‘Tahiyyenin aslı ‘hayiye-hayy’ fiilidir. Bu da; canlı/diri olmak, gelişir olmak, bir toplumun durumu iyi olmak, bir şeyden utanmak gibi anlamlara gelir.
‘Hayy-hayat’, hayvanlarda ve bitkilerde bulunan dirilik, canlılık gücüdür. el-Hayy Allah’ın güzel isimlerinden biri olarak, O’nun diri, canlı, hayat sahibi ve ölümsüz olduğunu anlatır.
Bu fiilin masdarı; ‘tahiyye veya tehâyâ’; birine selâm vermek, selâm verip dua etmek, “hayyekallah-Allah sana hayat versin, ömür versin” demektir.
Bu söz aslında bir haber vermedir. Arapça’da “Hayya fülânün fülânen tahiyyeten-Falanca kişi falancaya dirilik diledi” şeklinde kullanılır.
“et-Tahiyyâtu” da bu kökten gelir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât; s: 197)
Bir başka deyişle ‘tahiyye’; bulunduğu durumda ve sahip olduğu mülk’te kalmayı dilemektir. “Allah seni güldürsün”, “Allah seni (nimette) devamlı kılsın”, “Allah sana mülk versin”, “Allah sana selâmet versin” şeklinde kullanımları vardır.
Biz et-Tehiyyâtü’yü okurken bekânın (ebediliğin) ve mülkün Allah’a ait olduğunu, selâm ile de O’nun kusurlardan uzak olduğunu ve benzeri şeyleri niyet ederiz. et-Tahiyyâtü, kelimenin tam anlamıyla bu mülkün ve ebediliğin, kusursuzluğun O’na ait olmasını ifade eder.
Bir görüşe göre; tahiyye Arabın dilinde karşılaştıkları zaman birbirlerine dirilik dilemelerdir. Allah (cc) tahiyye’yi mü’min için dünya ve âhirette (selâm) yaptı (bkz: Yânus 10/10. Furkan 25/75) Karşılaştıkları zaman (es-selâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berakatühü) selâmını buna ekleyerek birbirlerine dua ederler. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 4/295)
Selâm mânasıyla ‘tahiyye’ kelimesi ve türevleri bir kaç âyet ve hadiste geçmektedir.
Kur’an’da selâm emri ‘tahiyye’ kelimesi ile gelir.
“(Barış) selâmıyla (tahiyye ile) selâmlandığınızda daha güzel bir selâm ile karşılık verin veya (en azından) benzeri ile. Şüphesiz Allah her şeyin hesabını tutmaktadır.” (Nisâ 4/86)
“Lafzen, “ondan daha iyisi ile selâmlayın veya aynen karşılık verin”.
“… Bir arada veya ayrı ayrı olarak yemek yemenizde de bir sakınca yoktur. Evlere girdiğiniz zaman birbirinize, Allah katından mübârek ve hoş bir esenlik dileği olarak, selâm verin…” (Nûr 24/61)
Bu, bir âyette bildiğimiz selâm kelimesiyle ifade ediliyor.
“Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi farkettirip (izin alıp) ev halkına selâm vermedikçe girmeyin. Bu sizin için daha iyidir. Herhâlde (bunu) düşünüp anlarsınız.” (Nûr 24/27)
Tahiyye, hayy-diri olmak kökünden geldiğini tekrar hatırlayalım. Bu kelime daha sonradan dua anlamı kazandı. Zaten dua bir anlamda bir kimseye dünya ve âhiret için bir hayat dileği ve dirlik temennisidir.
Vahyin indiği dönemde birbirini ‘tahiyye’ ile selâmlayan müşrikler, aynı zamanda Peygamber’e (sav) karşı mücâdele ediyorlardı.
Kur’an, burada bir inceliğe dikkat çekerek mü’minlere, “kendi bildikleri selâmla size selâm verip, barış isteyenlere daha güzeli ile karşılık verin, yahut selâmlarını aynen iade edin, ya da barış teklifi alırsanız, siz de onlara daha güzel bir barış teklifi ile karşılık verin” buyurmaktadır.
Bu güzel incelik, İslâmın kavgaya değil ‘selâma-barışa’ öncelik verdiğinin açık örneğidir.
İnsanlar arasındaki ilişkilerin başlangıcı genelde selâmdır. Müslümanlar da biriyle karşılaştıkları zaman selâm verirler, birbirlerine iyi dilekte bulunurlar.
Her kültürün, her din mensubunun selâmlaşma adabı, geleneği farklı olabilir. Ama müslümanlar birbirlerini Allah’ın emrettiği ve Peygamberin öğrettiği gibi selâmlarlar.
Selâm diye tercüme edilen ‘tahiyye’, ömür dileği olsa da, içinde selâm gibi esenlik ve her türlü hayır dileğini de barındırır.
