İsrailoğulları veya bir başka kavime olsun, verilmiş ilave görevin (tafdil) bir özelliği ilave görevi veren Allah’ın olmasıdır, kimse kendinden menkul kerametler, hasletler veya rivayetler öne sürerek başkalarına üstün olduğunu öne süremez, Allah kime tafdilde bulunmuşsa, bu mutlak olmayıp göreceli ve mukayyettir.
Tafdil, dini ve ahlaki görev ve sorumlulukların yerine getirilmesi, doğru bilginin başkalarına öğretilmesi, bildiği ve öğrettiğiyle amel etmesiyle ilgilidir.
Binaenaleyh İsrailoğulları diğer insanlardan farklı bir fıtrata, apayrı yaratılış özelliğine sahip değildirler, insan türünün üyesidirler.
Bu, aynı zamanda Yahudilere dinlerinden veya dinleriyle iç içe girmiş bulunan ırklarından (etnik köken) dolayı düşmanlık beslemek veya onları dışlamak olan anti-semitizmin niçin temelsiz, haksız bir ideoloji olduğunu da gösterir. İçlerinde salih olalar da vardır (3/Al-i İmran, 113). Bu dikkatten kaçırılmaması gereken bir noktadır. Şöyle ki:
Eğer İsrailoğullarının tümüne değişmez kötü bir öz hamledecek olursak, bu onları ilahi tebliğden sorumlu muhatap olmaktan çıkarır, yanı sıra Hz. Peygamber’in tebliği üzerine Müslüman olan Abdullah bin Selam, geçen yüzyılda ilmi ve fikri gayretleriyle öne çıkan Muhammed Esed ve Meryem Cemile gibi değerli şahsiyetlerin hidayetlerine ve mücahedelerine tatminkâr bir açıklama getiremeyiz.
Buna mukabil Yahudileri, yaratılış özellikleri veya ırkları dolayısıyla “üstün” görmek de, anti-semitizme temel hazırlaması dolayısıyla yanlış olup, Yahudileri –sırf dinleri veya ırkları yüzünden-Yahudi olmayanlar gözünde düşman görmelerine yol açar. Hitler, kendilerini “üstün ırk” görmeleri, buna dayanarak her türden şımarıklığı, hukuksuzluğu yaptıkları için Yahudileri tümüyle ortadan kaldırılmaları gereken “habis nesneler” olarak görüp suçlu-suçsuz/masum yüzbinlerce Yahudiyi soykırıma tabi tuttu, bu bir ırkın başka ırka karşı işlediği büyük bir cinayetti.
Bu açıdan bakıldığında Siyonizm, “üstün ırk, seçilmiş halk” gibi mitolojik iddialar öne sürerek bütün Yahudiler için küresel bir tehdit teşkil etmektedir; Adem ve Havva’dan gelen hiç kimse, bir başkasını –Yahudileri- ontolojik özellikleri dolayısıyla kendinden üstün görmek istemez.
Üstünlüğün diğer özelliği “şarta bağlı” olmasıdır. Yani, İsrailoğulları, Allah’ın Kelamına sımsıkı bağlı kalacak, Hz. Musa’nın öğrettiği ve emrettiği şeriattan ayrılmayacaktı. Kur’an-ı Kerim, hepsi değilse bile, İsrailoğullarının Kitabın kelimelerini yerinden oynattıklarını, semantiğini değiştirdiklerini, Şeriat’a uymadıklarını, peygamberleri öldürdüklerini ve Allah’ın emirlerine karşı büyüklenip karşı çıktıklarını, kendilerine verilen nimetlere şükretmeyip nankörlük ettiklerini söyler (2/Bakara, 87; 5/Maide, 12-13). Kur’an’a göre bu kötü tutum ve davranışları dolayısıyla İsrailoğulları –istisnaları hariç- yoldan çıkmış (fasık) bir kavimdirler (5/Maide, 20-26).
Kısaca, İsrailoğullarına verilmiş bulunan üstünlük, “tarihsel ve dönemsel”dir; “mutlak değil, görece”dir, “şarta bağlı”dır ve ilahi bir misyonu yerine getirmeleri için Alla tarafından kendilerine verilmiş olup bütün zamanlar için geçerli değildir. (Ayrıca bkz. Bakara, 122; 7/A’raf, 140; 44/Duhan, 32; 45/Casiye, 16).
Kur’an-ı Kerim, Müslümanlar için de “en hayırlı ümmet” der (3/Al-i İmran, 110). Tabii ki söz konusu “hayr” da Müslümanların Allah’ın iradesine ve rızasına uygun yaşamaları şartına bağlıdır. Müslümanlar da ilahi ve ahlaki görevlerini yerine getirmeyecek olurlarsa, isyan eden İsrailoğulları gibi kendilerinden menkul keramet ve retoriklerle, beşeriyetin “hayırlı ümmeti” olmazlar; hayır ve iyilik sadece Müslümanlara hasredilemez, zira ayet, açıkça “Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz” buyurur (3/110).
Müslümanlar, beşeriyetin tamamına nazaran “üstün mevki”de olabilirler ama bu hakkıyla ve layıkıyla “mü’min” olmaları şartına bağlıdır:
Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz.” (3/Al-i İmran, 139)“
Ayette anahtar terim olarak geçen “a’lev/uluvv” maddi-ontolojik bir imtiyaz ve kavmi-ırki üstünlük değil, ahlaki bir makamdır.
Şimdi, aylardır Gazze’de soykırıma maruz kalan Müslüman kardeşleri için hiçbir şey yapmayan Müslümanların içine düştükleri bu gevşeklik (vehn) hali onları zillet, utanç ve acziyet içine düşürmüşken, liderlerinin çıkıp hamasat yapmalarının, boş kahramanlıklar taslamalarının, hatta retorik düzeyinde kalan İsrailli katillerin aleyhinde nutuklar atmalarının bir kıymet-i harbiyesi var mı? Yok!
Dinini ciddiye almayan, ilahi hükümleri hayatında yaşatmayan, dini neyi emretmişse aksini yapan, kendi şahsi, zümrevi, mezhebi veya milli çıkarını her şeyin üstünde tutan ve buna rağmen “Müslüman” olduğunu iddia eden kimse, niye başkalarına “üstün” olsun? Kur’an, böylelerini, kendileri “Müslüman” olduklarını iddia etseler de, “mü’min” kabul etmiyor. (Bkz. 49/Hucurat, 14.) Şu halde Müslümanlar, ne zaman gerçek manada “mü’min” olsalar, işte o zaman üstün/uluvv makamına yükselmiş olurlar.
Ali Bulaç
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-