islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4815
EURO
36,4027
ALTIN
2.955,78
BIST
9.301,71
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
9°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C

“SÜNNET” BİZE NE İFADE EDİYOR?

“SÜNNET” BİZE NE İFADE EDİYOR?
2 Aralık 2023 08:59
A+
A-

Kavramsal olarak “izlenen yol, yöntem, örnek alınan uygulama, örf ve gelenek”  anlamlarına gelen “sünnet”, Hz. Peygamber için kullanıldığında, onun uygulamalarını ve gittiği yolu tanımlar. Dolayısıyla sünnetin ne olduğunu anlamak için Hz Peygamber’in konumunun iyi analiz edilmesi gerekiyor, zira çoğu kere  konuya  kategorik yaklaşılıyor ve bunun da  kafa karışıklığına sebep olduğu görülüyor. Yapılacak böyle  bir analizin de “kelim-i şehadet” üzerinden yapılmasında, hem gereklilik hem de yarar bulunuyor. Bilindiği gibi “kelime-i şehadet” te iki temel öge yer alıyor. Bunlardan birincisi, “Allah’tan başka ilah olmadığına inanmak”; ikincisi de “Hz. Muhammed’in Allah’ın kulu ve resulü olduğunu onaylamak.” Diğer bir ifade ile “kelime-i şehadet”,  hem Allah Teâlâ’nın insan karşısındaki konumunu/ilahlığını, hem de Hz. Peygamber’in Allah karşısındaki  konumunu/kul ve resul oluşunu  ifade ediyor.  “İman” da bu konumları kabul ve tasdik   etmenin adı oluyor.

Hz. Muhammed, her insan gibi beşerî vasıfları olan bir peygamberdir. Onun yemesi, içmesi, oturması, kalkması, konuşması da her insan gibi  tabiî ve fıtrîdir.  O bir peygamberdir, ama aynı zamanda bir babadır, kocadır, amcadır, hâkimdir, devlet başkanıdır, komutandır, kısaca yerine göre yasama; yerine göre yürütme; yerine  göre  yargı erkini elinde bulunduran  bir peygamberdir. Bir başka ifade ile Hz. Peygamber, yukarda saydığımız bütün bu sıfatların ve erklerin kendisinde birleştiği tek kişidir. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in peygamber olarak tebliğ ettiği ayetler ile tebyin ettiği ayetlerin dışında da kendi iradesi ile söylediği sözler, yaptığı işler, kısaca içtihatları da söz konusudur. Abdülcelil İsa, bu içtihatları kesin olan, zan, temenni,  niyet ve  istek ifade eden;  iznin  verme, yasaklama, uygun görme ve  dua  etme   şeklinde  tasnif eder.[1] Bu içtihatlarında onun  bazı hataları  olmuşsa da   bu hatalar  Allah tarafından tashih edilmiştir. Şayet Hz. Peygamber, söylediği her sözü ve yaptığı her işi, vahiy ile söylemiş ve yapmış olsaydı,  onun hata yapması söz konusu  olmazdı.   Zira bu durum, önce Hz. Peygamber’in hata yaptığı, daha sonra Allah tarafından bu hatanın düzeltildiği şeklindedir.

Hz. Peygamber’in diğer insanlardan tek farkı, kendisine vahiy gelmiş olması, yani  Allah tarafından  “resul” ve “nebi” olarak görevlendirilmiş olmasıdır.  Nitekim “Ey Peygamber! De ki: “Ben de sizin gibi bir beşerim. Ne var ki  bana  Tanrınızın tek  Tanrı olduğu vahyedilmiştir[2]  ayeti, bunu  açıklamaktadır. Dolayısıyla Hz. Muhammed, beşer olan bir resuldür. Bunun da anlamı, onun hem bir beşer, hem de bir  resul olarak  söylediği sözler ve yaptığı işler  var, demektir. Nitekim o da “resul Muhammed”  olarak  kendine  vahy edileni önce tebliğ,  sonra  da o tebliğ ettiklerinden gerekli gördüklerini  tebyin etmiştir. Sana da Zikr’i/Kur’an’ı indirdik ki insanlara kendilerine indirileni açıklayasın. Ola ki düşünüp öğüt alırlar” [3] ayeti, Hz. Peygamber’in tebyin görevini  açıklamaktadır. Onun bu tebyini  de genellikle lafızların içeriklerini doldurma, anlam genişletmesi veya daraltması şeklinde olmuştur. Özellikle taabbudî konulardaki lafızların içerikleri Hz. Peygamber tarafından doldurul­muş; namaz, oruç, hac ve zekât gibi kavramlar, onun tarafından açıklanmış ve hayata geçirilmiştir. Bu nedenle onun iman, ibâdet ve ahlak  konularındaki tebyinleri,  peygamberlik misyonunun bir gereğidir. Dolayısıyla hakimin verdiği bir karar,  nasıl ilgiliyi bağlıyorsa; Hz. Peygamber’in “resul Muhammed” olarak tebyinleri de inananları  bağlamaktadır.  Ancak   bu tebyinlerin  Hz. Peygamber’e aidiyeti konusunda   bazı sorunların olduğu da unutulmamalıdır. Zira Hz. Peygamber’e ait olmayan pek çok söz, ona aitmiş gibi nakledilmiştir. Hadis ilminde buna “mevzu hadis” deniliyor. Dolayısıyla Hz. Peygamber’e ait olanlarla, ona ait olmayanları ayırt etmek için ciddî çalışmaların yapıldığı ve olumlu sonuçların elde edildiği de biliniyor.  Ancak elde edilen bu sonuçların,  bilgi objeleri olsalar da Kur’an gibi bir  iman objesi olmadığı da anlaşılıyor. Zira   Kur’an, imanın objesini “tenzil” olarak gösteriyor. “Peygamber de müminler de tenzile iman etti[4]ayeti  bunu ifade  ediyor.

