Öğrencileriyle birlikte deniz kıyısında yürüyen Allah dostlarından birine öğrencileri demiş:
-Üstad! Şu denizde kafayı çeken ve eğlenenlere beddua etsen de bunlardan kurtulsak. Allah dostu “tamam” demiş, ellerini kaldırmış:
-Allahım! Şu kullarını cennetine koy, demiş. Yanındakiler:
-Hayret, muhterem üstad, bu adamlara böyle dua edilir mi, demişler. Allah dostu açıklamış:
-Bu insanlar tevbe etse, zararlı iken faydalı insan olsalar, Allah da bunları cennetine koysa memnun olmaz mısınız?
-Oluruz.
-İşte ben de, bunları düşünerek kahrolmaları için değil, ıslahları için dua ettim!
Bu farklı ve şefkatli bakış karşısında kimsenin diyecek bir şeysi kalmamış.
Bazen sosyal medyada: “Allahım, Amerikayı, Avrupayı kahret, yerle bir eyle!” şeklinde beddualara rastlıyoruz. Keşke bu arkadaşlar da böyle diyeceklerine Allah dostunun yaptığı gibi yapsalar: “Allahım! Amerika’yı ve Avrupayı İslam’la şereflendir, onlara Müslümanlığı, merhamet ve hidayeti nasip eyle. Çünkü onlar İslamiyet’in cennet kadar güzel bir din olduğunu bilmiyorlar.” deseler daha iyi olmaz mı? Amerika ve Avrupa hak ile yeksan olsa mı kârlı çıkarız, yoksa İslam’la şereflense, sadık birer dostumuz olsalar mı? Amerika ve Avrupa’daki, Asya’daki ve Rusya’daki bütün insanların yaratıcısı da bizim Rabbimiz ve Yaratıcımız olan Allah değil mi? Öyleyse yaratandan ötürü yaratılana dua etsek, ondan yarattıklarının ıslahını istesek daha iyi olmaz mı? Sünnete uygun davranmış olmaz mıyız?
Alemlere rahmet Peygamber, Safa tepesinde kendisine taş atanlara gül atmadı mı? Taif’te taşlayanlara, Uhud’da dişini kıranlara, yanağını yaralayanlara, öldüresiye saldıranlara beddua yerine dua etmedi mi? “Allahım, kavmimi bağışla, onlar (kimi taşladıklarını) bilmiyorlar.”[1][1] Demedi mi? 12 bin kişilik bir kuvvetle Mekke’yi kansız, kavgasız fethettiği gün, genel af ilan ederek bütün insanların gönlünü fethetmedi mi? Hicaz topraklarına sulh ve sükunu, barış ve kardeşliği hâkim kılmadı mı?
-Hiç beddua edilmez mi, diye bir soru akla gelebilir.
-Edilir. Ama biz önce terbiyemizin, sabrımızın, şefkat ve merhametimizin gereği olarak önce bu yolları deneyelim. İkinci merhalede mazlumiyetimizi ve zalimleri Allah’a havale edelim. Peygamberimiz gibi, “Allahım, kuvvetimin zayıflığını, insanlar tarafından hafife alınmamı, saldırılara uğramamı sana havale ediyorum, zayıfların Rabbi sensin, benim de Rabbim sensin.”[2][2] diyelim. Bu tavrın ve bu şekilde bir duanın Peygamberimizi başarıya götürdüğü gibi bizi de umduklarımıza nail, korktuklarımızdan emin edeceğine inanalım.
Peygamberimizin dualarının yanında bedduaları, devede kulak kadar bile olmaz. Bu da ancak ıslahına imkân kalmamış kimseler için kullanılır. Onun için ben de zaman zaman şöyle dua ederim: Allahım! Dostlarımızı aziz eyle. Düşmanlarımızı dost eyle. Dost eyle ki vatanımız, miletimiz, bayrağımız, devletimiz ve değerlerimiz düşman şerrinden emin olsun, başta Müslümanlar olmak üzere herkes İslamiyet’i güzel yaşasın, dünya İslam’ın saadetiyle mesud olsun.
Yani şuna-buna sövüp saymayı, hakaret edip incitmeyi bir tarafa bırakıp düşmanlarımıza dahi gül atalım. Çünkü biz, gül alan ve gül satan, gülden terazi tutan, gülü gül ile tartan, çarşı-pazarı gül olan bir Peygamberin ümmetiyiz. Peygamberimiz taş atanlara hep gül attı. Taş adam taş atar, gül adam gül atar, herkes kendisine yakışanı yapar. Elimizdeki araç ve gereçleri, sosyal medyayı hep gül atmak için kullanalım. Çünkü siz, ey benim güzel kardeşlerim Erhamürrahimîn olan Allah’ın kulları, Alemlere Rahmet Peygamberin de güllerisiniz. Merhametli olmaktan, güzel kokular sunmaktan başkası size yakışmaz.
Dr. Vehbi KARAKAŞ
[3][1] Bkz. Buhârî Enbiyâ, 54. Ayrıca bk. Buhârî, Mürteddîn 5; Müslim, Cihâd 104; İbni Mâce, Fiten 23
[4][2] Bkz. Ebû Şuhbe, Muhammed, es-Siretü’n-Nebeviyye, Dımaşk 1992, I, 402
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi