Gündem

VAHDETTİN VATAN SEVER BİR KAHRAMANDI (I)

Gelin bugün tarihin tozlu rafları arasında küçük bir gezinti yapalım…

İdeoloji simsarlığı yapmadan…

İşin gerçeği, yapacağımız bu  küçük tarihi yolculukta, kozmik bir labirentin içinde yer alacağımızı da biliyorum ya… Olsun!

Aslında Vahdettin, iki arada bir derede kalmış bir padişah…

Kimilerine göre, İstiklal savaşının gerçek planlayıcısı ve örganizatörü… Kimilerine göre de İngiliz Malaya gemisine binerek kaçan bir hain…

Vahdettine hain yaftasını yapıştıranların; Vahdettin’in çok sevdiği atlarını satarak Mustafa Kemal’i Samsuna’a görevlendirdiğini kabul etmeyenlerin, bizlere açık ve net bir şekilde vermesi gereken iki cevapları var…

1-Dünyaya bir dönem damga vurmuş ve süper güç olmuş Osmanlı dönemi gibi bir dönemi kapatmış ve Cumhuriyetimizin kurulmasına vesile olmuş, tarihe tanıklık edecek olan BANDIRMA VAPURU nerede veya bu vapura ne oldu?

2-Bandırma vapurunun seyir defteri nerede?

Dedik ya kozmik bir labirent içinde yol alacağız diye…

Bu iki sorunun cevabını bilmeyen ve veremeyen insanların, bu yazıyı eleştirme hakının da olmadığı kanaatindeyim…

Zira Mustafa Kemala Paşa’dan önce yine Vahdettin tarafından Trabzon’a gönderilen ve milli mücadelenin başlangıcı için stratejik adımlar atan Kazım Karabekir paşanın 1931 yılında yayınladığı hatıralarının tümünü okuma şansımız da yok… Çünkü bu hatıra kitabı, okuduklarımı yanlış hatırlamıyorsam 1931 yılında toplatıldı ve yakıldı…

Sahi bu arada Latife Hanımın tuttuğu günlüklere ne oldu? Onlara da erişme şansımız yok maalesef…

Şunu peşinen ifade  edelim ki, Vahdettin’i haklı çıkararak Mustafa Kemal’i haksız, birilerinin yaptığı gibi de Mustafa Kemal’i haklı çıkararak Vahdettin’i haksız çıkarmak gibi bir derdim de yok… Tarihi seyir içinde olayları bütününden kopartmadan ele almak, Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı Devletinin bir bakiyesi olduğunu ve TBMM’in de çıkarılan ilk kanunun da Meclisi Mebusandan kalma vergi kanunu olduğu bilinciyle gerçeklere parmak basmak gibi bir derdim var…

Öyle zannedildiği gibi osmanlı, 1kg. şeker bile üretemeyen bir devlet değildi. Osmanlı, gittiği yerlere adalet götüren, insanları kendi dinlerinde serbest bırakarak dini ve sosyal yaşantısını teminat altına alan, dünyada eşi ve benzeri olmayan bir devlete ve kanun yapısına  sahipti.

Evet, osmanlı devleti padişahlık ile yönetiliyordu. Günümüzde padişahları kötüleyenlere ve batı hayranlığı içinde olanlara bir hatırlatma yapalım. Şimdi olduğu gibi o dönemde de Avrupa’da Krallar vardı ve Osmalı Padişahları gerektiğinde mahkeme önünde hesap verirken, Krallar astığı astık kestiği kestik bir anlayış ile hareket ediyorlardı. Engizisyon mahkemelerini hatırlamak ve unutmamak gerekiyor. Buna mukabil Fatih Sultan Mehmet Han’ın mahkeme önünde yargılanarak ceza aldığını da aklımızdan çıkarmayalım…

Yani sizin anlayacağınız, daha düne kadar (1970-75) zencilerin lokanta, otobüs ve lavabolarını bile ayıran batı ve Avrupa’nın, şimdi kalkıp insan hak ve hürriyetlerinden söz etmesi ve bunu savunması, sizi bilmiyorum ama benim için zerre kadar anlam ifade etmiyor…

Eğer bu yazımızda doğru tespitler yapmak gibi bir derdimiz varsa; II. Mahmut döneminden sonra Tanzimat ve yenilik hareketleriyle başlayan Batı hayranlığının, Osmanlı Devletinin rotasını değiştirdiğini itiraf etmeliyiz…

Bu girişten sonra gelelim Vahdettin konusuna…

Sultan Mehmed Vahdettin, 1918 yılında tahta oturduğunda, 1. Dünya savaşının korkunç tablosu ile karşı karşıyaydı. Aradan geçen üç ay gibi kısa bir süre içinde Osmanlı devletine dayatılan Mondros mütârekesi (30 Ağustos 1918) imzalanmak zorunda kalınınca, itilaf devletleri ülkemizi işgal etmeye başladılar…

