İnsanız ve de Müslümanız. Filistin olayında yakın tarihe ve mevcut duruma baktığımızda adil bir yargıya varmaya çalışıyoruz. Gazze için de göz yaşı döküyoruz. Ama kendimizi sorgulayarak “ acaba yanılıyor muyuz ?” dediğimiz de olmuyor değil.
“Middle East Eye” için yazılan ve Fatih Kıyman tarafından tercüme edilip BİRGÜN’de yayınlanan yazıyı, insan doğası ve yüreğini yansıtan tarafsız bir yazı olarak gördüğümüz için emeği geçenlere teşekkür ve dualarımızı sunarak alıntılıyoruz:
“Avrupa’nın yeni pozisyonu
Avrupalıların yeni “ahlak terazisinde” İsraillilerin acıları, Filistinlilerin acılarına ağır basıyor. İnsanlar, hükümetlerin yapmadığını yaparak İsrail’in orantısız saldırısı ve Gazze’deki toplu infaz politikalarını kınıyor, Filistinlilerin ablukaya alınmasına karşı çıkıyor.
Marco CARNELOS
İsrail-Filistin çatışmasında girdiğimiz son aşama, Avrupa Birliği (AB) kurumlarının ve neredeyse tüm üye ülkelerin ahlaki çöküşünü adeta kanıtlar nitelikte oldu. Geçmişte Avrupa kurumları, Washington’ın körü körüne İsrail’i destekleyen politikalarını dengelemek için çaba sarf eder, Filistin konusunda barışçıl çözüm sağlanması için çalışırdı. Örneğin, 2003 yılında hazırlanan “Barış Yol Haritası,” bu tür bir çabanın ürünüydü. Aradan 20 yıl geçti ve AB ve ortaklarının eskiye hiç benzemediğini fark ediyoruz.
Son 20 yılda İkinci İntifada’ya tanıklık ettik. İsrail’in Gazze’ye açtığı yıkıcı savaş devam etti ve insanların yuvaları yıkıldı, yerleşimcilerin istila taktikleri ile Batı Şeria’da ve Doğu Kudüs’te Filistinlilerden toprak çalınmaya devam edildi. Gazze ise 2007 yılından itibaren ablukaya alındı.
Mantıken düşündüğümüzde, AB’nin Filistinlilere verdiği destek artmalıydı. Fakat Avrupa da giderek “İsrail yanlısı” politikalara yöneldi ve Filistin’e karşı en hafif tabirle “duyarsızlaştı.”
Son yirmi yılda AB tarafından atılan en “önemli” adım, İsrail işgali altındaki bölgelerde üretilen ürünlerin etiketinde, bu bilgilerin yer alması zorunluluğu. Ceza bile sayılmayacak bu “yaptırım” dahi İsrail tarafından tepkiyle karşılandı.
AB’nin siyasi söylemleri de yıllar içinde İsrail’in sağa kayan söylemlerine adapte oldu. Eleştiride bulunan ya da gidişata itiraz eden sesler ana akım medyada bastırıldı.
“İşgal” sözcüğünün kullanılması ya da İsrail’in orantısız şiddete başvurmasını eleştirmek dahi Yahudi düşmanlığı sayılır oldu. Bu değişimle birlikte Filistin yanlısı siyasetçilerin itibarına yönelik saldırılar sıklaştı. İngiltere İşçi Partisi’nin eski lideri Jeremy Corbyn’in yaşadıkları, bunun en büyük örneği. Günümüzde İngiltere İşçi Partisi’nin İsrail-Filistin tutumu, İsrail’in sağcı partilerinin tutumundan farksız.
TEK TARAFLI DAYANIŞMA
Siyasi skalanın çeşitli noktalarında konumlanan tüm siyasi partiler de aynı çizgiyi takip ettiler. Dev bir dönüşüme tanıklık ettik. Yaşananları farklı dinamiklerle açıklamaya çalışabiliriz fakat en basit açıklama şu ki, İsrail ile dayanışma mesajı veren siyasetçilerin başı daha az belaya giriyor.
Fakat 7 Ekim’de yaşananlardan sonra Avrupalı liderlerin ne yapacağını kimse önden tahmin edemezdi. 7 Ekim’deki saldırıları sert mesajlarla kınamalarını tabii ki eleştirmiyorum. Eleştirdiğim, İsrail-Filistin krizinde son yirmi yıldır yaşananlara karşı Avrupa’nın eylemsiz ve ilgisiz kalması ve İsrail’in istilacı politikası ile doğrudan ilgilenmeye karşı mutlak isteksizlikleri.