Hz. Peygamber’in haricindeki insanların Kur’an yorumları ise  Hz. Peygamber’in  tebyini gibi  bağlayıcı değildir ve  sadece o yorumları benimseyenleri  bağlamaktadır.  Ancak  Hz. Peygamber’in  “kul Muhammed”  olarak söylediklerinin,  “resul Muhammed”  olarak  yaptığı  tebyinler gibi bağlayıcı olup olmadığı konusunda  bir kafa karışıklığı da söz konusudur.  Daha açık bir ifade ile  Hz. Peygamber’in, hangi  yorumlarının ve davranışlarının bağlayıcı, hangi  sözlerinin  ve davranışlarının da bağlayıcı olmadığı konusunda bazı tereddütler mevcuttur. Bağlayıcı olan konular ile bağlayıcı olmayan konular tespit edilip ayrıştırıldığında bu kafa karışıklığı da bir oranda giderilmiş olacaktır.

Böyle bir  ayrımı, ayrıntılı bir  biçimde  yapmak   zor olsa da,  genel bir ayırımın, o kadar da  zor olmadığı görülmektedir.  Zira Kur’an’da yer alan “Onlarla istişare et[5] ayeti ile,  Hz. Peygamber’den yapılan bazı rivayetlerdeki muhteva, bize   bu konuda yol göstermektedir.   Bu ayet,  açıkça Hz. Peygamber’e ashabıyla istişare etmesini emretmektedir.  Ne var ki Hz. Peygamber’in, “resul Muhammed” olarak insanlarla istişare etmesi,  bizzat  “resul” kimliğine  ters bir durumdur. Zira resul olma, istişareyi değil; ilahî  mesajları insanlara doğrudan tebliğ ve tebyin etmeyi gerekli kılmaktadır. Bu bir Kur’an emridir ve  Hz. Peygamber de  bunun gereğini yapmıştır.  Bu tutum ve davranışıyla o, ashabına, dolayısıyla bütün Müslümanlara örnek olmuştur.  Ama “kul  Muhammed” olarak söyledikleri ve yaptıkları  böyle değildir. Zira “kul Muhammed” olmada istişare etme, düşünme, araştırma  ve mevcut hayat şartlarına göre  yaşama tarzı vardır. Nitekim, Bedir Savaşı öncesi ordunun karargahı konusunda askeri danışmanının tavsiyesine  uyarak kendi görüşünden  vaz geçmesi; Uhud Savaşının yeri konusunda  ashabıyla  istişare etmesi,  Selman-i Farisi’nin görüşüne  uyararak Medine’nin etrafına hendek kazdırması; hurma aşılama  konusunda Dünya işlerini siz benden daha iyi bilirsiniz”[6] demiş olması vs. gibi örnekler, Hz. Peygamberin  “kul Muhammed” olarak istişare ettiği alanları göstermesi açısından  büyük önem arz etmektedir.

