Mekke Bildirgesi Zulme Karşı Mücadele Çağrısında Bulundu
Suudi Arabistan resmî ajansı SPA’da yer alan haberde, 27 farklı İslâmî grup ve mezhebe mensup 139 ülkeden bin 200 temsilcinin Suudi Arabistan Müftüsü öncülüğünde Mekke Bildirgesi’ni onayladığı duyuruldu. Mekke’de gerçekleştirilen konferansta onaylanan bildirge ile çeşitli din, mezhep, örf ve kültürlerle birlikte, bütün insani toplum bileşenleri arasında barış ve uyumun sağlanmasının amaçlandığı belirtildi. Her ne sebeple olursa olsun ülkelerin iç işlerine karışılmaması gerektiği belirtilen bildirgede, özellikle ekonomik hırslara bağlı siyasî bir hegemonya oluşturulmasının kabul edilemeyeceği vurgulandı ve her çeşit zulme karşı direniş gösterilmesinin gerektiğinin altı çizildi. Bildiri hazırlanırken, İslâm devletlerinin ilk anayasası kabul edilen Hz. Muhammed’in (sav) “Medine Vesikası”ndan ilham alındı.
Suudi Arabistan’ın İçişlerine Karışmamak Zulmü Onaylamak Demektir
Uluslararası diplomatik ilişkilerde bir ülkenin başka bir ülkenin içişlerine karışmaması gibi genel bir ilke mevcuttur. Elbette her ülkenin egemenlik hakkı çerçevesinde kendi kendini idare etme hakkına sahiptir. Ne var ki her ülke, insanlık adına bazı evrensel hukuk kaidelerine uluslararası ve ikili/çoklu antlaşmalara da uymak mecburiyetindedir. Nasıl ki Türkiye, AB’ye girmek için, AB standartlarına bundan böyle uyacağım deyip de bazen “ev ödevini” yapmadığında veya uyum sürecinde gerekli düzenlemeleri hayata geçirmekte ihmalkâr davrandığında AB’nin ilgili komisyonları tarafından sert ikazlara muhatap oluyorsa aynen bazı İslâm ülkeleri de ortak medeniyetimizin bir tezahürü olarak bazı işlerin yanlış yapıldığında birbirlerine uyarıda bulunabilmelidir.
Medine İslâm Devletinin kurucusu vasfını da taşıyan Peygamberimiz (sav) değil kendi idarî bölgesinde olan valilerine çağdaşı olan bazı komşu ülkelerin gayr-i Müslim hükümdarlara, kendilerine ilahî buyruğu iletmek ve onları İslâm’ı kabule davet etmek maksadıyla gönderdiği mektuplar, o ülkelerin iç işlerine karışmak gibi algılanabilir ama manevî/siyasî sorumluluğun bir gereği olarak bazen bu tarz tebliğler gerekli olabilir. Diğer taraftan o zamanın dünyanın süper gücü olan Bizans’a yönelik sert ve tehditkâr bir mektubun gönderilmiş olması, bunun özellikle adaletsizliğin yaygın olduğu ülkelerin devlet başkanlarına bir uyarı mahiyetinde yapılabileceğini göstermektedir. Bir ülkede zulüm hâkim olsun, hukuk rafa kaldırılsın, masum insanlar her çeşit zulüm görsün de dünya sessiz kalsın ve o ülkenin başında bulunan zalim devlet adamı, “iç işlerimize karışmayın” desin. Buna hangi vicdanlı bir insan razı olabilir ki?
Mekke Bildirgesi Güzel Ama…
Bildirgede Mekke’nin Müslümanların kıblesini içinde bulundurması ve dinin yayılma kaynağı olması bakımından, İslâm dünyasının manevî referans noktasını oluşturduğuna dair güzel tespitler mevcuttur. Toplumların dinî ve kültürel çeşitliliğinin çatışmayı ve kaosu asla haklı çıkarmayacağının altı çizilen Bildirgede, din ile hatalı politika arasında bir bağ kurulmaması gerektiğinin altı da çizilmiş. Bildirgede ayrıca Medine Vesikası’ndan yola çıkılarak, insanlar arası sevgi köprülerinin kurulması ve zulümle mücadele edilmesi gerektiği yönde çok hoş önerilerde bulunulmuş.
