Tefrika Olmayan İhtilaflar, Zenginliktir

Çevremize dikkatlice baktığımız zaman, farklılıklar dünyasında yaşadığımızı görürüz. Her şey zıddıyla değer kazanmaktadır. Aydınlık karanlıkla kıymetlenmekte; sıcak, soğuk sayesinde değerlenmekte; güzel çirkinle bir anlam kazanmaktadır. Yüce Mevlâmız çok renkli ve çok sesli dünyada, insanları da farklı düşünüp farklı yargılarda bulunabilme kabiliyetinde yaratmıştır. Biçimsel farklılıklar, düşünce ve eylem sahasında da kendini gösterir. Farklı karakter, farklı bilgi, görgü ve farklı çevrede bulunan insanların düşünce ve fikir egzersizleri de farklıdır. İnsanlar birbirlerinin çoğaltılmış fotokopileri olmadıkları gibi, aynı fabrikanın standart mamulleri de değildir.

Hikmet sahibi olan Yüce Allah, adeta farklılığı, varlık âleminin özü kılmıştır. Hayatı tek düzelikten kurtarmak, daha canlı hale getirmek için belki de bu gereklidir.

Bu yazımızda, kâinattaki farklılığın güzelliğinden değil de, insanlardaki farklı düşünme ve farklı algılama neticesinde meydana gelen çeşitliliğin, çok sesliliğin ne zaman güzelliğini yitirdiğinden bahsedeceğiz.

Sebepleri ve kökleri itibariyle farklılıklar, diğer bir ifade ile ihtilaflar, birçok türlere ayrılsa da onları iki ana başlık altında toplamak mümkündür:

Sebepleri ahlakî olan ihtilaflar.

Sebepleri fikrî olan ihtilaflar.

İhtilafa yol açan ahlakî sebeplerin bazıları şunlardır:

1) Nefisle mağrur olup kibirlenme, düşünce ve görüşte kendini beğenme.

2) Başkaları hakkında sû-i zan besleme; kesin bir delil olmadan ithamda acele etme.

3) Bencillik ve hevaya tabi olma. Bunun en bariz belirtileri ise başkanlık, liderlik ve makam hırsı.

4) Şahıslara, mezheplere ve gruplara bağlılıkta taassup.

5) Ülke, bölge, parti, cemaat ve önder tarafgirliği.

Bunların hepsi muhlikât yani “helak edici şeyler” olarak kabul edilen ahlakî bozukluklardır. Her müslümanın, özellikle de İslam için çalışan davetçi müslümanın bunlardan kurtuluncaya kadar nefsiyle mücadele etmesi, mutlak olarak bu fenalıkların zıtları olan güzel hasletlerle süsleninceye kadar nefsini terbiyede, ciddi olarak çalışması gerekir. Hiç bir müslüman bunlara boyun eğerek iradesini şeytana teslim edemez. Bu ahlakî fenalıklar sebebiyle ortaya çıkan ihtilaflar, istenilmeyen ihtilaflardır. Düşmanlık tohumları eker ve “fırka fırka ayrılarak dağılma” (Al-i İmrân:3/105; Rum:30/31-32) anlamının hudutları içerisine girer.

Sebepleri fikrî olan ihtilaflara gelince; bunlar, ister dinin tâli meselelerinde ve katî esasların ele almadığı bazı akide meselelerinde olduğu üzere ilmî bir konuda; isterse siyasi konumlar ve o konum ile ilgili kararların alınmasında görüldüğü üzere, amelî bir konuda olsun, bir tek konu etrafındaki farklı bakış açılarından kaynaklanan ihtilaflardır.

Bir tarafta yeterince bulunan bilgilerin diğer tarafta eksik olarak bulunmasına, anlaşmazlık içindeki tarafların fıtrî ve ahlakî eğilimlerine, çevrenin ve zamanın olumlu-olumsuz etkilerine bağlı olarak, görüş açılarında ve sonuçların değerlendirilmesinde meydana gelen ihtilaflardır. (Yusuf el-Karadavî, İhtilaflar Karşısında İslâmî Tavır, s.23 vd)

Düşünürlerin, ilim ve fikir adamlarının, müctehidlerin ihtilafları bu türdendir. Bu tür ihtilaf, bir zenginliktir. İnsanlığın faydası için kafa yorularak üretilen bu farklı görüş demetleri, tek tip ve yeknesak bir toplum olmaktan bizleri kurtararak, çeşitli renk tonlarını bünyesinde barındıran bir gül bahçesine dönüştürür, daha doğrusu dönüştürmelidir.

Bundan dolayı, ittifak edilen hususlarda yardımlaşmak gerekir. İslamî konularda, Müslümanların ihtilaf ettikleri konular hem çok az ve hem de esas da değil tali

meselelerdedir. O bakımdan Müslümanların birbirleri ile çekişip, didişmesini gerektiren ciddi sebepler yoktur. Bilakis birlik, beraberlik içerisinde yardımlaşmaları gerekir ve bu hususta kesin hükümler vardır. Bugün Müslümanların paramparça olmaları, birbirleri ile kavgalı olmaları, bilgisizlik, nefsanîlik ve basit dünya menfaatleri sebebiyledir. Didişip çekişmenin önlenmesinin en mühim amillerinden biri de bütün Müslüman milletlerin, cemaatlerin, İslamî hizmet yapan grupların ittifak edilen hususlarda yardımlaşmasıdır. Bu hem Müslümanların birlik ve beraberliğini sağlar, ihtilafları azaltır ve hem de meselelerin çözülmesinde, hakların alınmasında çok etkin bir güç olur.

Toplumun birbirine düşmesi, herkesin kendi görüşünü beğenip menfi bir grupçuluğun hâkim olması, tefrika fitnesini meydana getirir. Allah inancındaki akidevî birliğin adı “tevhid”; ümmetin sosyal birliğinin adı ise “vahdet“tir. Tevhidi parçalamaya “şirk”, vahdeti parçalamaya “tefrika” adı verilir. Dolayısıyla ümmetin parçalanması sosyal şirktir, ümmetin birliği ise sosyal tevhiddir.

Tefrikacılar, yanlarındaki ile sevinirler. Tefrika, hakikat üstünde yapılan tartışmadır. Bu ise hakikati parçalar. Hakikati parçalayanlar kendi yanindaki ile sevinirler. Yüce Allah tefrikacılarla ilgili şöyle buyurur:

Ne var ki insanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler. Her grup, kendi yanındakilerle sevinip böbürlendi.” (Mü’minun:23/53)

Bununla beraber, farklılık, tefrika değildir. Kur’an, insanlar arasında düşünce ayrılıklarının bulunmasını, insanın yaratılış hikmetine ve özelliklerine bağlar: “Rabbin dileseydi, bütün insanları bir tek millet yapardı. Fakat onlar ihtilafa düşmeye devam edecekler.” (Hud:11/118)

İhtilaf edilen konularda da hoşgörülü olunmalıdır. İnsanlar çok çeşitli kabiliyetlerde ve özelliklerde yaratılmıştır. Aynı ana ve babadan doğan, aynı eğitimi alan, aynı ortamlarda yetişen kişiler arasında bile çeşitli düşünce farklılıkları, meselelere bakış açıları bulunmaktadır. Zekâ, akıl, muhakeme, bilgi, kültür v.b. farklılıkları da göz önünde bulundurunca, fertler, cemaatler ve toplumlar arasında ihtilafların olmaması düşünülemez. Bu çok tabii farklılıkları, tahrip edici olmamak, toplumu ifsat etmemek dinin özüne zarar vermemek şartıyla hoş karşılamalı, karşılıklı anlayış ve saygı içinde yanlışların düzeltilmesine ortak zeminler arayıp bulunmasına çaba gösterilmelidir.

Ölçüsüz tartışmalardan da sakınılmalıdır. Elbette bazı konular tartışılacak, en doğruya, en güzele ulaşmak için fikir teatisinde bulunulacaktır. Ancak bunu yaparken, deliller ortaya koymak, doğrunun ortaya çıkmasını sağlamak yerine, körü körüne iddia etmek, ille de kendi görüşünün kabul edilmesini zorlamak, kendini doğrunun tek merkezi sanmak, muhatabını tahkir etmek, kaba ve haşin davranmak asla kabul edilemez.

Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi

Recent Posts

  • Gündem

Uluslararası Ceza Mahkemesi, Netanyahu ve Gallant İçin Yakalama Kararı Çıkardı!

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…

5 saat ago
  • Gündem

KUR’ÂN ARAŞTIRICISIYDI BEL’AM MI OLDU!

Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…

6 saat ago
  • Gündem

YALNIZCA VE SADECE MİLLETİMİZİN ASKERLERİNE MUHTACIZ

Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…

9 saat ago
  • Gündem

İBB Meclisi’nde İstanbul’da Suya Her Ay Zam Yapılacak

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…

10 saat ago
  • Gündem

Marmara’da Lodos: Deniz Ulaşımı Olumsuz Etkilendi

İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…

11 saat ago
  • Makale

Evrensel Bir Kişilik Profili: Ebu Leheb ve Karısı (1)

Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…

12 saat ago