Bu sene (2023) A Milli Kadın Voleybol takımının Avrupa şampiyonluğunu kazanması çeşitli tepkilere yol açtı. Tepki gösterenleri iki ana gruba ayırmak mümkün: Biri şampiyonluğu büyük bir heyecanla kutlayanlar, diğeri eleştirenler.
Kolayca tahmin edileceği üzere, kadınların başarısını heyecanla karşılayanlar laik batıcı kesimlerdi, eleştirenler de muhafazakar dindarlar. Lakin böyle olmadı, kadın voleybolcularının Avrupa şampiyonluğunu sadece laik batıcı çevreler değil, bu heyecana kimi “dindar”-muhafazakar kesimler de katıldı.
Laik batıcı çevreler sevinçlerini şu cümleyle dile getirdiler: “Kadın Voleybol takımımız, ulu önder Atatürk’ün gösterdiği yolda, çağdaş Türkiye özlemini yansıttılar.”
Bu kesimin heyecanını, sevincini anlamak mümkün. Ama sağcı mühefazakar kesimin aynı sevinci ve heyecanı duyması hayli önemliydi. Bence üzerinde durmayı hak eden nokta budur.
Dinini ciddiye alanlar genellikle ve doğru biçimde kadınların kısacık şortlar ve dekolte üst kıyafetlerini/formalarını öne çıkardılar. Denilen şu: İslam dininin sabit hükümleri referans alındığında mü’min kadınların “kendiliğinden görünen hariç (el, yüz, ayak)” (24/Nur, 31) kadın vücudunun diğer bölümleri avrettir. Bu açıdan bakıldığında voleybolcuların giydikleri takım üniforması Kur’an’ın bu açık hükmünü ihlal etmektedir. Bu ilahi hükmü hiç kimse ve hiçbir yorum/te’vil değiştiremez.
Bu hükmü açık yüreklilikle hatırlatanlar oldu. Bunlardan biri Zonguldak İl Müftülüğü’nde görev yapan Ali Koblay, gayet dolaylı bir ifade kullanarak voleybocuların kıyafetinin “sakıncalı” olduğunu hatırlattıktan sonra, “başarı için her yolun mübah olmadığını” söyledi.
Tabiatıyla laik kesimler sert tepkiler gösterdiler, vaiz neredeyse lince maruz kalacaktı. Tepkiler üzerine bir açıklama yapan Zonguldak İl Müftüsü Aşır Durgun, vaiz Ali Koblay’ın sözlerinin maksadını aştığını belirterek, “Kendisiyle görüşüp ikaz ettim. Çok üzgün olduğunu söyledi. Her kim olursa olsun ötekileştiren ifadeler kullanması doğru değil. Bizler Diyanet İşleri Başkanlığı olarak Anayasa’nın 136’ncı maddesinde de belirtildiği gibi laiklik çerçevesinde her türlü siyasi düşünce dışında kalmak zorundayız. Milletimizin gururu olmuş, milli sporcularımız hakkında yani hedef gösterilerek böyle bir konuşma yapılması kabul edilmez. Tecrübeli bir vaiz olan arkadaşımız da genel ifadeler kullanıldığını söyledi. Bugün vaiz arkadaşlarımla bir toplantı yaparak bu tür konularda daha hassas olmalarını söyledim” dedi.
Müftülüğün yaptığı açıklamada garipsenecek bir şey yok. Tam olarak malum ilam etmiş. Söz konusu açıklamadan dolayı müftülüğü açıklamasından dolayı eleştirenler, Nasraddin Hoca’ın dışarıda kaybolmuş iğnesini gece ahırda samanlıkta araması gibi sorunu yanlış yerde arıyorlar. Sorun şahıslarda değil, kurumsal yapıdadır. Meşhur bir Romalı senatör vardı, her sabah Senatoya her kapıdan girişinde şöyle bağırırmış:
“-Senatörler iyi, Senato kötü!”
Bu meselenin bir yanı.
Diğer yanı ise sağcı muhafazakar-(mütedeyyin) medyanın şampiyonluk haberini verme şekliydi. Neredeyse hergün biraz daha derinleşen ahlaki krizimizi şümullu bir bakış açısıyla görmeye yanaşmayan bu “sağcı-muhafazakar” medya, voleybolcuların fotoğraflarını sansürleyerek şampiyonluğu laik batıcı çevreler tadında büyük bir heyecanla verdiler.
Sağcı muhafazakar medyaya göre sorun sporcuların bedenlerinin açık kısımlarıydı; eski Ankara Belediye Başkanı’na göre ise, elde edilen başarı önemliydi fakat milli takımda “eşcinsel (lezbiyen)” bir sporcunun yer alması başarıyı gölgeliyordu.
Demek ki mesela sporcu bayanlar haşema türü kıyafetle bu tür müsabakalara katılsa –ki İran bunu denedi-, bir de Sultan Abdülhamid’e laf atan bir eşcinseli içlerine almasa ortada sorun kalmazdı.
Sosyal psikoloji açısından olay üzerinde imal-i fikr edecek olsak, laik batıcı kesim için voleybocuların salt şampiyonluk başarısını elde etmelerinden çok, sporcuların vücutlarının önemli bölümünün açıkta olması ve bunun “Atatürkçü çağdaş laik Türkiye” resmini tescil ettirmesidir.
Sağcı, milliyetçi, muhafazakar (ve mütedeyyin) çevreler için sporcuların vücutlarından çok “milli takım” kimlikleriyle Avrupa’ya karşı başarı kazanmalarıdır. Nitekim eşcinsel sporcuyla ilgili bir kullanıcı “Müslüman Türk milleti olarak sana tahammül etmeye devam ediyoruz” diye bir twet atmıştı. Demek istiyordu ki “İslami tesettüre tümüyle aykırı, Abudlhamid karşıtı, üstelik bir lezbiyen de olsa, değil mi ki bize bir şampiyonluk getirdi bu sporcu bayana tahammül etmek durumundayız.” Çünkü lezbiyen bayan “Savaşa savaşa kazanıyoruz!” diyordu.
Burada, batı dünyası karşısında iki asır öncesinden başlayan bir yenilginin bilinçaltımızda sakladığı bir eziklik duygusu söz konusu. Futbol takımlarımızdan biri maç kazanınca tribünlerin “Duy Avrupa!” diye bağırmaları gibi.
Sağcı muhafazakar medyanın bir köşe yazarı aslında olayı “iyi” analiz etti.
Diyordu ki, “Türkiye’nin şampiyonluğu gibi her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının tabii her milliyetçi muhafazakarın, yerli ve millinin gurur duyacağı, görmezlikten gelemeyeceği, göğsünü kabartacak bir başarı var… Bir vatansever asla böyle bir milli zafere kulp takamaz, bu sevince ortak olmamayı vatan hainliği gibi görür.” Gel gör ki, “biz birbirimizle uğraşıp duruyoruz, “İslami hükümlerin o kısmı da şu anda pek gündemde değil, orası çok da mühim değil. Haramların o kısmı görmezlikten gelinebilirdi…”
Olayın özeti bu.
Şu anda hükümran olan sağcı, milliyetçi-muhafazakar atmosferin bizi getirip bıraktığı menzil budur. Oysa sorun şu hususların teşruh masasına yatırılmasını gerektiriyor:
METİN GÖÇMEN