Dünyayı huzursuz eden ve toplumları parçalayan bir terör belası var. Değer anlayışından mahrum ve huzursuz bir dünyanın çocukları, terör’e müsait kurbanlar olarak profesyonel savaş merkezleri tarafından kullanılmaktadır. Bu istismar ve sömürüleri gerçekleştiren ülkeler ise, maalesef bilgi ve teknolojide gelişmiş Amerika ve Avrupa ülkeleri. Bu konuda, çok fazla bilgi ve kaynak ile bu tür saldırganlıkların ve zulümlerin varlığına şahit oluyoruz. Özellikle Amerika ve Rusya, güvenlik şirketleri adıyla kurulan ve dünyadaki çaresiz, işsiz ve marjinal insanları, yüksek paralarla terör aktörleri olarak kullanıyor ve sözüm ona, “modern batı dünyası”, görünürde hiçbir antidemokratik hareketin içinde olmuyor!..
Terörün, öncelikle ruh ve ahlak bakımından mahrum ortamlardan ve eğitimsizlikten kaynaklandığını belirtmemiz gerekiyor. Ahlak ve insan sevgisinin olmadığı insanlar; ister istemez başkalarına acıma, onlara saygı duyma ve onların hayat hakları gibi kavramları anlamaz ve kabul etmezler. Dolayısıyla; kendi dünyalarında huzursuz, kıskanç ve duyarsız bir psikolojiye sahiptirler. Toplumlardaki normlar sistemiyle bu kişilerin bağlarının kopmuş olduğunu söyleyebiliriz. İnsan; iyiliğe ve kötülüğe eğilimli bir varlıktır. İnsanlar, iyiye yöneltilmediği ve manevi değerler ile donatılmadığı müddetçe, nötür kalmazlar; kötülüğe ve tahribe hazır varlıklar haline gelirler. İşte terör de, bu tür olumsuz değer ve tutumların sonunda gerçekleşen “organize bir kötülük” hareketi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Terör, insanlık üzerinde baskı ve hakimiyet kurmak isteyen ve bunu tabii bir yaşayış felsefesi haline getiren grup ve devletlerin kullandıkları bir araç haline gelmiştir. “Vekalet savaşları” diye adlandırılan bugünkü savaşlar, ellerini ateşe sokmayan ve terör gruplarını maddi imkan ve teçhizat ile takviye edip, planlarını uygulayan devletlerin mesleği olmuştur. Daeş, PKK-PYD, Boko Haram, Vagner gibi terör örgütleri; profesyonel kuruluşlar görünümünde, parayı ve desteği veren ülkelerin menfaatlerine uygun bir şekilde, kendilerini finanse eden ülkelerin emrinde çalışmaktadırlar. İşin garip yanı, bu örgütlerin faaliyet gösterdikleri yerler, büyük çoğunlukla Müslüman toplumların yaşadıkları topraklardır.
Bu durum, son asırda Emperyalist hareketlerin, taktik değiştirerek kendi asker ve güçleriyle değil, paralı gruplar ile emperyalist emellerini gerçekleştirme yolunu seçtiklerini göstermektedir.
Daeş ve Fetö örgütü Amerikan FBI ve CIA tarafından, Vagner ise, Rusya tarafından kullanılmaktadır. Fetö ve DHKPC gibi Sol örgütleri; Fransa, Belçika, Almanya, Avusturya gibi ülkelerin sahiplenmesi ve onlara destek vermesi, terör ve bozguncu ihanet şebekelerinin devletlerin emrinde hareket ettiğini gösteriyor. Sabancı’nın katillerini yıllarca koruyan Belçika, Fetö’nün hain ve hırsız örgütünü koruyan Almanya, Fransa ve Yunanistan gibi ülkeler; düşmanca bir anlayış ve planın parçası olduklarını göstermişlerdir.
