BÜYÜK PİYALE CAMİİ DÖNEMİ
Süleymaniye Camii İmam Hatipliği görevinden alınışım, yakın çevremizden başlayarak duyulunca, kaydedilmeye değer bazı olaylar da yaşandı.
Üniversitelilerin Cami İçinde Protestosu
Bu arada benim açımdan çok çok önemli olan bir olayı anlatma gereğini duyuyorum. Anlatacağım olayı bana bizzat Diyanet İşleri Başkanımız Ali Erbaş, başkanlığı döneminde 19 Temmuz 2019 Cuma Günü yaptığımız telefon görüşmemizde anlattı:
Süleymaniye Camii İmam Hatipliği görevinden alınışım, İlim Yayma Yurdu’nda duyulur. Duyulunca da, talebe başkanı Hüsnü Tuna’nın öncülüğünde, 100 üniversite öğrencimizin Cuma günü onar kişilik guruplar halinde Süleymaniye Camiinde saflara yerleştirilmesi planlanır. Benim değil de bir başkasının Minbere çıkışı halinde, yüz öğrencimizin hepsi bir ağızdan yüksek sesle “Biz Ali Rıza Demircan Hocamızı istiyoruz” diyeceklerdi. Plan buydu.
Minbere bir başkası çıkınca 100 gencimiz planı aynen uygularlar ve “ Biz Ali Rıza Demircan hocamızı istiyoruz ” derler ve çevre camilerin birinde kılmak üzere Süleymaniye Camiini terk ederler.
Büyük Piyale Camii Kasımpaşa’da ki Evime Uzakçaydı
Sürgün edildiğim Büyük Piyale Camii’nin imam evi yoktu. Olsaydı da taşınamazdım. Dokuzuncu çocuğum Hümeyra da doğmak üzereydi. Küçük evlere sığamazdım. Kasımpaşa’da kendi evim vardı. Vardı da Camiye pek yakın değildi, arabasız gidip gelinemezdi. Bu sebeple Süleymaniye Camii’nde olduğu gibi genelde üç, bazen de dört vakte gidebiliyordum. Şartlar buydu. Hatiplikle yalnızca Cuma ve Bayram namazlarını kıldırmak üzere görev almışken, beş vakit namaz kıldırmakla görevli hale gelmiştim. Cuma hutbeleri olmasaydı İmam hatiplik görevini yapmazdım. Maaş benim için hiçbir zaman görev almam ve sürdürmemde sebep oluşturmadı.
Allah babamdan razı olsun.
Büyük Piyale de Süleymaniyeleşti
Büyük Piyale Camii’ne sürgünüm, sürgün edenler için başarıydı, ama Rabbimin lütfuyla Büyük Piyale de Süleymaniye’ye dönüştü. Cemaatimizin bir kısmı bizi takip etti.
Büyük Piyale camiinin iki saf Cuma cemaati vardı. Biz gidince Süleymaniye’de okuduğum Cuma hutbelerimi, aynı zevkle Büyük Piyale’ye taşıdım. Cuma namazı öncesinde de vaaza başladım. Ayrıca Süleymaniye camiinde 12 Eylül sorasında Pazar günleri yapmaya başladığım Pazar vaazlarını da Piyale’de sürdürdüm. Yeni yeni cemaatler edindik. Bunların başında iş yerleri Mecidiyeköy’de olan Korkut Özal ve çevresi, Muammer Dolmacı ve ekibi de vardı. Konutu Camiimize komşu olan Recep Tayyip Bey de cemaatimiz olmuştu.
Büyük Piyale Camii de merkez oldu. Cemaatle kaynaştık. Kollarımızı sıvayıp işler yapmaya başladık.
Caminin Halılarını Kadir Gecesinde Yeniledik
Büyük Piyale Camiine sürgün edilişimizin akabinde Ramazan ayı gelivermişti. Caminin halıları çok eskiydi. Öteden beri tanıdığım Kemal Unakıtan Bey kardeşimizin müdür olduğu Bahariye fabrikasına gittim. Bahariye’de bizim istediğimiz halılar üretilmiyordu. Beni yönlendirdiği fabrikayla anlaştık.
