olarak öğretemiyor, bu bilgi ve bilinci aşılayamıyorsanız yetiştirdiğimiz ilim adamları, mevcut ilim adamlarımızın büyük çoğunluğu gibi tarihi dönem Tevrat alimleri gibi kitap hamalı olur:
“Kendilerine Tevrat verilip, içindekileri yapmakla mükellef kılınan, sonra da onunla amel etmeyip, ondan faydalanmayan Yahudilerin durumu, faydalı kitaplar taşıyan eşeklerin durumuna benzer. Allah’ın âyetlerini yalanlamaya alışmış olanların durumu ne kötüdür.
Çünkü Allah, böyle yaratılış gayesi dışında yaşantı sürdürenleri, asla doğru yola çıkarmaz.” (el-Cum’a 62/5)
Önemli olan kökü mazide olan âti (gelecek) olmak olduğuna göre geçmişi geleceğe bağlamak gerekir. Kur’ân’ın geçmişi açıklaması halimize ve geleceğimize ışık tutmak için değil midir?
Hutbelerimi Yazarken Konumuzla İlgili Âyetleri İnceliyordum
Hutbelerimi yazarken konu ile ilgili âyetleri incelerdim. Onları yeniden keşfeder gibi olurdum. Hafızlığım sağlamca olduğu için de Fatiha sonrasında okunacak âyetleri, hutbemiz içinde geçen âyet kümelerinden seçerdim. Mesela hutbenin konusu adalet ise Nisa 135 ile Maide 8’i veya Nisa 58 ile Nahl 90’ı okurdum. Pek tabii ki bu ayetler kısa görülebileceği için öncesi ve sonrasına âyetler ilave ederdim. Bazen de işlediğimiz konuya yakın ayetler okurdum.
Bunu yapamayacak kişi –bana göre- Süleymaniye Camii gibi bir camide İmam-Hatiplik yapmamalıdır. İster genç ister yaşlı olsun.
Görev İçin Asıl Olan Bilgi ve Bilinçtir
2019 Ramazan Bayramı’nda oğlum Eymen Faik, bana “Ben yetkili olsaydım senin gibi henüz daha 25 yaşında olan bir genci Süleymaniye Camiine İmam-Hatip seçmezdim,” dedi. Ben de ona ’ben de seçmezdim’ dedim ve ilave ettim:
– Asıl olan yaş değildir. Kur’ân’ı güzelce okumadır, okuduklarını ana hatlarıyla anlamadır. Anladıklarını anlaşılır bir Türkçe ile yazmadır. Yazdıklarını sunabilmektir. Örnek bir şahsiyet olabilmektir.
Bir bilgemiz akıl yaşta değil baştadır ama aklı da başa getiren yaştır, der. Yukarıdaki vasıflar da bir ölçüde yaşı gerektirdiği için yaşa itibar ediyoruz.
Süleymaniye Camii Hatipliği için başvuruda bulunan 22 kişinin en iyisi bendim. Ben gençtim ama 5-6 yıllık İmam Hatiplik tecrübem vardı. Kur’ân’ı namaz kıldırarak mihrapta birkaç defa hatmetmiştim. Çok çok okuyup az yazarak ve yaşantımı İslâmî ölçülere göre düzenleyerek gelişim yollarını tırmanmaya çalıyordum. Bu sebeple ilim ehli insanlar da beni kabullenebildi.
Maksadım Bir Yaraya Parmak Basmaktır
Maksadım kendimi anlatmak değil bir yaraya parmak basmaktır. Benim dönemimde adaylar azdı. Ama şartlar değişti ve İmam-Hatip adayları çoğaldı. Çoğaldı ama Diyanet’in açıkladığımız vasıflara sahip adam seçme gibi amacı olmadı. Bugün de yoktur.
Diyanet, Ordumuz gibi laik bir kurumdur. İmam Hatiplik için İslâm’ı hayat düzeni olarak sunabilecek vasıflı, bir diğer anlatımla bilgili ve bilinçli kişiler aramaz. İstenen, kıraatı /okuyuşu düzgün ve sesi güzel olup da Kur’ân cahili olan ve eline verilecek hazır hutbeyi okumakla yetinecek laik düzene boyun eğecek insanlardır.
TRT’de güdülen de bu tür bir politikadır. Örneğin birkaç yıldır TRT’de Kur’ân’ı Güzel Okuma yarışmaları yapılmaktadır.
Yarışmalar düzenleyelim de peki amaç nedir? İslâm Dini’nin ve onun omurgasını oluşturan Kur’ân’ın anlaşılmasına katkı vererek tükenmişlik halinde olan dünyamıza ve ülkemize aydınlık ufuklar açmak mı?
Amaç Ne? Kur’ân’ı Anlamak mı?
Kur’ânı okutalım, güzel okuma yarışmaları düzenleyelim de mânası anlaşılmayan, sahih bir şekilde yorumlanmayan ve ışık tutması gereken alanlara dikkat çekilmeyen Kur’ân’ın okunmasının kime ne faydası var? Değil yalnızca TRT’de, bütün kanallarda 24 saat, 365 gün Kur’ân okutulsa ne değişir?
Okutulacak Kur’ân’ın emrettiği şekilde geride eşini ve çocuklarını bırakarak ölen kişinin ana babasına miras hakkı tanıyabilmek için atılım yapabilecek miyiz?
Laiklik bize Osmanlı döneminde batı sömürüsüne payanda olarak dayatılmıştır. Böyle de devam ediyor. Bir diğer anlatımla Kur’ân’ın anlaşılmadan okunması serbesttir ama içeriğini fiilî talep, değinildiği üzere Anayasanın 24 maddesine göre suçtur. 3
Kur’ân en çok okunan ama anlaşılması Müslümanlar tarafından bile talep edilmeyen terkedilen bir kitap olmuştur. [1] Olmuştur da dertlenip ağlayan da yok gibidir.
Maraş’ın İşgalinde Fransız General
Maraş’ı işgalleri sırasında her gün beş defa tekrarlanan ezana kulak kabartan Fransız general, okunan ezanların Fransız çıkarları ile çelişip çelişmediğini sorar. Çelişmediği cevabını alınca da devam edebilirler, der.
Anlatılmadığı için anlaşılmayan Kur’ân’ın okunmasının hangi sisteme faydası veya zararı olabilir? Güzel okuma yarışmasına da devam edilebilir?
Anlayana sivrisinek de saz.
Hulâsa
Ben, şehirlerin merkezi Cami İmam – Hatiplerinin, ihtiyaca göre hutbesini yazabilir, güzel bir Türkçe ile sunabilir ve de Fatiha sûresi sonrasında okuyacağı âyetleri hutbe konusundaki âyetlerden seçip okuyabilir olmasını isterim.
Şehirlerin merkezi camii imam hatiplikleri ilahiyat kürsülerinden daha önemli değil midir?
Rahmetli Nevzat Yalçıntaş Hoca bana “Senin bu Süleymaniye Camii Minber’in bizim İktisad Fakültemizin altı kürsüsüne denktir” demişti.
Doğru söylemediğini kim iddia edebilir.
[1] el-Furkan 25/30
(İstismar ve kötüye kullanmaya evet de halkın bilinçli demokratik talepleriyle “Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma” ya yasak getirilmesi Din hürriyetini çiğnemek değil midir? Bu konuların tartışılamadığı demokratik hukuk devleti hatta özgürlükçü laik bir devlet sistemi olabilir mi?)
(DEVAM EDECEK)