Hurma aşılama konusunda Hz. Peygamber’in,  “Bu onlara bir fayda veriyorsa   bunu yapsınlar. Ben sadece bir zannımı (kanaatimi)  ifade ettim, beni zannımdan dolayı kınamayın. Ancak size Allah adına konuştuğumda onu alınız, zira ben O’na asla yalan isnat etmem[7] sözü ile yargı  konusundaki, “Ben ancak bir beşerim. Bana iki davalı geldiğinde onlardan biri diğerinden daha iyi davasını savunabilir ve Ben de buna bakarak onun haklı olduğunu zanneder ve buna göre hüküm verebilirim. Şu halde kime kardeşinin hakkından bir şey vermişsem, sakın onu almasın. Zira ona verdiğim ateş parçasından başka bir şey değildir.” [8]  sözü de bu ayırımı ifade etmektedir. Nitekim  buna benzer bir ayırımın da Bedir Savaşı öncesinde Hubâb b. Münzir tarafından yapıldığını görmekteyiz.

Hz. Peygamber, Bedir’de  ordunun yerleştirileceği yeri tayin eder ve  düşmana en uzak olan kuyunun çevresine yerleştirmeyi  düşünür ve bu düşüncesini de Hubâb’a  söyler.  Hubâb da Hz. Peygamber’e  bu kararın ilâhî bir işarete dayanıp dayanmadığını sorar; o da  bu kararın vahiyle bir ilişkisinin  olmadığını, kendi kararı olduğunu söyler.  Bunun üzerine  Hubâb, düşmanı susuz bırakmak için  orduyu onlara en yakın su kuyusunun yanına yerleştirmesini ve diğer kuyuların da  kapatılmasını tavsiye eder. Hz. Peygamber de onun bu tavsiyesine uyar.[9]

Sahabe, Hudeybiye antlaşmasının yapılış şekline ve ağır şartlarına  çok  üzülmüş ve içerlemiştir. Hatta bazı sahabîler, Hz. Peygamber’e  tavır bile almışlardır. Bu atmosfer içinde  Hz. Peygamber, ‘‘Kalkınız, kurbanlarınızı kesiniz sonra da tıraş olunuz’’ der ve  bu  emri  tekrar eder,  fakat hiç kimse,  bu emrin gereğini  yerine getirmek istemez. Bunun üzerine Hz. Peygamber, hanımı Ümmü Seleme’ye gelerek durumu ona anlatır, o da ‘‘Ey Allah’ın Nebisi! Bunun olmasını istiyorsan, hiç kimseyle konuşmadan kurbanını kes, tıraşını ol’’ önerisinde bulunur. Hz. Peygamber, hiç kimseyle konuşmadan kurbanını keser ve  tıraş olur.  Bunu gören sahabe de onu  takip eder. [10]

Hz. Peygamber’in, Müslüman olup olmadığı kesin olarak bilinmeyen Hâris b. Kelede’nin hekimliğine güvendiği, hastalanan sahâbîlere  tavsiye ettiği, Vedâ Haccı sırasında kalbinden rahatsızlanan Sa‘d b. Ebi Vakkās’ı ziyarete gittiğinde bizzat kendisinin Hâris b. Kelede’yi çağırtarak onu tedavi ettirdiği  de bilinmektedir.[11]   Ayrıca  Hz. Peygamber’in o dönemdeki mevcut  imkanlara ve şartlara  göre  yaşadığı   hayat tarzı da buna dahildir.

Netice olarak  Allah Teâlâ  tarafından Hz. Peygamber’e verilen Kur’an’ı  tebliğ  ve tebyin etme görevi ile istişare etme emri, birlikte ele alındığında, onun iman, ibadet ve ahlak konularındaki  ayetlerden  bir kısmını tebyin ettiği, bunun dışında kalan  konularda ise  ictihad ettiği  veya  “istişare et” emrine  uyarak  ashabından görüş aldığı  görülmektedir.  Bu da  bize  tebyin görevi gereği söylediklerinin ve yaptıklarının; içtihatlarında ise uyguladığı yöntemin/istişare  etmenin  bağlayıcı  olduğunu  göstermektedir.

Prof. Dr. Celal Kırca

YAZARIN DİĞER YAZILARINI OKUMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ

 

[1] Abdülcelil  İsa, Peygamberimizin İçtihatları, Çev. Hilmi Merttürkmen ve Abdülvehhab Öztürk, Ankara,1976.

[2] Fussilet,41/6;İsra,17/93-94.

[3] Nahl,16/44

[4]  Bakara,2/285.

[5] Ali İmran,3/159.

[6] Müslim, Fedail,141.

[7] Müslim, Fedail,139.

[8] Buharî, Mezalim, 16.

[9] M.Yaşar Kandemir, Hubâb b. Münzir. TDV İslam Ansiklopedisi,  İstanbul 1998, 18/264.

[10] Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk,  Beyrut, 1997, II, 124.

[11] Abdullah Köşe, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1997, 16/198-199.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar