Taksim’de meydana gelen menfur olayın birden fazla yüzü olacağı malumdur. Şiddet bu topraklarda siyasetin ve toplumsal yönlendiriciliğin belirleyicisi olarak işlev görmektedir. Hatta ileri bir adım olarak kimin yaptığından bağımsız olarak bir sosyal mühendislik faaliyeti olarak şiddet, yapılan olaydan bağımsız bir şekilde faaliyet icra edilerek olayın siyasal sonuçlarını devşirme sanatıdır. Sosyal Mühendislik Fiziki mühendislik gibi iş görmeye başlamıştır. Bunu tipik örneklerini herhangi bir siyasi karmaşada izlerini gözlemleyebiliriz. Bugün İran’da vuku bulan sosyal eylemliliğin tarzını, dün Arap Baharı olarak isimlendirilen olayın vuku bulma biçimi ve sonuçlarını dikkatle izlediğimizde nasıl siyasi sonuçlar doğurmaya aday olunduğu bilinmektedir.
Sosyal Mühendisliği modern bilimden ve modern kültürden bağımsız ele alamayız. Bir olayın yorum üzerinden ortaya konmasının sağladığı epistemik üstünlük ile dilediğiniz şekilde yorumlama hakkı kazanırsınız. Ve olayın neye yönelik vuku bulduğu önemsizleşerek, sizin onu nereye yönelik yorumladığınız önemli olmaktadır. Bu yüzden olayın doğruluğu başka bir mesele iken onu yorumlamak ise başka bir meseleye dönüşmektedir. Bu temel gerçekliği anlamadan, meydana gelen bir olayın kullanılma değerine dair bir bakış geliştirmek imkânsızdır.
Şiddetin kendine has siyasi bir dili vardır. Bu dilin ilk açığa çıktığı zemin ise modern dilin kendisine aittir. İdeolojik bağımlılığı ile birlikte modern olan solun şiddet ile birlikte anılması, siyaseti şiddet üzerinden dizayn etme çabaları, her kesin ve kesimin malumudur. Özellikle iki binli yıllardan sonra ise Irak ve Suriye özelinde, daha sonra Afrika da bazı bölgelerde bunu İslami örgütlere de uygulattılar. Bu uygulamanın doğruluğu ve yanlışlığı bir tarafa kaynağının bizatihi bir modern olgu olduğu ve kasıtlı bir şekilde uygulamaya dahil edildiği, siyasi mühendislikten sosyal mühendisliğe sıçradığını belirtmekte son derece yarar var. Yani müslüman kişiler de bunu yapsa, tam da karşı çıktıkları bir düşünce biçimine ait bir uygulamayı yaptıklarından dolayı masum addedilemezler.
Mesele bu açıklığı ile ortaya konduktan sonra; insanlık tarihi boyunca haksız yere bir can almanın bütün kültür ve inanç formlarında yasak olduğuna dikkatinizi çekmek isterim. Hem vahye dayalı dinin kendi yasaklarında ve hem de bu dine dayalı diğer kültürlerin, inançların yapılarında bu mesele açık bir şekilde yasaklanmıştır. Yani hiçbir şey, herhangi bir insanın hiçbir suçu yok iken salt siyasi bir malzeme uğruna öldürülmesini meşru görmez. Dolayısıyla bu yasağın kesinliğini ihlal edecek herhangi bir meşruiyet arayışını bir sosyal mühendisliğin algısal düzlemi olarak işaret ederek peşinen her kes/kesim mahkûm etmekle yükümlüdür. Bu temel ilkeyi kurduktan sonra, yapılan şeyin ahlaksızlığı yanında hukuksuzluğunu ilan ederek bunun doğru bir zeminde ve kimlerin niye yaptığının açıklık kazanmasına zemin oluşturulmalıdır. Böylece şiddeti peşinen yok sayarak onun üzerinden elde edilecek bir pozisyonu gayri meşru kabul ederek ve siyasetende mümkünsüzlüğünü işaret ederek engelleme zeminini kurmalıyız. Bu tarz meselelerde tanrıcılık oynama arzusunun belirleyiciliğini ve modern karakterini unutmamalıyız…
Hiçbir sebep, şiddeti meşru gösteremez! Şiddete dayalı bir olay üzerinden herhangi bir siyasi pozisyonu haklı çıkarmak veya herhangi bir algıyı sosyal yaşama dayatma arzusunu geçersiz kılmak zorunludur. İşte bu zorunluluk şiddeti ortadan kaldırmaya işlevseldir. Çünkü yararlı olan ne varsa, birilerini harekete geçirmeye sebep olacaktır.