Kadir Gecesi’nde Camimiz Doluvermişti
Cemaatimize, “Ecdad bu camiyi yaptırdı, biz halılarını mı yenileyemeyeceğiz?” diye sordum, ardından da “Ben ana babam için iki metre halı vakfediyorum” diyerek Cami Derneği başkanımız Hasan Taşbaşı’ya hazırlattığım torbaya kürsüden halı paralarını bir bir saydım. O gece sözlerimiz ve örnek davranışımızdan etkilenip heyecanlanan cemaatimizden halı paralarını toplamış olduk. Camiimiz yemyeşil halıyla kaplandı.
Güven verilir ve örnek olunursa milletimizin yapamayacağı iş, sağlayamayacağı başarı yok gibidir.
Minaremizi Tamir Ettirdim
Minaremizin şerefesinin üst kısmı yıkılmaya yüz tutmuştu. Tehlike arz ediyordu. Vakıflar Müdürlüğü’ne gittim. Sonuç alamayınca tahsisat olsaydı işi kime yaptırabileceklerini sorup öğrendim. Liyakatini onayladıkları kişiyi buldum ve risk üstlenerek minareyi tamir ettirdim. Tabii bütün bunları camiimizin derneği ile birlikte yapıyordum. Başkan Hasan Taşbaşı samimi ve gayretli bir Müslümandı. Onunla iyi anlaşıyorduk.
İdris Yeşil ve Camiimize Katkıları
Büyük Piyale camine gelişimizden sonra kazandığımız dostların başında İdris Yeşil gelir. İdris Bey ünlü Yeşil Kundura fabrikasının sahipleri olan kardeşlerden biriydi. Bizim de etkimizle İslâmî bilgisi ve bilincinin artmasıyla faizli işlemlere teslim olmuş kardeşlerinden ayrılmak kararını vermişti. Gerçi biz bu ayrılışı onaylamıyorduk.
İdris Beyin maddî durumu iyiceydi. Bizim Cuma ve Pazar vaazlarına gelmeye başladıktan sonra camiimizle de yakından alakalandı. Büyük bir fedakârlıkla Camiimizin çürüyen pencerelerini yeniden yaptırdı. İlk defa bastıracağım hacimli ve ciltli eserim olan Allah’ın Resûlü’nden Hayat Düstûrları isimli kitabımı Necati ağabeyim gibi 500 adet peşin olarak alıp dağıttı ve bana katkı sağlamış oldu. Rabbim her ikisinden de razı olsun. İdris Beyle 40 yılı bulmakta olan dostluğumuz halen devam ediyor.
Yahya Kığılı bizim Süleymaniye’den cemaatimizdi. Kağıthane’de fabrikası vardı. Bizim gelişimizden sonra Büyük Piyale’ye gelmeye başladı. Büyük Piyale o zaman fakir bir semtti. Halkının çoğunluğu zekât alabilecek konumdaydı. Şimdi durum değişti mi bilmiyorum.
Yahya Bey bir Cuma sonrasında geldi ve “Hocam size her ay bir miktar para getireceğim, onları benim adıma zekât olarak dağıtırsınız,” ricasında bulundu. Her ay önemli miktarda bir para getirdi de. Ben de zekât verdiğimiz şahısları tek tek not ediyor, listeleyerek Yahya Beye veriyordum. Yahya Bey bir süre sonra “Hocam bana liste hazırlayıp vermenize gerek yok, ben zaten güvendiğim için dağıtımınız ricasında bulundum,” dedi.
Bu zekât dağıtımı işi 1982 den 1985 yılı Mayıs ayına yani görevden alınışıma kadar devam etti mi hatırlamıyorum, ama benim zaviyemden çok önemli olan ve hayırlı bir başlangıç oluşturan olayı hatırlıyorum. Bu zekât dağıtımı işi beni yormuştu. Bir gün şöyle dua ettim:
– Allah’ım! Ben hep Yahya Beyin zekâtını mı dağıtacağım? Onun ayrıcalığı mı var? Ona verdiğin gibi bana da ver ki ben de kendi zekâtımı dağıtayım.
O zamana kadar zekât vermiştim ama düzenli değildi. Duayı yaptığım yılın Ramazan’ın da ilk defa düzenli olarak zekât vermeye başladım.
O tarihlerde Okmeydanı’nda Meriç yağları ve pirinçlerinin merkezi ve de dağıtım deposu vardı. Beşer kiloluk ayçiçekleri yağlarından alır, çuval çuval aldığımız pirinçleri de orada üçer kiloluk paketlere ayırır, zekâtımızı yağ ve pirinç olarak dağıtırdık. Ramazan’larda zekâtımızın bir kısmını erzak olarak dağıtım işi, elhamdülillah 38 yıldır devam ediyor. Şimdilerde zincir marketlerin hediye kartlarını alıp dağıtıyoruz. Biz bir verdik, Rabbim en az on katı verdi. O tarihlerde Yahya Beyin adına verdiklerimizin fazlasını verebilir konuma geldik ve aştık.