Bu kriz, 7 Ekim’de başlamadı.
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, Avrupalıları uykudan uyandırma niyetiyle, “Hamas saldırıları, bağlamından ayrı düşünülemez” dedi. Sözlerini şöyle sürdürdü: “Filistin halkı 56 yıldır boğucu bir istila altında. Topraklarının kendilerinden yerleşimciler tarafından, zor kullanılarak alındığına şahit oldular. Ekonomileri yerle bir oldu, halkları evinden oldu ve evleri yıkıldı. Filistin halkının siyasi çözüm ümidi giderek yok oluyor.”
Bu sözlerin ardından İsrail, Guterres’in istifa etmesi gerektiğini öne sürdü.
Bu esnada Avrupalı liderler dayanışma mesajları vermek için İsrail’e seyahat ediyorlardı. Avrupa Komisyonu ve Parlamentosu başkanları, Almanya Şansölyesi, Fransa Devlet Başkanı ve İngiltere Başbakanı İsrail’e seyahat edenler arasında. Fakat İsrail bombaları Gazze’nin tepesine yağarken, kimsenin Ramallah’ı ziyaret etmediğini görüyoruz.
Avrupalıların yeni “ahlak terazisinde” İsraillilerin acıları, Filistinlilerin acılarına ağır basıyor ve kimsenin bunu değiştirme şansı yok. Avrupa’nın resmi duruşuna göre Hamas tahrikle açıklanamayacak bir terör saldırısı düzenledi, İsrail ise meşru müdafaa hakkını kullanıyor.
Fakat İsrail’in meşru müdafa hakkını, elli yıldır işgal politikası yürütenin de kendisi olduğunu hesaba katarak değerlendirmeliyiz. Bu süre zarfında sayısız Filistinliyi taciz ve aşağılama politikalarına maruz bıraktığını, birçok Filistinli de öldürdüğünü unutmamalıyız. Guterres bilhassa Batı demokrasilerinde çok eleştirilen yorumunda tam olarak buna dikkat çekmeye çalışıyordu.
Filistinlilerin son kitlesel barışçıl eylemi olan “Büyük Geri Dönüş Yürüyüşü” 2018 yılında düzenlendiğinde, İsrail ordusu binlerce Filistinli’nin üzerine yaylım ateşi açmış, İsrailli keskin nişancılar aralarında doktorlar ve gazeteciler de bulunan 200’den fazla Filistinliyi öldürmüştü.
Alenen işlenen bu hain suç, hiçbir Batılı lider tarafından lanetlenmedi ya da kınanmadı.
HALKLAR SESSİZ KALMADI
Avrupalı liderler bugün de İsrail’in orantısız saldırılarına sessiz kalıyorlar, İsrailli siyasetçilerin kullandığı cinayet diline de sessizlikleriyle onaylıyorlar. İsrail Cumhurbaşkanı Yitzhak Herzog da aynı cinayet diline katıldı ve “Filistin’de masum siviller yok. Oradaki nüfusun tamamı, yaşananlardan sorumlu” dedi. Böylelikle saldırıların altında yatan “toplu infaz” politikasını onayladığını ortaya koydu.
Bunlar, yirminci yüzyılda Holokost gibi bir felaket yaşayan insanların çocuklarından duymayı asla beklemeyeceğimiz ifadeler. Avrupalı liderlerin bu sözlere sessiz kalmış olması da aynı derecede rahatsız edici.
7 Ekim saldırılarında 1400 İsrailli yaşamını yitirdikten sonra Avrupa’da çeşitli binaların cephelerinde İsrail bayrağı yansıtıldı, dayanışma mesajları verildi. O günden bu yana 8 binden fazla Filistinli öldürüldü fakat benzeri hamleler görmedik, görmeyeceğiz.
Avrupalı yurttaşların camlarına astıkları Filistin bayrakları tabii ki hiçbir medya organında yer bulmadı. İnsanlar, hükümetlerinin yapmadığını yapıyorlar: İsrail’in orantısız karşı saldırısı ve Gazze’deki toplu infaz politikalarını kınıyor; Gazze’ye elektrik, su, yakıt ve gıda tedariğinin kesilmesine itiraz ediyorlar.
Halktan yükselen tepkiler neticesinde tüm Avrupa kurumları İsrail’in uluslararası hukuka uyması gerektiğini “yavan bir dille” de olsa hatırlatmak zorunda kaldılar. Maalesef fazlasıyla geç kalındı ve Avrupa’nın iki yüzlülüğü çoktan ayyuka çıktı.
Çeviren: Middle East Eye
Kaynak: Middle East Eye
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…
View Comments