Olayın vuku bulmasının zamanlaması ile ilgili durumu da bu yorum üzerinden ortaya çıkaralım… Ortada bir seçim var. Bu seçime müdahale etme pozisyonu arandığı gün gibi aşikâr. Zaten müdahil olunmaya devam edilmektedir. İki gücün acımasız bir şekilde hamle üstüne hamle yaptığı bilinmektedir. Ekonomik darlıktan siyasal arayışlara kadar her şeyi burada kullanma arzusu bilinmektedir. Uzun zaman olmuştu, müslüman ve muhafazakâr değerlerin devre dışı kaldığı bir zeminde yürümekteydi siyasi arayışlar. İlk kez, CHP başörtüsü meselesini yasal zeminde çözme arayışı ile yeniden hareketlendi. Bu hareketlenmeye Ak Parti ise cevap olarak buyurun o zaman anayasal düzeyde meseleyi çözüme kavuşturalım ve bir daha siyasetin zeminine taşınmasın dedi… Siyaseten uzun zamandır, üstün görülen muhalefetin bu hamlesi, iktidarın yaptığı yeni hamleler ise iktidarı öne çıkardı. Muhalefet, attığı adımlar yüzünden geriye düştü. Bunun istatistikî sonuçlarını görünce birileri devreye girdi. Tabi ülkenin uluslar arası siyasetteki yeni konumu, tahıl koridoru meselesinde üstünlük üretmesi, Ortadoğu da belirleyici bir siyasi konum arz etmesi, birilerini ciddi bir şekilde panikletti. Yunanistan geriliminin pek işe yaramadığı açığa çıkınca, içerden bir gerilim ile bir kuş ile birden fazla kuşu vurmaya yönelik bir hamle kurgulandı. Muhtemelen bu şekilde yürürlüğe konulmuştur. Şiddetin kimin eliyle yapıldığı bir önem arz etmez! Çünkü yukarıda dile getirmiştik, kimin yaptığından bağımsız bir şekilde yorumlama imtiyazını modern episteme sunmaktadır. Bu yüzden, kimin yaptığından bağımsız bir şekilde yorumlanarak istenilen siyasi veya toplumsal algıyı üretmek her zaman mümkündür. Yeter ki şiddeti ortaya çıkaracak bir aparatın varlığı bulunabilinsin… Ki bunu bulmakta mevcut sosyal yaşamda bulmak pek zor olmasa gerek!
Meselenin seçim süreci ile ilişkisinin varlığı tartışılmaz! Seçimin kimin kazandığı meselesi öyle sadece bir iç siyasi mesele değil! Bilakis, uluslar arası sisteminde temel konusudur. Çünkü Türkiye, kendi siyasal şartlarını aşarak uluslar arası sistemin önemli bir oyuncusu olmuştur. Bu ülkenin kimin iktidarı altında olacağına dair farklı arayışların ortaya konması önemlidir. Bu arada temel soru ise; devletin kendi erki buna ne demektedir? Hangi tepkileri üretecektir. Ama genel olarak meseleye bakıldığında, devlet erkinin yeni iktidar biçiminden rahatsız olmadığı yönündedir. Türk Dünyası iş birliği, Afrika’da elde edilen siyasi üstünlükler, Ortadoğu da rol belirleyici zemin ve Avrupa için vazgeçilmez oluşu da dikkate aldığımızda ‘Beka’ sorununu da aşma ile ilgili güçlü bir pozisyonu elde ettiği düşünülebilinir.
Sosyal hayatta ülkede bütün gerilimlere rağmen, hatta On Kasım özelinde oluşturulmak istenen çatışma zeminine rağmen, seküler ile muhafazakâr kesimler bu çatışmadaki yerini almamakta direndiler. İşte bu direncin kırılmasını sağlamaya matuf bir arayışın zemini olarak kurgulanmış bir şiddet olma ihtimali yüksektir. Bu gerilim üzerinden siyasal olana yönelik bir algı operasyonu yapmak kolaylaşacaktır. Milliyetçi muhafazakâr bir iktidarda bu gerilim onların aleyhine dönüşebilir. Zaten aradaki farkın düşük olarak öngörülmesi de bu zemini güçlendirmektedir. Burada akli selimi devreye almak, yapılan şeyi şiddetle reddederken, bu yapılan şiddet üzerinden üretilecek olan siyasi ve sosyal mühendisliğe dair algıya da açıktan tavır koymak asıl olmalıdır. Ancak bu biçim üzerinden yeni şiddet olayları önlenebilir hale gelir.
Abdulaziz Tantik