Küresel egemen sistemin kıtalar dolaştığı ve insanlığa büyük zararlar verdiği bir asırda, tek çıkar yolumuzun İslam ve İslami sistem olduğunu elimizden geldiği dilimizin döndüğü kadarıyla yazıyor, çiziyoruz. Çünkü Müslüman’ım diyen insanların, Müslüman’ın doruk vasıflarına ulaşması için, her zamankinden daha fazla çalışması ve gayret göstermesi gerekmektedir. Yılmadan ve usanmadan bu yolda yürümek ve rabbimizin rızasını kazanabilmek tek dileğimiz ve duamız…
Zira insanların kapitalist düzenin çarkları arasında ezilirken insanlığın çığlığını, ancak ve ancak vahiy duyabilir…
İnsanların savaş sarmalında yaşadığı bir dönemde, akan kanı durdurma noktasında, ancak ve ancak İslami hükümler etkili olabilir…
Çağımız insanının yalnızlık duygusunu, ancak ve ancak vahiy alabilir ve çare olabilir….
Müslümanların ve sonrasında insanlığın yaşadığı post-modern hayattan kurtulabilmesi gerçeğine ulaşabilmesinin tek yoludur İslam…
İşte tüm bunlar Müslümanların, ilk basamak olan, gönül dünyalarında günahlardan uzaklaşması ve İslam diyarına hicret etmeleri ile başlamalıdır. Bu hicret, aynı Peygamberimiz (sav)’in, o dönem şirkin merkezi haline gelen Mekke’den hicret edip, yepyeni bir hayata pencere araladığı Medine’ye hicreti gibi bir hicret olmalıdır.
O gün sahabe efendilerimiz, nasıl ki Mekke’de malını mülkünü, eşini dostunu, makamını mevkiini düşünmeden Allah için hicret ettiyse; günümüz Müslüman’ı da gönül dünyasında yapacağı hicretten sonra, gerekiyorsa bütün dünyalıkları elinin tersiyle iterek hakkı haykırması, zalimlere dur demesi, İslam’ı yaşayarak bütün dünyaya örnek olması gerekir.
Peygamberimiz (sav)’in Mekke’nin fethinde, elindeki asası ile “Hak geldi batıl yıkılıp gitti. Zaten batıl yıkılmaya mahkûmdur”(İsra 81) ayeti kerimesini okuyarak Kabe’de bulunan putları nasıl yıktı ise; “Heva ve heveslerini ilahlaştıran” (Furkan 77) günümüz Müslümanlarının da “Sonra seni de bu konuda ilâhî vahye dayalı bir yola koyduk. Onu izle, bilmeyenlerin arzularına uyma!”(Casiye 18) Ayeti kerimesinin ışığında gönül dünyalarında fıtratlarına hicret ederek heva ve heveslerini yıkmaları, kırmaları ve özlerine dönmeleri gerekir.
Şu anda pozitivist düşüncenin insanlığa sunduğu hatta dayattığı bütün sistemler Haktan sapmanın diğer adıdır. Haktan sapanlar için de yüce rabbimiz, “Şüphesiz onlar, Allah’a karşı sana hiçbir fayda sağlayamazlar ve kuşkusuz haktan sapanlar birbirlerinin dostları ve koruyucularıdır, Allah da itaatsizlikten sakınanların dostudur.” (Casiye 19) Buyurmaktadır.
Müslüman, Allah’a teslimiyet göstermiş insandır. Laisizmin ve bilumum pozitivist düşüncenin oluşturduğu din anlayışını kabul etmek demek, yüce rabbimizin bizlere gönderdiği ayetlerin bir kısmını kabul edip bir kısmını kabul etmemek demektir. Bu konuda yüce kitabımız bizlere hitaben şöyle buyurmaktadır:
“Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Şu halde içinizden böyle yapanlar, netice olarak dünya hayatında perişanlıktan başka ne kazanırlar, kıyamet gününde de en şiddetli azaba uğratılırlar. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
Bunlar ahireti, dünya hayatına satmış kimselerdir. Onun için bunlardan azap hafifletilmez ve kendilerine bir yerden yardım da gelmez.” (Bakara Suresi 85-86)
Yani bir Müslüman “Ben namaz kılarım ama zekat vermem” diyemez. “Ben namaz kılarım ama kısasa karşıyım” diyemez. “Ben oruç tutar, Hacca giderim ama faizli sistemi desteklerim, zekat falan da veremem” diyemez.
Bu konuda örnekleri çoğaltmak mümkün…
Ancak günümüz Müslüman’ının Kemali iştiyak ile İSLAM’A sarılması tek çıkar yoldur.
Yani sözün özü; Müslüman amasız, fakatsız Allah’a yüce bir teslimiyet ile bağlanmış insandır. İşte bu teslimiyetin neticesinde insan, dünya ve ahret saadetini yakalayabilir.
Selam, saygı ve muhabbetlerimle….
Şaban DOĞAN