Ebû Hüreyre’den rivâyet edildiğine göre, Nebî (sav) şöyle buyurdu:
-“Allah (cc) Âdem’i yarattı… sonra ona:
-“Git şu oturmakta olan meleklere selâm ver ve senin selâmına nasıl karşılık vereceklerini de güzelce dinle; çünkü senin ve senin çocuklarının selâmı (tahiyyesi) o olacaktır, buyurdu. Âdem (as) meleklere:
-“es-Selâmü aleyküm, dedi. Melekler:
-“es-Selâmü aleyke ve rahmetullâh, karşılığını verdiler. Onun selâmına “ve rahmetu’l-lâh’ı ilâve ettiler… ” (Buhârî, Enbiyâ/1 no: 3326, İsti’zân/1 no: 6227. Müslim, Cennet/11(28-2841) no: 7163)
Ebû Cürey el-Hüceymî (ra) şöyle dedi: Rasûlüllah’a geldim ve:
-“Üç defa; aleyke’s-selâm yâ Rasûlallah! dedim. Peygamber:
-“Aleyke’s-selâm deme; çünkü aleyke’s-selâm ölülere verilen selâmdır (tahiyyedir)” dedi.” (Ebû Dâvûd, Edeb/140 no: 5209. Tirmizî; İsti’zan/28 no: 2722. Hasen garib sahih kaydıyla)
Tirmizî’de şu ilâve var: “Sonra beni kabul etti ve; “Bir müslüman kardeşinizle karşılaştığınız zaman; ‘es-selâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berakâtuhu’ desin” buyurdu. Sonra; “ve aleyke ve rahmetullahi ve aleyke rahmetullahi ve aleyke rahmetullahi” şeklinde selâmıma karşılık verdi.” (Tirmizî’, İsti’zan/28 no: 2721)
-Tahiyyetü’l-mescid (namazı)
Yani, mescidi selâmlama, mescide saygı gösterme namazı…
Herhangi bir mescide/camiye girildiği zaman kılınan nafile namaza denir. Buna ‘hakku’l-mescid’ de denilir.
Kur’an bir eve giren kimsenin ev halkına veya evde kimse yoksa kendisine selâm vermesi gerekir diyor (yukarıda geçeti).
“Mescidler de Allah’a ibadet edilen değerli mekânlar olması sebebiyle Allah’ın evleri diye nitelendirildiği dikkate alındığında bu namazın bir anlamda mescidin sahibi olan Allah’ı saygıyla selâmlama olduğu söylenebilir.” (Atar, F. TDV İslâm Ansiklopedisi, 39/410)
‘Tahiyyetü’l-mescid’in meşruiyeti sünnet ve icmâ ile sabittir.
Ebû Katâde Rıb’i’l-Ensârî Rasûlüllah’ın (sav) şöyle dediğini nakletti: “Sizden biriniz mescide girdiğinde oturmadan iki rek‘at namaz kılsın.” (Buhârî, Salat/60 no: 444, Teheccüd/25 no: 1163. Müslim, S. Müsâfirîn/11 (69-714) no: 1654)
Bunun bir farklı rivâyeti de şöyle: “Rasûlüllah’ın (sav) sahabesi Ebû Katâde şöyle anlattı: “Mescide girdim, Rasûlüllah insanların arasında oturuyordu. Bana; “Seni, oturmadan önce iki rek’at namaz kılmaktan ne alıkoydu?” dedi. “Ey Allah’ın elçisi, gördüm siz de oturuyordunuz, insanlar da oturuyorlardı” dedim. “Siz den biriniz mescide girdiği zaman oturmadan iki rek’at namaz kılsın“ buyurdu.” (Müslim, S. Müsafirin/11(70-714) no: 1655)
Burada geçen emir vacip (mecburi) oluşa değil, mendup/müstehab oluşa yönelik olduğu söylendi. Özürsüz terkedilmesi mekruhtur diyenler de olmuş. (Atar, F. TDV İslâm Ansiklopedisi, 39/410)
Bu namazın kılınması hakkında müctehid alimler arasında farklı görüşler olsa da bir mescide girilince, imkan ve zaman varsa kılınması gerekir. Ancak bir mescide bir günde birden fazla giren, bunu bir defa kılarsa yeterlidir.
Bir mescide herhangi bir namazı veya imama uymak niyetiyle girmek ve oturmadan o namaza başlamak da tahiyyet’l-mescid sayılmış. (Heyet, İlmihâl, İsam, 1/316)
“Mescide giren kişinin abdestsizlik, meşguliyet veya kerâhet vaktinin girmesi gibi sebeplerle bu namazı kılamaması durumunda, “Sübhânallāhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallāhü vallāhü ekber” demesi müstehaptır demişler.
Bazı âlimler buna “ve lâ havle ve lâ kudrete illâ bi’llâhi’l-aliyyi’l-azîm” cümlesini de eklemiştir.” (Atar, F. TDV İslâm Ansiklopedisi, 39/410)
Hüseyin K. Ece