Tabii hiç gereği yokken, büyük Turan imparatorluğu hayali ile Osmanlı’yı  harbe sokan İttihat ve Terakki partisinin ileri gelen paşaları, Enver, Talat ve Cemal paşaları da hatırlatalım ki, Osmanlı’yı ve dolayısıyla son padişah Vahdettin’i anlamada zorlanmayalım. Hülasa Vahdettin, inciden, altından ve gümüşten bir tahta değil, kor tutmuş bir ateşin üzerine oturmuştu…

Mütareke imzalanır imzalanmaz İngilizler Musul’a girdiler. Böylece de 1. Dünya savaşını çıkaran İngilizlerin, bunu petrol kaynakları  için yaptığı, açık ve net bir şekilde ortaya çıkmış oluyordu. 1920 yılının 16 Martın da ise Müttefik donanması, güzel  İstanbul’umuzu işgal ediyordu. Yunanlılar İzmir’e, Fransızlar Güney Anadolu’ya, İtlayanlar ise ülkemizin Güneybatısına girmişlerdi. Osmanlı ordusu terhis ediliyor, silah depolarının başına ise müttefik kuvvetlerinin askerleri nöbetçi olarak dikiliyordu.

Elde kalan sadece, padişahı korumak ile görevli 700 kişilik küçük bir birlikti…

Şimdi sormak istiyorum size…

Böyle bir durumda kendinizi lütfen Vahdettin’in yerine koyun ve ne yapacağınıza lütfen bir karar vermeye çalışın…

Böyle bir durumda dahi Vahdettin, ülkenin kurtulması noktasında ümitsizliğe düşmemiş, çareler aramıştır…

Vahdettin Han, ilkönce, Anadoluya geçip kendisi Kurtuluş mücadelesini başlatmayı düşünmüş, ancak İstanbul’un Rum’lara verileceği tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Zaten bunu duyan İngilizler, Vahdettin’in Anadolu’ya geçmesi durumunda İstanbul’u Rum’lara vereceklerini açıkça Padişaha bildirmişlerdi.

Yani sözün özü padişahın İstanbul’da eli kolu bağlıydı…

Vahdettin’in, Anadoluya gönderebileceği, lider ve önderlik kabiliyeti olan ve halkı organize edecek güvenilir bir kişiye ihtiyacı vardı. Ama bu güvenilir kişi kim olabilirdi?

Zaten Vahdettin, Kazım Karabekir Paşayı Trabzona’a gönderemiş, Erzurum’da komutanı olduğu 15. Kolorduyu terhis etmemesini de emretmişti. Milli mücadelenin alt yapısını oluşturmak için Kazım Karabekir paşa Trabzon’a gitmişti ama bu işe liderlik yapabilecek biri daha lazımdı…

Vahdettin’in düşündüğü birkaç isimden biri de Mustafa Kemal Paşaydı. Zira Mustafa Kemal Paşa, Vahdettin’in şehzadeliği zamanında onun yaverliğini yapmış, Almanya gezisi esnasında yanında bulunmuş hatta trende karşılıklı sigara bile içmişlerdi.

Ancak böyle  önemli bir işi üstlenecek insanı, ince eleyip sık dokuyarak düşünmeliydi Vahdettin. Zira söz konusu vatan ve milletin geleceğiydi. Yapılacak olan en ufak bir hata, zaten işgal altında olan Anadolu topraklarında, milletin geleceğini tehlike altına sokacaktı. Türk milleti ya tarih sahnesinden silinecek ya da küllerinden yeniden doğacaktı…

(Yazımız devam edecek)

Selam saygı ve muabbetlerimle….

MİRATHABER.COM -YOUTUBE-

Şaban DOĞAN

View Comments

Recent Posts

  • Gündem

Uluslararası Ceza Mahkemesi, Netanyahu ve Gallant İçin Yakalama Kararı Çıkardı!

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…

5 saat ago
  • Gündem

KUR’ÂN ARAŞTIRICISIYDI BEL’AM MI OLDU!

Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…

6 saat ago
  • Gündem

YALNIZCA VE SADECE MİLLETİMİZİN ASKERLERİNE MUHTACIZ

Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…

10 saat ago
  • Gündem

İBB Meclisi’nde İstanbul’da Suya Her Ay Zam Yapılacak

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…

10 saat ago
  • Gündem

Marmara’da Lodos: Deniz Ulaşımı Olumsuz Etkilendi

İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…

12 saat ago
  • Makale

Evrensel Bir Kişilik Profili: Ebu Leheb ve Karısı (1)

Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…

12 saat ago