Evet, Suriye olayına kültürel ve manevi açıdan bakarak onları bir “kardeş hukuku” ile korumaya çalışanlar ile, bu düşkün ve mağdur grupların zaaflarından ve sıkıntılarından faydalanarak siyasi ve iktisadi ve hatta cinsi menfaat sağlayanlar arasında ciddi bir “ahlâk ve dünya görüşü” farklılığı var. Bu farklılık, Türkiye ve diğer kardeş ülkelerde ortaya çıkan ahlâki ve kültürel sapmanın en bariz göstergesi olmaktadır.
Suriye’de iç harbin çıkmasıyla komşu ülkelere yoğun bir göç akımı başladı. Bu göç’e en fazla kapılarını açan Türkiye oldu. Çünkü Türkiye, hem nüfus ve hem de iktisadi imkânlar bakımından diğer komşu ülkelerden daha güçlü ve daha istikrarlı bir yapıya sahipti.
Katliamdan kaçan bir halka, el uzatmak ve onları himaye etmek önce insanlık borcudur. Fakat, Suriye gibi inanç, kültür ve tarihi birliktelik taşıdığımız bir kardeş toplum olunca, iş daha da önem kazanıyor ve sorumluluklar artıyor.
Olaya bu şekilde bakıp, gelen göçmenlere elinden gelen maddi-manevi yardım yapan Türk halkı, Suriye’lileri bu şekilde bağrına bastı. Aslında, Suriyeliler’den önce de Iraklı Müslüman, Hristiyan ve Yezidi gibi çeşitli gruplara da devlet ve toplum aynı müsamahakâr tavır göstermişti. Fakat, Suriye’liler kadar kalabalık bir toplu hareket olmadığından, konu üzerinde çok fazla durulmamıştı.
Türk halkı, Müslüman olan kardeş Suriye halkını büyük bir ekseriyetle sahiplendi. Fakat, bazı menfaatperest ve siyasi-ideolojik yönden hükümete karşı olan gruplar, başından beri Suriye meselesini toplum için bir yük ve tehlike olarak göstermeye çalışıyorlardı. Hatta bazı muhalefet partileri Suriyeliler’in oy kullanması ve vatandaşlık hakkı alması gibi, henüz karar verilmemiş konuları bile kamuoyunun gündemine getiriyorlardı. Halbuki, Suriyeliler içinde de iyi niyetli olmayan ve hatta rejimin emriyle göçmenler eliyle provoke göreviyle gelen çok sayıda kişi olduğu, çalışmalar sonunda ortaya çıkmıştı.
Bir diğer yandan, halkımız içinde bazı firsatçı, para gözlü ve insafsız kişiler; bodrum katlarını, lavoba ve banyosuz dükkanlarını, izbe mekânlarını aşırı yüksek fiyatlarla Suriye’li ailelere veriyor, bir kısım esnaf ise, düşük ücretlerle Suriye’li insanların emeklerini sömürüyordu. Bir başka kesim, Suriyeli dul kadınları veya kızları, cinsi isteklerini karşılamak üzere onların mağduriyetinden istifade ederek tuzağa düşürüyordu. Yani, halkın çoğunluğunun aksine, Suriyelileri siyasi, iktisadi ve hatta ahlâki manada sömüren ve onları kullanmak isteyen birtakım gruplar da ortaya çıkmıştı. Bölgedeki hadiseleri, Suriyeli’lerin varlığına bağlayıp, kendi problem ve sıkıntılarını onların üzerine yıkmak isteyen düşüncesiz ve cahil kesimlerin de, zaman zaman bu grupları linç etme girişimine şahid olmuştuk.
Özellikle Sakarya’da güzel bir Suriyeli kadının, cinsi saldırı ile karnındaki çocuğu ile birlikte öldürülmesi, aslında Suriyeli’lere Esad’dan daha kötü muamele eden bir “sapık zihniyeti” ortaya çıkartmıştır.
Evet, Suriye olayına kültürel ve manevi açıdan bakarak onları bir “kardeş hukuku” ile korumaya çalışanlar ile, bu düşkün ve mağdur grupların zaaflarından ve sıkıntılarından faydalanarak siyasi ve iktisadi ve hatta cinsi menfaat sağlayanlar arasında ciddi bir “ahlâk ve dünya görüşü” farklılığı var. Bu farklılık, Türkiye ve diğer kardeş ülkelerde ortaya çıkan ahlâki ve kültürel sapmanın en bariz göstergesi olmaktadır.
Çünkü her sosyal olay, bir diğer siyasi ve ahlaki olayla bağlantılı olmaktadır. Duygu ve düşünceleri, toplumun değer sistemleri ile bağlantısı olmayan kişi ve kurumlar; elbette ki tepkilerini, şahsi veya ideolojik saplantı ve menfaatler doğrultusunda şekillendirecektir. Bu gibi kişi ve grupların mantığında, başkalarının huzuru, rahatlığı veya dertleri herhangi bir önemi yoktur. Onlar, kendi “faydacı dünya”larında sadece şahıslarının ve gruplarının menfaatlerini gözetecek ve başkaları adına herhangi bir duygu ve düşünce içinde olamayacaklardır.
Halbuki gerçek insanlık, -bizim inanç sistemimizde olduğu gibi-kendisi için doğru ve faydalı olanı başkaları için de istemektir. Aslında günümüzün “hümanizm” kavramı böyle bir bakışa ulaşmaya çalışmaktadır. Ama, Müslüman ahlakı ve anlayışı, önce kendi yakınından başlamak üzere; en yabancı olana kadar Yunus’un ifadesiyle “Yaratılanı severim, Yaradan’dan ötürü” şeklinde gerçekleşen bir İnsanlık anlayışını asırlardan beri sürdürmektedir. İşte, bizi ve başkalarını ayıran temel zihniyet budur. Bu kişiler, isterse kendi vatandaşımız olsa bile..
Suriyeliler üzerinde oynanan oyun, uluslararası güçlerin de desteğiyle bütün bu sosyal problemlerin ötesinde, tehlikeli bir yöne doğru çekilmektedir. Önümüzdeki günler, bu yanlış zihniyetlerin uluslararası merkezlerin nasıl piyonu olduklarına gösterebilir.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…