islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
33,9762
EURO
37,6709
ALTIN
2.725,36
BIST
9.771,16
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
25°C
İstanbul
25°C
Hafif Yağmurlu
Pazar Hafif Yağmurlu
27°C
Pazartesi Çok Bulutlu
28°C
Salı Çok Bulutlu
29°C
Çarşamba Parçalı Bulutlu
28°C

“TEVEKKÜL ANLAYIŞI”MIZA DAİR

“TEVEKKÜL ANLAYIŞI”MIZA DAİR
13 Temmuz 2024 10:30
A+
A-

Bir şeyin kavramı, o şeyin bilgisidir. Bu sebeple insanların bütün iradî eylemleri, kazandığı kavramlara bağlıdır ve kavramla­rın kendisi de, elde edilme yolu da karmaşık bir yapı arz etmektedir.[1]  Dolayısıyla her insan,  öğrendiği ve anladığı kavramlara göre düşünce ve  davranış  farklılıklarına sahiptir. Bu nedenle “Ne kadar ekmek o kadar köfte” atasözünde  olduğu gibi,  ne kadar  kavram, o kadar da düşünce ve davranış tarzı demektir. Bundan daha da önemlisi öğrenilen kavramların doğru anlamlarına sahip olmaktır. Zira  pek çok insan, sahip olduğu kavramların doğru anlamlarına sahip olamamaktadır. Bunlardan  biri de “tevekkül” dür ve  Mehmet Akif’in “tevekkül”  şiiri buna bariz bir örnektir. O bu şiirinde  toplumun genelindeki  tevekkül anlayışını, şöyle  dile getirmektedir:

“Kadermiş!” Öyle mi? Hâşâ; bu söz değil doğru:

Belânı istedin, Allah da verdi… Doğrusu bu.

Taleb nasılsa, tabî’î, netice öyle çıkar,

Meşiyyetin sana zulmetmek ihtimali mi var?

“Çalış!” dedikçe şeriat, çalışmadın, durdun,

Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun!

Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya,

Zavallı dîni çevirdin onunla maskaraya!

Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden,

Yorulma, öyle ya, Mevlâ ecîr-i hâsın iken!

Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini,

Birer birer oku tekmil edince defterini;

Bütün o işleri Rabbim görür: Vazifesidir…

Yükün hafifledi… Sen şimdi doğru kahveye gir!

Çoluk çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak…

Hudâ vekil-i umûrun değil mi? Keyfine bak!

Onun hazine-i in’âmı kendi veznendir!

Havâle et ne kadar masrafın olursa… Verir!

Silâhı kullanan Allah, hudûdu bekleyen O;

Levâzımın bitivermiş değil mi? Ekleyen O!

Çekip kumandası altında ordu ordu melek;

Senin hesâbına küffarı hâk-sâr edecek!

Başın sıkıldı mı, kâfi senin o nazlı sesin:

“Yetiş!” de, kendisi gelsin, ya Hızr’ı göndersin!

Evinde hastalanan varsa, borcudur: Bakacak;

Şifâ hâzinesi derhal oluk oluk akacak.

Demek ki: Her şeyin Allah… Yanaşman, ırgadın O;

Çoluk çocuk O’na âid: Lalan, bacın, dadın O;

Vekil-i harcın O, kâhyan, müdîr-i veznen O;

Alış seninse de, mes’ûl olan verişten O;

Denizde cenk olacakmış… Gemin O, kaptanın O;

Ya ordu lâzım imiş… Askerin, kumandanın O;

Köyün yasakçısı; şehrin de baş muhassılı O;

Tabîb-i âile, eczâcı… Hepsi hâsılı O.

Ya sen nesin? Mütevekkil! Yutulmaz artık bu!

Biraz da saygı gerektir… Ne saygısızlık bu!

Hudâ ’yı kendine kul yaptı, kendi oldu Hudâ;

Utanmadan da tevekkül diyor bu cür’ete… Ha?” [2]

Mehmet Âkif, bir taraftan   toplumun genelindeki tevekkül anlayışını bu şiiri ile eleştirirken, diğer taraftan da “Tefsir Yazıları” nda tevekkülün “yılmadan sonuna kadar çalışmak”   olduğunu açıklar ve şöyle der:  “Evet Allahu Zülcelâl Feyyâz-ı Kerîm’dir; şân-ı azîm için -hâşa- buhl/cimrilik mutasavver değildir. Ancak bir kere O’nun feyzini kabul edebilecek istîdad hazırlamalı yani çalışmalı; sonra da Feyyâz’ın  feyzini esirgemeyeceğinden emin olarak hiç fütur getirmemelidir. İşte tevekkül diye pek azımızın anladığı yahut çoğumuzun anlamak istemediği mâhiyet budur; yoksa “Armut piş; ağzıma düş!” gibi miskin temennilerin tevekkülle hiç münasebeti olmaz.”[3]

