Televizyon ve internetin olmadığı, radyonun sadece ajans dinlemek için kullanıldığı, çocukların mutlu bir şekilde sokak aralarında oynadığı bir dönemde, saklambaç oynardık sokaklarda. Çocuklardan biri ebe olur, diğer çocuklar saklanır, ebe olan çocuk da diğer saklanan çocukları bulmaya çalışırdı.
Televizyon ve internetin olmadığı, radyonun sadece ajans dinlemek için kullanıldığı, çocukların mutlu bir şekilde sokak aralarında oynadığı bir dönemde, saklambaç oynardık sokaklarda. Çocuklardan biri ebe olur, diğer çocuklar saklanır, ebe olan çocuk da diğer saklanan çocukları bulmaya çalışırdı.
Ülkemizde uygulanan ve mahiyeti “Din ve vicdan özgürlüğü” olması gereken laiklik; saklanmaya çalışan çocukların ve onu bulmaya çalışan ebe çocuğun durumuna benziyor maalesef. Herkesin kendine göre bir laiklik anlayışı var. Saklandığı yerden kendine göre bir laiklik anlayışı uyduran, zaman ve zemin kollayarak milleti sobelemeye çalışıyor.
Bu millet, minarelerinden 18 yıl gibi uzun bir süre ezan Türkçe okutularak sobelendi…
Kuranı Kerim’in orjinalinden okunması yasaklanarak sobelendi…
27 Mayıs 1960 ve 12Eylül 1980 darbeleriyle sobelendi…
28 Şubat 1997 yılında ise adamakıllıca sobelendi…
Liste pek uzun… Laiklik bahane edilerek başörtüsü zulmünden tutun da mütedeyyin insanların fişlenmesine varana kadar sobelendi bu millet.
Osman Nuri Çerman da 1950 yılında CHP kurultayında kabul edilen projesiyle, “Kuranı Kerim’in ayetlerinde değişiklik yapılması, vakit namazlarının sabah ve akşam olmak üzere beşten ikiye indirilmesini, yüce kitabımız Kuran’a Nutuk’tan ayetler eklnemesini, Kuran-ı Kerim’e turizm, vergi adı altında sureler eklenmesini, oruç ibadetinin kamu kurumunda çalışanlara yasaklanmasını…” isteyerek, bu milleti sobelemek istedi.
Sobe, sobe, sobe…
Oysa ki biraz akıl ve izan sahibi insanlar, bu davranışların gerçek din ve vicdan özgürlüğü olmadığını, jakoben ve baskıcı bir laiklik anlayışının insanları bunalttığını anlamaları gerekirdi. Olmadı veya olamadı.
Dedik ya… İnsanların rahat ve huzurlu bir din hayatı yaşaması gerektiğine aldırmadan, kendi yaşam biçimlerini insanlara baskıyla kabul ettirmeye çalışmanın adı Laiklik olamaz. İkna odaları kurarak üniversiteli kızların başlarını açmaya zorlamakta laiklik değildir.
Peki nedir laiklik?
Hepimizin bildiği gibi laiklik, batı kaynaklı bir terimdir.
Aslında laiklik ilkesinin çıkış noktasına baktığımızda, Ortaçağ avrupasında ki kiliselerin toplum üzerinde ki baskısını görmekte zorlanmayız. Papalık kurumunun devletlerin yönetiminde etkin rolü, din adamlarının Kral’ın üstünde otorite oluşturmaları, aynı din adamlarının halka cennetten arsa satışları, hepimizin bildiği gerçekler arasında yer alıyor. Bu dönemde Avrupa kıtasında insanların sınıflara ayrılması ve din adamları arasında ruhban sınıfının olması, ruhban sınıfının da insanlar üzerinde baskı oluşturması laiklik ilkesini doğurmuştur. Yani avrupa insanı, bu baskılar sonucunda bir arayışa girmiş, kilisenin baskılarından kurtulabilmek adına Laiklik’e sarılmıştır.