çin görüş birliğine vardı. İslâm ümmetinin yönetilemeyeceği ve dini meseleler başta olmak üzere, ilgili konularda adına ancak derin ilim sahibi olan alimlerin bu bildirge gibi bir fikir birliği sonucunda konuşabileceğine vurgu yapıldı. İslâm ümmetinin birleştirici kıblesi, din, dil, ırk ve renk ayrımı yapmaksızın, herkesin yararının amaçlandığı ortak dinî ve beşerî çalışmaları ile diğer ümmetlerden ayrıştığı ifade edildi.
Hakikaten Bildiride adalet ve meşru hürriyetlere dayanan kapsamlı bir vatandaşlık devleti inşa etmek gibi birlikte barış içinde yaşamayı sağlayan çok dikkat çekici maddeler bulunmaktadır. Ama Bildiride yine ülkelerin içişlerine karışılmaması gerektiğine dair uyarıların yapılması da dikkatlerden kaçmıyor. Suudi Arabistan neden acaba iki de bir “İçişlerimize Karışmayınız!” deme ihtiyacı duymakta ve neden öz eleştiriye açık bir ülke konumundan gittikçe uzaklaşmaktadır? Çünkü kendi ülkesinde Bildiride geçen hemen hemen bütün özgürlükçü maddeleri uyulamıyor da onun için. Dış dünyaya Medine Vesikası’nı örnek olarak göstereceksin ama kendi vatandaşlarına fikir özgürlüğünü çok göreceksin, farklı düşünen bilim insanlarına terörist damgası vuracaksın ve onlara zulüm uygulayacaksın.
Son olarak İslâm âlimi Selman El-Avde‘nin de bulunduğu 3 kişinin idam kararına ne demeli? Bizler Suudi Arabistan’ın ABD ile silah pazarlığı yapmanın ötesinde bu ülkeyi kullanarak, İran’ı vurmanın ve Müslüman’ı Müslümana kırdırmanın plânları karşısında hiç uyarıda bulunmayalım mı?
Trump, kongre onayı olmaksızın satış yetkisini kullanarak, bir taraftan iki İslâm ülkesi olan Birleşik Arap Emirlikleri’ne ve Suudi Arabistan’a 8,5 milyar dolarlık silah satarken, diğer taraftan da başka bir İslâm ülkesi olan İran’a yönelik yaptırımlarını arttırması karşısında hiç mi kaygı duymayalım? Devlet eliyle yapıldığı anlaşılan Cemal Kaşıkçı vakasında olduğu gibi izahı sıkıntılı meseleleri hiç sorgulamayalım mı? Şeriatı uyguladığını iddia eden Suudi Arabistan’da az buçuk muhalif olan gazetecilere, duyarlılığın bir gereği olarak alternatif görüş beyân eden veya bazı İslâm dışı uygulamalara tepki gösteren âlimlere ve kanaat önderlerine yapılan baskıları görmezlikten mi gelelim? Bunun “Medine Vesikası’nda hiç yeri var mıdır? Neden hep rejime yakın, devlet politikalarına arka çıkan konferanslara izin veriliyor ve bu yönde Bildiriler hazırlanıyor da Hak adına yapılan yerli ve makul itirazlar ve uyarılar dikkate alınmıyor? Alınmadığı gibi devlet terörizmine müracaat ediliyor?
Ezcümle
Modern dünyada İslâm ülkeleri ve toplumları, Medine Vesikası ekseninde çağdaş bir sosyal/siyasî/iktisadî model geliştirememenin ıstırabını yaşamaktadır. Otoriter rejimler, Medine Vesikası gibi İslâmî modelleri dahî kendi amaçları doğrultusunda kullanmakta ve kendi zulüm sistemlerini kamufle etmek maksadıyla sözel uyarıları dahî bir tehdit gibi algılamakta ve farklı görüşleri elimine etmenin yollarını aramaktadır.
İslâm’ın en önemli iki kaynağı Kur’ân ve Sünnet, despotik devletlerin tekeli altında kaldığı sürece, ne İslâm ülkelerinde, ne de dünyada İslâm’ın öngördüğü SİLM yani birlikte yaşamanın temeli olan sosyal barış temin edilebilecektir. İslâm nurunun tezahürünün önündeki en büyük engel, demagoji ustası olup da mütedeyyin gibi görünen zalim Müslüman idarecilerdir. Bu gerçeği haykırmak, her vicdan sahibi Müslümanın bir görevidir.
Onun için özellikle âdil devlet adamları ve âlimler için, Suudi Arabistan’ın içişlerine karışmak, farz-ı ayindir. Aksi takdirde Suudi Arabistan’ın içişlerine karışmamak zulmü onaylamak anlamına gelir.
Ali Fuat AKÇAPINAR
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi