İnsanlığın başlangıcından bu yana, insanların maddi yönlerine önem verildiği gibi manevi yönlerine de ilgi gösterilmiştir. Çünkü insanlar, sadece maddeden ibaret değildir, onların bir de manevi yönleri vardır. Her insanın manevi yönü, onun inanç, vicdan ve ahlak yönünü oluşturmaktadır. İnsanlık tarihinin her döneminde, dünyanın çeşitli yerlerinde mistik bir hayatı yaşamaktan zevk alıp onunla mutlu olan insanlar olmuştur ve olmaktadır. Müslümanlar arasında da tasavvuf yolunu takip eden, bu hayat tarzını yaşayanlar vardır.
Kaynaklarında, “tasavvuf” kelimesi ve ıstılah anlamları hakkında çeşitli şeyler yazılmaktadır. Yaygın görüşe göre tasavvuf, Arapça yün anlamında olan “sûf” kelimesinden türemiştir. Istılah olarak tasavvuf, insanın ruh dünyasından gelen bir vicdan duygusudur. Tasavvuf, hakka inanmak, hakkı kavramak, hakkı yaşamak, her an hak ile hakikatin bilincinde olmak ve hak olan Allah’tan gafil olmamaktır.[1][1] Tasavvufi hayatın Hinduizm, Zerdüştlük, Yunan, İbrani-Hristiyan veya yeni Eflatuncu kültüründen kaynaklandığına dair değişik görüşler vardır. İslâm tasavvufu, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed’in (sav.) sünnetine dayanmaktadır. Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed’in (sav.) sünnetine uygun düşmeyen tasavvuf anlayışı, İslam dini açısından geçersizdir ve onun hiçbir değeri yoktur.[2][2] Özet olarak şunu bilmemiz gerekir ki tasavvuf düşüncesinde ölçü Kur’an ve Sünnet, gaye ise Allah’ın rızasıdır. Tasavvufi ilimlerde ana hedef, nefsin terbiye edilmesidir. Buna göre tasavvufun hedef olarak seçtiği ana gaye, Kur’ân ve Sünnet bilinci dâhilinde nefsi ıslah etmenin neticesinde ahlakın kemal mertebesine ulaşması, neticede Allah’ın rızasına kavuşmaktır. Kur’an-ı Kerim’de, insanların hem dünya hem de ahiretteki mutluluklarından bahsedilmekte, ondan sonra da
وَرِضْوَانٌ مِّنَ اللّهِ أَكْبَرُ ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ
“Cenâb-ı Hakk’ın rızası bunların hepsinden üstündür. En büyük başarı, işte bu rızayı kazanmaktır”[3][3] denilmektedir. Hz. Muhammed’in (sav.) hayatı, bu konuda güzel ahlakın sosyal hayata yansıyan bir örneğidir. Kur’an-ı Kerim’de bu hususta şu mesaj verilmektedir:
وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ
“Muhakkak ki sen, güzel ahlak üzeresin.”[4][4] Güzel ahlak üzere bulunan Hz. Muhammed’in (sav.) yaşayışı, Kur’an-ı Kerim’e göreydi. O, her konuda Kur’an-ı Kerim’i ölçü almış ve hayatını ona göre sürdürmüştür. Nitekim Hz. Muhammed’in (sav.) vefatından sonra Hz. Ayşe’ye (ö. 58/677) onun ahlakının nasıl olduğu sorulmuş. O da “Siz Kur’an-ı Kerim’i okumuyor musunuz? Muhakkak ki onun ahlakı, Kur’an’dı” diye cevap vermiştir.[5][5] Ömrünü Kur’an-ı Kerime göre geçiren Hz. Muhammed (sav.), bu ahlakın İslâm inancında ve tasavvuf hayatında ne derece önemli olduğunu, edebi bir üslupla şöyle dile getirmiştir: “Ben, güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.”[6][6]
Bu şekilde Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed’in (sav.) sünnetine uygun hareket eden, hak ve adalet ilkesinden ayrılmayan, Kur’an ve sünnet ahlakıyla ahlaklanan tasavvuf ve tarikat ehline saygı gösterilir. Buna uygun hareket etmeyen, Kur’an ve sünnet dışı hareket eden, dini duyguları maddi veya manevi menfaatlerine alet olarak kullananların ne cübbelerine, ne sarıklarına, ne sakallarına, ne Müslümanlıklarına ve ne de insanlıklarına asla güvenmeyiniz.
Herkese selam, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum.
[7][1] Abdulkerim el-Kuşeyrî, er-Risâletu’l-Kuşeyriyye, Dâru’l-Cîl, Beyrut 1990, s. 82 vd.; Mahir İz, Tasavvuf, Rahle Yayınları, İstanbul 1969, s. 41, 47; Süleyman Ateş, İslâm Tasavvufu, Kılıç Kitabevi, Ankara 1976, s. 8.
[8][2] İz, Tasavvuf, s. 85 vd.; Ateş, İslâm Tasavvufu, s. 40 vd.
[9][3] et-Tevbe 9/72.
[10][4] el-Kalem 68/4.
[11][5] Müslim, Salatu’l-Musafirin, 139, hadis no:746.
[12][6] Muvatta’, Husnu’l-Hulk, 1.