Hz. Peygamber hayatta iken tekfirle doğrudan ilişkisi bulunmayan bir hadise ile nifak ve irtidad olayları hariç, Müslümanların birbirlerini tekfir ettiklerine dair dinî kaynaklarda- bildiğim kadarıyla- kayda değer bir bilgi yer almaz. Hz. Peygamber döneminde yaşanan o hadise ise şöyledir.
Hicretin 8. Yılında Fedek civarında oturan Mürre kabilesi üzerine gönderilen 200 kişilik seriyyede Üsâme b. Zeyd de bulunmaktadır. Üsâme, bu seriyye esnasında Benî Mürre’nin müttefiki Cüheyne kabilesine mensup birini, “lâ ilâhe illallah” dediği halde, isteyerek değil de korktuğu için Müslüman olduğunu düşünerek öldürür. Bu olay daha sonra Hz. Peygamber’e iletilir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Üsâmey’i çağırıp ona, “Kalbini yarıp da mı baktın?” diyerek, bu öldürme olayından memnun olmadığını ve tasvip etmediğini ifade eder. Üsâme de böyle bir hata yaptığı ve Resûlullah’ı üzdüğü için de kendini affetmez, “Keşke daha önce değil de bugün Müslüman olsaydım” deme ihtiyacını hisseder.[1] Bunun üzerine,
“Ey iman edenler! Allah yolunda savaşmak üzere yola çıktığınızda, karşılaştığınız kişilerin durumlarını iyice araştırıp öğrenin. Size Müslümanca selam verene “ sen mümin değilsin” demeyin, dünya malına tamah ederek onu öldürmeyin”[2] ayeti nazil olur. Bu sözü ile Allah Teâlâ, yaşanan bu hadiseyi onaylamamış ve bu gibi durumlarda ne yapılması gerektiğini de açıklamıştır. Elmalılı Hamdi Yazır da bu ayetle ilgili olarak “Bir kimsenin zahirde verdiği selamı, gösterdiği teslimiyeti hiçe sayıp da onun hilafına tevehhümat ile doğrudan kalbine hükmetmeğe kalkışmayınız, zahirine göre muamele ediniz”[3] yorumunu yapar ve nüzul sebebi ile ilgili birkaç rivayet de zikreder.
Hz. Peygamber hayatta iken Müslüman olan , fakat daha sonra irtidad eden kimseler de olmuştur. Abdullah b. Ebî Serh bunun bir örneğidir. Medine döneminde Müslüman olduklarını söyledikleri halde, sergiledikleri olumsuz tutum ve davranışlar sebebiyle bazı kimselerin münafık olduklarına dair bir kanaat oluştuğu da bilinen bir olgudur. Bu nedenledir ki bazı sahâbîlerin zaman zaman kendilerinde de bir nifak alametinin olup olmadığı konusunda endişe ettikleri[4], bunun üzerine Hz. Peygamber’in de bu tür endişelere kapılmanın yersiz ve gereksiz olduğuna dair görüş beyan ettiği nakledilmektedir.[5] Kur’an’da ise münafıklarla ilgili kişilik bilgilerine geniş yer verildiği, fakat şahıs ismi zikredilmediği görülür. Hz. Peygamber’in de bu ilkeye uygun olarak şahıs ismi zikretmeden münafıkların alametlerinden söz eder.[6] Buna rağmen onun toplumsal birliği sağlamak amacıyla ölen bazı münafıkların cenaze namazını kılmak istediği, fakat Allah Teâlâ’nın buna müsaade etmediği de bilinmektedir.[7] Bu konuda Kur’an ve hadislerde yer alan bilgiler, kısaca böyledir.
Daha sonra ne oldu da bazı Müslümanlar, diğer Müslümanları “tekfir etme” ye başladılar? Böyle bir davranışın temelinde ne var? Bilindiği gibi bu davranışın ortaya çıkışındaki zahiri sebep, Sıffin Savaşı sırasında meydana gelen” hakem olayı” dır . Ancak hakem olayı, tekfir etme anlayışının çıkışında önemli bir etken olsa da, bu anlayışın günümüze kadar varlığını devam ettirmesini izah etmeye kafi gelmemekte ve asıl sebebin, çok daha derinlerde olduğunu göstermektedir. Bu sebepler arasında en fazla dikkat çekeni ise iman kavramının terimleştirilmesinde görülen tanım farklılıklarıdır.
İman, kavram olarak Kur’an’da yer alsa da terim anlamında yer almaz. Dolayısıyla Kur’an’da imanın tanımı, terimsel anlamı üzerinden değil de iman edilecek nesneler/objeler üzerinden yapılır. Nitekim “Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene/tenzile iman etti, müminler de iman etti.” [8] ayeti bunu ifade eder. Bu bağlamda iman, Hz. Peygamber’i ve onun Allah’tan getirdiklerini/tenzili tasdik etmek, küfür ise bunları tekzip etmek/yalanlamak, demektir. Bu nedenle iman, insanın inançlarını ve bu inançlara olan sadakatini gösteren önemli bir göstergedir. Dolayısıyla bir kişide küfrü gerektirecek bir söz, tutum ve davranış söz konusu değilse, o kişinin mümin olduğuna hükmedilir. Zira bir insanın imamlı olup olmadığının tek bir kriteri vardır, o da tekzip”tir. Bir diğer ifade ile söz, tutum ve davranışlarıyla “tenzil” tekzip edilmedikçe, küfür öz konusu olmaz. Çünkü hem imanda, hem de küfürde irade temel esastır ve zorlama ile yapılan iman ve küfür ikrarlarının hiç bir değeri yoktur. Zira zorlamanın sonucu iman değil, nifaktır. Bu nedenle söylenen sözün söylendiği andaki durum ve şartlar dikkate alınıp da sözün delaleti ve kastı bilinmedikçe küfrün varlığına hükmedilmemesi, bir diğer genel ilkedir.
Böyle bir durum söz konusu olmadığı halde neden bazı Müslümanlar, diğerlerini tekfir etme cesaretini kendilerinde bulabiliyorlar? Hiç şüphesiz Bu cesaretin tarihî bir geçmişi vardır ve daha önce de ifade edildiği gibi kökeni Sıffîn Savaşı sonrasında oluşan dinî anlayışlara dayanmaktadır. Bunun en başında ise “iman” kavramın terimleştirilmesi meselesi yer alır. Zira bu savaşta Hz. Ali’ye karşı gelerek onun safından ayrılanlar/ haricîler, bu ayrılışın haklılığını göstermek ve ispat etmek için imanı, “tasdik, ikrâr ve amel”den ibaret saymışlar ve bu nedenle de Hz. Ali’yi “tekfir” etmişlerdir. Onlara göre, amel imandan bir parçadır; parçayı yapmayan, bütünü de yapmamış demektir. Dolayısıyla onlar, günah işleyen bir kişiyi, imanın bir parçasını yapmadığı için kâfir olur demişler ve sırf bu yüzden de Hz. Ali ve hakem olayına iştirak edenleri, kâfir saymışlardır. Bu inanç ve düşüncelerini de “lâ hükme illâ lillah/Allah’tan başka hüküm sahibi yoktur” şekline sloganlaştırarak ifade etmişlerdir.[9]
Daha sonra bu düşünceye Mu’tezile de iştirak ederek, imanı,” kalbin tasdiki, dilin ikrarı ve İslâm’ın esası olan rükünleri işlemek [10] olarak tanımlarken; Mürciye, “mücerret olarak dilin ikrarı”; Ebû Hanife de “inanılması gereken şeyleri kalbin tasdik etmesi, dilin de bunu söylemesi”[11] olarak tanımlamıştır. Eş’ari ve Maturidî’ye göre ise sadece “ iman, kalbin tasdiki ”[12] den ibarettir. Zira sünnî anlayışa göre iman ile amel, bir bütünün parçaları değil, birbirini tamamlayan iki farklı gerçekliktir. Nitekim Kur’an’da birbirleriyle savaşan ve birbirlerini katleden iki topluluğun, mü’min olduklarını ifade eden bilgi, bunun bir kanıtıdır.[13] Bu nedenledir ki Fahreddin Razî, “İman edenler ve salih amel işleyenler” ayetine dayanarak, amelin imandan bir parça olmadığını; zira ayette önce imandan, sonra da amel-i salihten söz edildiğini ve iman üzerine atfedildiğini ifade ettikten sonra, “Bu ikisi birbirinden farklıdır ki, biri diğeri üzerine atfediliyor. Aksi takdirde imanın amel-i salih ile birlikte tekrar zikredilmesi gerekirdi”[14] yorumunu yapar. Razî’nin bu görüşünü bir benzetme ile açıklayacak olursak, iman matematiksel olarak 1’i ; amel ise de 1’in sağına konulan sıfırları ifade eder. 1, sıfır değildir, sıfırlar da 1 değildir, ancak sıfırlar 1’e muhtaç olduğu halde, 1 sıfırlara muhtaç değildir. Bu nedenle amellerin kabulü ve değeri imana bağlıdır, iman yoksa amellerin de bir değeri yoktur. Bunun içindir ki mürtedlerin amelleri boşa gitmiştir.