Yahya Kiğılı’ya Teşekkür Borcum!
Yahya Bey benim cemaatimdi.1988’de Emir Turizm’i kurduğumuzda müşterilerini umreye götürmüştük. Medine’de Oberai otelinde yapılan programda, merhum Ali Ulvi Kurucu üstadımızla birlikte konuşma yapmış, üçümüz birlikte yemek yemiştik.
Sonucunda menfaat olan hiçbir konuda, hiç bir kişiye, hiçbir bir şekilde başvuruda bulunmadım. Bu ilkemi bozduğumda hep kayıpla karşılaştım.
Kayıp Örnekleri
Bir sonra ki yıl, Emir Turizm’i yöneten oğlum Ahmet Misbah’ın ısrarıyla Yahya Beye kişi başı 15 dolar kârla Ümre teklifi verdik. Bize, gerekirse o kârdan da vaz geçmemiz gerektiğini söyledi ve o kârdan geçen rakip firmaya işi verdi. Anladım ki 15 yıllık cemaatimiz olan zengin bir kişide bile 1500 dolarlık bir ağırlığımız yokmuş. Bana bu tecrübeyi kazandıran Yahya Beye teşekkür borcumu! yerine getiremedim.
Yine oğlumun ısrarıyla başvurduğum ünlü iş adamımız Mustafa Topbaş’ın yönlendirdiği yetkili de bizden el-Baraka için yüzde birle uçak bileti almak istedi. Yani zararına.
Bütün bu tecrübeler benim daha bir müstağni olarak/boyun eğmeden yaşamamı sağladı. Birilerinin zannı hilafına oğlum Ahmet Misbah dahil hiç kimseden; ne Recep Tayyip beyden ne de bir başkasından şahsım ve ailem için bir ricada bulunmadım. Allah bir kişiyi makam ve maddî imkânlarla kulluk denemesine uğratacaksa sebepleri kolaylaştırır ve önünüze getirir.
Görevimiz, sebeplere yapışmakla yetinmek olmalıdır.
Büyük Piyale Kur’ân Kursu
Ülkemizin son dönemlerinde gelişen koruma bilinciyle yüzlerce tarihi eserimizin restore edilerek yenilendiği bir hakikattir.
Büyük Piyale Camii’ne sürgün edildiğimde Camiin hemen yanı başında Piyale Kur’ân Kursu vardı. Büyükçe olan bu kurs 1959-1961 yılları arasında caminin yanı başında iyi niyetle ama bilinçsizce yapılmıştı. Caminin çevresini düzenleme sırasında 2007 Nisan’ında yıkıldı. Öyle propaganda edildiği gibi Kur’ân Kursu karşıtlığı sebebiyle değil. Yapılması gereken yapıldı.
Kur’ân kursu, Süleymancılar denilen cemaatin İstanbul’daki bilinen kurslarından biriydi. Bu cemaatin merkez şahsiyeti olan Süleyman Hilmi Tunahan’ı rahmetle anıp cemaat hakkında yorum yapmadan geçelim.
Bu cemaat İmam-Hatip Okullarına karşıydı. Diyanet ile de çatışmalıydı. Ya da Diyanet onlarla çelişme halindeydi. Ben denge unsuru olmaya çalıştım. O yıllarda yeni başlayan yaz Kur’ân kursları için Büyük Piyale Camii’nin içini ve dışını Büyük Piyale Kur’ân Kursuna açtım. Talebe sayısı bini buldu. Kursun daimi talebeleri için de camiyi tatbikat camii haline getirdim. Camiimizi, daha çok da beni teftişe gelen Diyanet müfettişlerini de Kursa getirerek aradaki soğukluğun giderilmesine çalıştım.
Bana göre aynı örtülü kaynaktan yönetilmelerine rağmen sonuçta iki taraf da yolundan sapmadı, ama ben gayret ettim.
Cuma cemaatimin sayısı ve seviyesinin artması da kursa maddî ve manevî katkı sağlamaktaydı.
(Devam edecek)
ALİ RIZA DEMİRCAN