Emperyalist hareketler, her zaman güç ile hedeflerine ulaşmayı denemeyip; toplumlardaki bazı hassas noktaları kaşımakla maksatlarını elde etmeye çalışmaktadırlar. Kürt meselesi, Osmanlı’da değil, Batı tarzı ideolojilerin hakim olduğu zamanda, batı tarzı milliyetçilik ve ırkçılık ideolojisi ile gündeme gelmiş, toplumdaki birliğin parçalanması ve ayrıştırılması ile gündeme gelmiştir.
Günümüzde bu örgüt; bir kısmı Kürt, Ermeni ve Türk gibi çeşitli gruplardan devredilmiş; hastalıklı,para ile satın alınmış veya kandırılmış kişiler ile toplumda düşman kaplar oluşturmaya çalışmıştır. Fakat, çok şükür ki, halkın Müslüman olması, ırkçı tutum ve hareketlere itibar etmemesine sebep olmuştur.
Gençlerimiz ve halkımızın bir bölüm, bu olayları; yoğun bir şekilde batılı ve modernist akımların etkisi ile yakınen inceleyememiş ve toplumsal değerlerin koruyucu niteliğini görememiştir.
Türkiye’de Kürtçü hareket, Batı ülkeleri tarafından fikri, siyasi ve iktisadi olarak desteklenerek legal bir güç haline getirilmiş ve parlamento’ya sokulmuştur. Bu hareket, Parlemento’da Türkiye’nin hiçbir meselesiyle ilgilenmeyerek, PKK’nın ayrımcı ve terör hareketine siyasi ve sosyal destek sağlamıştır. Kapitalistçe yaşayan, fakat kürt vatandaşlarımızın duygularını istismar eden bu sun’i kahramanlar (!), Batı ülkelerince Türk hükümetine verilmeyen hak, imkan ve desteklerle günümüze kadar korunmuş ve kollanmışlardır. Yegane sermayeleri, yıllarca önce; batıcı ve milliyetçi iktidar döneminde kürt halkına reva görülmüş haksızlıkları istismar etmeleridir.
Türkiye’de batıcı ve batı emperyalizmine hizmet eden sanat ve medya kuruluşlarıyla desteklenen Demirtaş , “barış havarisi” şeklinde empoze edilmiştir. Bununla da kalınmayarak, HDP hareketi meşru bir kurum olarak empoze edilmiştir. Fakat, sonuç; bu kişi ve grubunun kirli yüzünün ortaya çıkmasını engelleyememiştir. Demirtaş, PKK ile içli dışlı hareket etmesi dışında, HDP’li ve PKK’lı bir kısım gözü dönmüş kişileri, 53 vatandaşımızın öldürülmesi konusunda terör katlimanın baş sorumlusudur. Bu eylemi, hukuk tarafından cezalandırılan Demirtaş, ne gariptir ki AHİM tarafından siyasi açıdan aklanarak, terörist bir katil olduğu gözden uzak tutulmuş ve itibarlı biri gibi muamele görmüştür. Tek kelime ile AHİM, hukuk’u ideolojik tercihine alet etmiştir.
Batı’nın, ülkemizdeki ayrılıkçı ve terörist hareketleri bilerek veya bilmeyerek desteklemesi, Türk hukukunun bir şiddet hareketine yönelik kararına önem vermeyerek göstermiştir. Mahkemenin, kendi yetki alanını aşmaya çalışması, Avrupa’nın her zamanki gibi iki yüzlü kimliğini ortaya çıkarmıştır.
Batı’nın “ben merkezli” ve “ahlak dışı” kültürü, onun maddeci ve hakimiyetçi mantığının bir ürünüdür. Adalet ve ahlak kuralları dışında bu yöneliş; “ilk çağ ilkelliği’”ne yakın bir tutum sergileyen uluslararası sistemi güçlendirmektedir. Artık, kimlerle ve hangi düşmanca tutumlarla karşı karşıya kaldığımızı bilmemiz gerekiyor.