Tevâzu, yani alçak gönüllülük, kim olursa olsun insanlara karşı kibirlenip böbürlenmekten sakınarak, iyi münasebetlerde olma hâlidir. Tevâzu sahibi güzel insan, yüceliğin Allah’a ait olduğunu bilip, sadece Hakka boyun eğer ve müstahak olduğu mertebenin daha alçağına kendisini lâyık görerek, o istikamette herkesle gönülden muamelede bulunur. Yani mütevazı bir kişi, herkesi kendinden üstün bilir, kendi acziyetini idrak eder, vicdana dayanan bir duygu ile kendi kusurunu bilip, kendine haddinden fazla kıymet vermez. Özellikle rütbe ve statü bakımından alt seviyede olan kimselere karşı böbürlenmek, mütevazı kişilerin bir hasleti değildir. Mütevazı olmakla asıl amaç aslında insanların önünde alçalmak değil, herkese güzel muamele ile ilâhî huzurda yükselmektir.
Öyle ise bizler de mütevazılık bağlamında güzel insanlar kategorisine girebilmemiz için, kalbimizin samimî, dilimizin tatlı, yüzümüzün yumuşak, davranışlarımızın ihlâslı ve niyetlerimizin de halis olmasına dikkat etmeliyiz. Bir başka ifadeyle tevazuu engelleyen hâl, hareket ve hasletler uzak durmalıyız. Yani her yerde, her makamda ve herkese aynı güzel muamelede bulunabilmek için, kalbimizde bencilliğin oluşmasına, nefsimizin beğenmişlik ve kibir hastalığına yakalanmasına müsaade etmemeliyiz.
Zaten tevâzu, Peygamberimizin (sav) de tavsiye ettiği bir ahlâkî meziyettir. Ne buyurmuş Efendimiz (sav):
“Kim Allah rızası için, bir derece tevazu izhar eder ise, Allah da ona bu sebeple bir derece yükseltir. Kim de Allah’a bir derece kibirde bulunursa, Allah da onu bu sebeple bir derece alçaltır, böylece onu esfel-i safiline (aşağıların aşağısına) atar.”
“Ümmetimden alçak gönüllü olanları gördüğünüz zaman, siz de onlara tevâzu gösterin, fakat kibirlileri gördüğünüz zaman, siz de onlara karşı kibirlenin. Zira mütekebbire karşı kibriniz, onları hakir ve küçük düşürmektir.”
Demek ki, kibirlenme bir misilleme olarak veya bir ders olsun diye sadece kibirli tiplere karşı ancak caizidir. Şımarık ve kendini beğenmiş zenginlere veya büyüklük taslayanlara karşı izzetli ve vakarlı davranmak ise tevâzunun bir tezahürü olarak görülmelidir. Bunun dışında karşılaştığımız her Müslümanın, bizden üstün olduğunu kabul etmeliyiz. Yani, ister cahilden, ister çocuktan olsun, hak sözü duyduğumuzda o söze boyun büküp, onu kabul etmeliyiz. Bu manevî yönden olgun olmanın da bir işaretidir. Bir atasözümüz bu hasleti ne güzel ifade etmiş: Ağacın meyvesi olunca, başını aşağıya salar. Hz. Ebû Bekir ne güzel buyurmuş: “Keremi takvada, zenginliği yakînde (ilimde, marifette) ve şerefi tevâzuda bulduk.”
Tezellül Halleri: Sahte ve Aşırı Tevâzular
Her şeyde olduğu gibi her güzel haslet, başka art niyetli amaçlar doğrultusunda da kullanılabilir. Mesela ezberlenmiş, yapmacık tevâzular vardır ki, bunlar da aslında ancak gizli bir kibri örtmeye yarar. Sahte tevâzular, alçak gönüllüğün bir emaresi olmaktan çok tezellülün açık bir işaretidir. Tezellül, hiç de gerekli olmadığı halde aşırı derecede tevâzu gösterme hâlidir. Özellikle bir şeyler elde etmek adına tevâzuda ve methetmelerde aşırılığa kaçmak, kişiyi zillete ve deanete (alçaklığa) götürebilir. Onun bunun huzurunda bir çıkar uğruna zahiren tevâzuda bulunmak, haddizatında kişiyi mânen alçaltan bir rezalettir.
Tezellül, bu yönüyle ahlâkî bir sapkınlık hâli olmasından dolayı insanî münasebetleri de dejenere eden bir sosyal hastalıktır. Yani aşırı tevâzuun (tezellülün) da kibir gibi kendine mahsus birçok tehlikesi vardır. Toplumda ve bilhassa siyaset arenasında maalesef tezellül olarak kabul edilen birçok tutum ve davranış görmek mümkündür: Alçalarak yalvarmak; İhtiyacı olmadığı halde dilencilik yapmak; Davet edilmeksizin ziyafetlere gitmek; Zaruret olmadığı hâlde ellerindeki nimete/menfaate göz dikerek, zenginlere/siyasetçilere/idarecilere gitmek ve onlardan bir şeyler elde edebilmek için, onlarla oturup kalkmak; Dalkavukluk yapmak.
Velhâsıl
Aman dikkat! Toplum olarak tevâzu kültürümüzü tezellüle dönüştürmeyelim. Bunun için tevâzu gösterirken dahî vakarımızı yani ağırbaşlılığımızı ve şahsiyetimizi korumalıyız. Çünkü tevâzu ve vakar, birbirini tamamlayan ahlâkî bir dengedir. Vakar olmadan gösterilen bir tevazu, insanı küçüklük ve zillete götürebilir.
Diğer yandan tevâzu olmadan sergilenen bir vakar da insanı, gurur ve kibre götürebilir. Buna karşılık bu iki ahlâkî meziyete birden sahip olan bir insan, başkaları tarafından tevâzu sayesinde sevilir, vakar sayesinde sayılır. O halde toplumda şahsiyetli ve karakter sahibi bir insan olmak istiyorsak, tezellüle düşmemek adına güzel ahlâk temelli bilinçli farkındalık sayesinde hem tevâzu, hem de vakar sahibi olmalıyız.
Prof. Dr. Ali SEYYAR
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…