Neticede her dinî grup, ilgili ayetleri kendi iman tanımlarına göre anlamışlar ve yorumlamışlardır. Bu da tekfir etmenin ana sebebini oluşturmuştur. Nitekim Hariciler, “Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmez ise, o kâfirlerin ta kendisidir” [15] ayetini tefsir ederken, iman tanımlarına göre Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen herkesi tekfir ederlerken; sünnî akidenin iki temsilcisi İmam Mâturidî ve Fahreddin Razî ise bu ayeti, “Kim Allah’ın indirdiğine inanmazsa” şeklinde anlamışlar ve yorumlamışlardır. [16] Ancak çağımızda sünnî anlayışa sahip olmakla birlikte Seyyid Kutub’ un da bu ayeti ameli imana dahil eden bir anlayışla yorumladığı görülmektedir.[17] Onu böyle bir yoruma götüren de hiç şüphesiz içinde yaşadığı toplumun siyasî, sosyal ve kültürel şartlarıdır ve bu şartların onun ruh dünyasına yaptığı derin etkiler ve açtığı derin yaralardır. Nitekim bu konuya Muhammed Kutub da bir röportajında temas etmektedir.[18] Dolayısıyla söz konusu bu etkilerin onu böyle bir düşünceye sevk ettiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle bu anlayışın ve yaklaşım tarzının, benzer psikolojiye sahip Müslümanlarda da görülmesi tesadüfî değildir.
Neticede tekfirci anlayış, sahiplerine duygusal bir rahatlık sağlasa da, mevcut sorunları çözmeye kafî gelmemekte, dahası itici ve ötekileştirici olduğu için de birlik ve beraberliği, kısaca ümmet anlayışını parçalayıcı bir işleve sahip olmaktadır. Bu nedenle fikir ve düşüncelerinden dolayı Müslümanları, “tenzil”i tekzip etmediği sürece tekfir etmemek, Kur’an’ın ruhuna uygun bir düşünce tarzı olarak görülmektedir.
Prof. Dr. Celal Kırca
Celal Kırca Hocamızın daha önce yayınlanmış olan bu yazısını, önemine binaen tekrar yayınladık.
MİRATHABER.COM -YOUTUBE-
YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ
[1] Buhârî, Meġāzî, 45; Müslim, İmân, 158.
[2] Nisâ, 4/94. Buharî, Tefsir, Nisâ suresi.
[3] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul 1936,2/1425-1428.
[4] Buhârî, İmân, 36.
[5] Müslim, Tevbe, 12
[6] Buhârî, İmân 24.
[7] Tevbe 9/80.
[8] Bakara,2/286.
[9] Şehristanî, el-Milel ve’n Nihâl, Beyrut 1975,1/158.
[10] Zemahşerî, Keşşaf, Beyrut, Tarihsiz, 1/129,1/487, 2/64. Sevkanî, Fethu’l-Kadîr, Beyrut, tarihsiz 2/283.
[11] Ebû Hanife, Fıkhu’l-Ekber, Ebu’l-Müntehâ Şerhi, Baskı yeri yok. Tarihi, 1288, s. 18; Mustafa Öz, İmam A’zam’ın Beş eseri, İstanbul, 1981, s. 32.
[12] Eş’arî, Kitabu’l Lum’a, Mısır, 1954, s. 123; Ebû Mansur el-Maturîdî, Kitabu’t-Tevhid, İstanbul, 1979, s. 375-376.
[13] Hucurât, 49/9.
[14] Faherddin Râzî, Mefatihul Gayb, Tahran, tarihsiz, 2/127.
[15] Mâide,5/ 44.
[16] Mâturidî, Te’vilatu’l Kur’an, Raşid Efendi Kütüphanesi, No:47, v.143b. 144 a; Fahreddin Razî, Mefâtihu’l Gayb, 12/6.
[17] Seyyid Kutub, Fizilâli’l-Kur’ân, Beyrut 1968, Cüz. 7, s. 157-158.
[18] Muhammed Kutub, İslâm Düşüncesinde Sanat, Ter. Akif Nuri, İstanbul 1979,s.13-14.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…
View Comments
İman ve amel her dönem yeni yoruma muhtaç gibi değerli hocam,Günümüzde ise iman gerçekten daha farklı bir metodla anlaşılıp anlatılması gerekiyor günümüz insanı hangi konuda olursa olsun kendi kafasından bir şablon oluşturuyor ona uygunsa inanıyorum,Uymuyorsa kimin ne anlattığı ile de fazla ilgilenmiyor sosyal basındaki her kafadan ses çıkaran sakallı sarıklı karikatür tiplerde işin maalesef sosu oluyor ve bu insanlar üzerinden imanı bırakın din ve dinle ilgili ne varsa hepsine mesafe koyuyorlar.Selamlar saygılar sağlık afiyetler.
Hocam Allah'ım razı olsun.
Bu konuda Hucurat suresi 14. Ayeti önemsiyorum.
Teslim olmak ve mümin olmak.
Günahkar demek daha mı doğru.
Ama belirttiğiniz gibi, tekfirci olmak yanlış.
Allah a emanet olun.
Tekfirci anlayış, İslam alemininsunni ve Şii şeklinde ikiye bölmüş ve iki yakasını bir araya getirmeyecek bir derinlikte Müslümanların birliğini berheva etmiştir. Kuran'da onca ayet ve uyarıya rağmen hala popülaritesini yitirmeyen bu hastalığa, değerli hocam güzel anlatimiyla ustaca temasta bulunmuş. Allah hocamıza sağlık afiyet, kalemine güç kuvvet versin.