Elmalılı Hamdi Yazır ise şunları söyler:

“Şunu unutmamak lâzım gelir ki tevekkül, tefvizi  vazife değil, tefvizi emirdir.(Görevin yerine getirilmesini Allah’a havale etmek değil, gereğini yaptıktan sonra işi Allah’a bırakmaktır.) Birçokları bu hususta gaflete düşerek tevekkülü, “vazifeyi terk etmek” sanırlar, yani kulluk görevlerinin yerine getirilmesini Allah’a havale edip emir ve komuta mercii olarak kendilerini görmek isterler. Sanki kul vazifesiz oturacakmış, namaz, oruç, zekât, cihad gibi görevleri yüce Allah ona emredip yaptırmayacakmış da kulun emir ve havalesiyle onun yerine bizzat kendisi yapıverecekmiş gibi bâtıl bir zihniyet taşırlar ve İsrâiloğulları’nın Hz. Mûsâ’ya, “Sen ve rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız!” [4]  dedikleri gibi demek isterler. Bu ise Allah’a tevekkül ve itimat değil, O’nun emrine itimatsızlıktır, küfürdür. “Şeytan sizi Allah ile  aldatmasın”[5]  burulduğu üzere garûr, şeytanın  gururudur. İyi bilmeli ki tevekkülün hasılı emre itimad ile vazife sevgisidir ” [6]

“Sözlükte ‘dayanmak, güvenmek, itimat etmek ve işi başkasına havale etmek’ anlamlarına gelen tevekkül, terim olarak ‘bir taraftan meşrû hedefe ulaşabilmek için gerekli bütün çabayı gösterirken diğer taraftan da Allah’a dayanıp güvenmek ve işin sonunu O’na bırakmak’ demektir. Tevekkül eden kişiye mütevekkil denir. Kur’an-ı Kerîm’de kırk âyette tevekkül ve aynı kökten fiil ve isimler geçmektedir. Bu âyetlerde Allah’a sığınmak, O’na güvenip dayanmak ve bağlanmak gerektiği, bunun İslâm akîdesinin bir gereği ve Allah’a samimi iman ve teslimiyetin zorunlu sonucu olduğu vurgulanmaktadır. Ancak bu iman ve teslimiyet, olaylar karşısında kişinin kendisini ve alması gereken tedbiri ihmal etmesi anlamına gelmez. Tevekkül uyuşukluk ve hareketsizliğin bir mazereti değil, bütün güçlüklere rağmen başarmamıza yardım edeceğine inandığımız Allah’a samimi güven ve bu güvenin verdiği tükenmez ümidin iman halini alışıdır.

Görüldüğü gibi tevekkül yoksulluk, uyuşukluk ve durgunluğun mazereti değil bir irade ve iman gücüdür. Nitekim şu meâldeki âyetler bunu açık biçimde belirtmektedir: ‘Buna rağmen yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter, O’ndan başka tanrı yoktur, ben yalnız O’na güvenip dayanırım; O, büyük arşın sahibidir.[7] ‘Birtakım insanlar onlara, ‘İnsanlar size karşı asker toplamışlar, onlardan korkun’ dediler de bu, onların imanlarını arttırdı ve ‘Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!’ diye cevap verdiler.[8]

Bu konudaki âyetler, Hz. Peygamber’in söz ve uygulamalarıyla İslâm’ın bu iki temel kaynağını en iyi anlayıp uygulayan sahâbîlerin hayatları bir bütün olarak değerlendirilecek olursa, tevekkülün ‘hareket ve faaliyeti bırakmak, tedbiri ihmal etmek’ şeklinde yorumlanmasının İslâm diniyle ilgisi bulunmadığı kolayca anlaşılır. Nitekim bir âyette ‘İnsan ancak çabasının sonucunu elde eder’ [9] buyurulmuştur.

Hz. Peygamber de kuşların bile sabahın erken saatlerinde yuvalarından ayrılarak akşamın karanlığına kadar Allah’ın kendileri için yarattığı rızıklarını aradıklarını hatırlatarak[10]  Allah’a gerçek anlamda tevekkül etmenin “esbaba tevessül”ü (sebeplere sarılmayı) gerektirdiğini anlatmak istemiştir. Devesini bağladıktan sonra mı yoksa onu salarak mı tevekkül etmiş olacağını soran bedevîye hitaben de ‘Önce deveni bağla, sonra Allah’a tevekkül et’[11] buyurarak İslâm’ın tevekkül anlayışını somut örneklerle açıklamıştır. Tevekkülü itici bir güç olarak değerlendiren ashâb-ı kirâm ise bu anlayış sayesinde daha İslâm’ın ilk yüzyılı bitmeden İslâm dinini bir dünya ve milletler dini haline getirmeyi ve kıtaları fethetmeyi başarabilmişlerdir. Tevekkül halinin önemli bir faydası da gerekeni yaptıktan sonra kişinin kararlı, güvenli, huzurlu olmasını sağlamasıdır; çünkü tevekkülün kavram çerçevesi içinde Allah’ın âdet ve kanunlarına güvenmek de vardır” [12]

Tevekkülün mahiyeti hakkında bize de bir mesaj niteliği taşıyan  ve Peygamberimizin kişiliğini açıklayan  ayette şöyle denilmektedir: “ (Yapacağın) işlerde onlara da danış, bir kere de azmettin mi, artık Allah’a dayan. Muhakkak ki Allah kendine dayanıp güvenenleri sever.” [13]

Bu ayetin yorumunda  Fahreddin  Râzî, “ Tervekkül, bazı cahillerin zannettiği gibi insanın kendini ihmal etmesi demek değildir. Böyle olsaydı müşâvere emri ile tevekkül emri birbiri ile çelişirdi (biri diğerine engel olurdu). Tevekkül, ‘insanın zâhirî (görünür) sebeplere uyması ve fakat kalbini onlara bağlamayıp yüce Allah’ın korumasına dayanmasıdır” der [14]

Azim, “ısrarla istemek, kastetmek, kesin karar vermek; kesin karar, irade, sabır” gibi anlamlara gelir.”[15] “Bir diğer ifade ile azim, bıkmadan ve usanmadan çalışıp, çabalamaktır, tevekkül  de ondan sonra gelir. Bunu kavramak için  sadece Hz. Peygamber’in  Bedir, Uhud ve Hendek Savaşları öncesinde gösterdiği gayreti, azim ve iradeyi hatırlamak kafidir.  Nitekim tarihi süreç içinde ilim,  sanat  ve teknoloji alanlarındaki ilerlemeler ve elde edilen  başarılar da hep azim  sayesinde olmuştur. Dolayısıyla  sözlü duadan önce  nasıl fiilî dua gerekli ise, tevekkülden önce de azim gerekiyor,  zira  İslam’da  azimden yoksun   bir  tevekkül anlayışının karşılığı   bulunmuyor.

Prof. Dr. Celal Kırca

MİRATHABER.COM -YOUTUBE- 

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ 

 

 

[1] Necati Öner, Kavram, Felsefe Dünyası, Ankara, 1993, sayı 7, s. 4.

[2] Mehmet Akif Ersoy, Safahat, İstanbul 1050, s. 267-268.

[3] Mehmed Akif, Tefsir Yazıları Vaazlar, Hazırlayan, M. Ertuğrul Düzdağ, Ankara 2016, s. 58.

[4] Mâide 5/24.

[5] Lokman, 31/33.

[6] Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul 1936, 3/ 2566-2567.

[7] Tevbe 9/129.

[8] Âl-i İmrân 3/173.

[9] Necm 53/39.

[10]  Amed b. Hanbel, Müsned, I, 52.

[11] Tirmizî, Kıyamet , 60.

[12] Hayrettin Karaman ve  diğerleri, Kur’an Yolu , Ankara 2003,1/ 524-525.

[13] Al-i İmeran,3/159.

[14] Fahrettin Razî, Mefatih’ul Gayb, Tahran tarihsiz, 9/68.

[15] Mustafa Çağrıcı, Azim, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1991, 4/328.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET
Yorumlar
  1. Kadir Güntekin dedi ki:

    Süper bir yazı sonuna kadar destekliyorum.kalemine sağlık.

  2. Muhammed Bahaeddin Yüksel dedi ki:

    Konu oncekikerde olduğu gibi yine toplumsal sorunlarımızdan bir başkasını ele almış. Metinde geçen “Tevekkülü itici bir güç olarak değerlendiren ashâb-ı kirâm ise bu anlayış sayesinde daha İslâm’ın ilk yüzyılı bitmeden İslâm dinini bir dünya ve milletler dini haline getirmeyi ve kıtaları fethetmeyi başarabilmişlerdir.” ifadesi aynen hakikattir. Buradan hareketle şayet sonraki Müslümanlar da tevekkülü doğru anlasalardı, bugün içinde bulunduğumuz acziyete maruz kalmayacaktık. Makale bir Kur’an kavramı olan tevekkülü gayet güzel bir şekilde izah etmiş. Yüreğinize sağlık hocam.