Biraz daha konuyu açarsak laisizm, aslı bozulmuş olan Hıristiyanlık dininin insanlar üzerinde kurduğu baskı neticesinde, dinde reform yapmak üzere ortaya çıkmış bir akımdır. Kendi içinde düşünüldüğünde doğruluk payı da vardır. Zira deforme olan düşünce yapısının reformize edilebileceği gerçeği gün gibi aşikardır. Bu fikrimize karşı çıkanlara ise, İznik konsilinde (M.S 325) yazılmış yüzlerce İncil arasından dört tanesinin seçilmesini hatırlatmakta fayda vardır. (Matta, Markos, Luka, Yuhanna) Demek ki o kadar çok incil’in yazılması, semavi dinlerden olan Hıristiyanlık dininin aslının bozulmasına neden olmuştur. Oysaki İslam, insanlar üzerinde baskı kurmaz. İnsanları dini yaşantılarında serbest bırakır. Çünkü bu dünya imtihan dünyasıdır ve bu imtihanı kazanmak isteyen insanlar, Allah’ın emirlerini hayatlarında önemserler ve imtihanı kazanmaya çalışırlar. “Şeytanın adımlarına uyarak” ve “Hayatı bir oyun ve eğlence görerek” yaşayanlar, Kuranı Kerime göre bu imtihanı kaybedenlerdir. Hele ki kendi yaşadığı seküler hayatı, özellikle 28 Şubat sürecinde olduğu gibi insanlara diretenler, bu imtihanı kaybedenlerin başrollerinde oynamaktadırlar. Onlar bu dünyada Müslümanları sobelemeye çalışsalar da, ahiret hayatında asıl sobelenecek olanlar onlardır. Çünkü dünya hayatını oyun ve eğlenceden ibaret olarak gördüklerinden dolayı, kıyamette Allah’ın huzurunda saklanacak yer bulamayacaklardır.
Sayın CumhurBaşkanımızın büyük gayretleri ve destekleriyle Müzeden Camiye çevrilen ve böylece aslına rucu eden Ayasofya, 86 yıl aradan sonra 24 Temmuz 2020 Cuma günü Cuma namazıyla tekrar ibadete açıldı. Başta İslam âlemi olmak üzere tüm insanlığa hayırlı uğurlu olsun inşallah.
Ayasofya’nın ibadete açılmasını, saklandıkları yerde kendilerine göre laiklik tanımı yapan bir grup insan, bu tarihi yapının ibadete açılmasını laiklik karşıtı bir eylem olarak nitelendirmekten de geri durmadı. Olmadı tabiki de. Milleti laiklik adına yıllarca sobelemeye alışan bu insanlar, Ayasofya’nın camiye çevrilmesini hazmedemediler.1934 yılında bakanlar kurulu kararı ile müzeye çevrilen bu mabedi, “O dönem dünya konjonktürü bunu gerektirmiş ve müzeye çevrilmiş” diyebilirlerdi ama diyemediler. Saklandıkları yerden kafalarını uzattılar ve: “Laiklik elden gitti” “Kılınan laiklik’in cenaze namazıydı” gibi laflar ettiler. Yani yine milleti sobelemeye çalıştılar.
Olmadı, Diyanet İşleri Başkanımızın, eski bir gelenek olan ve dostlar için ayrı, düşman için ayrı mesajlar içeren kılıç ile hutbe okumasına da takıldılar. Fakat ben, bu jakoben laiklerin bu sözlerine hiç mi hiç takılmadım. Zira Ayasofya’nın tekrar ibadete açıldığı bu büyük günün keyfini çıkartırken,
Sadece şunu söyleyeceğim ki, artık bu milleti sobeleye miyorsunuz.
31 Temmuz Cuma günü, iki dini bayramımızdan biri olan Kurban bayramını idrak edip kutlayacağız. Bu vesileyle herkesin bayramını kutluyor hayırlar getirmesini yüce rabbimden niyaz ediyorum.
İnsanların bayramlaştığı ve yardımlaştığı, sevinç ve güzel duyguları had safhada yaşadığı, bayram namazlarıyla tekbirlerin gök kubbeye ulaştığı bu güzel günlerde; “ben İslam’a ve islami motif taşıyan herşeye karşıyım” deyemeyenler, saklandıkları köşelerden kafayı uzatıp “Hayvan katliamı yapılıyor” “Bu yıl da kurban hac mevsimine denk geldi” “Kurban kesmek vahşettir” gibi, kendilerince sözler söyleyeceklerdir. Yani yine bu milleti sobelemeye çalışacaklardır.
İyi de bu millet sizi 24 Temmuz da güzelce sobeledi… Hala anlayamadınız mı?
Kurban bayramınız kutlu olsun!
Selam, saygı ve muhabbetlerimle…
Şaban Doğan