Bundan önce “Bütün Peygamberlerin Ortak Ana Hedefi Adalettir” başlıklı bir yazı yazdım. Bazı arkadaşlar konunun, özellikle tevhid, adalet ve benzeri bazı kavramların izaha muhtaç olduğunu söylediler. Bu nedenle bu yazımızda tevhid ve adalet kavramlarını izah etmeyi düşündüm.
Kelime olarak tevhid, Allah’a inandı, O’nu bir olarak kabul etti, tek kıldı, bir olarak baktı ve benzeri anlamları ifade eden “vehhede” fiilinin mastarıdır. Istılah açısından ise tevhid, kalp ve zihin yolu ile Allah’ı, zatı ve sıfatları açısından tapılan tek ilah olarak kabul etmektir.[1][1] Bütün peygamberlerin, bütün kutsal metinlerin, dolayısı ile bütün ilahi dinlerin tebliği, Allah inancına yani tevhid inancına dayanmaktadır. Tevhit inancı, Allah’ı tek rab/ilah olarak tanımayı, O’nun gösterdiği yolda yürüyerek adaletten ayrılmamayı, insanlar arasında ayırım yapmamayı ve her konuda O’nun egemenliğini kabullenmeyi ön planda tutmaktadır.[2][2] Bu inanç ve bu istikamette başarılı olabilmek için, bilgili olmak ve samimiyetle bunun gereklerini yerine getirmek, hakka uygun hareket etmek icap eder.[3][3]
Çok kere gündeme gelen “Kelime-i Tevhid”, Allah’ı, insan zihninde canlandırılabilecek her şeyden beri kılan ve Allah’tan başka tapılacak herhangi bir şeyin bulunmadığını ifade eden cümlenin adıdır. “Kelime-i Tevhid”, “لا إله إلا الله محمد رسول الله lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah” ve manası, “Allah’tan başka tanrı yoktur, Muhammed Allah’ın elçisidir” şeklindedir.[4][4] Kur’ân’ın 112’ci suresi olan İhlâs Suresi’ne, tevhid inancını çok kapsamlı bir şekilde veciz ifadelerle özetlediğinden dolayı, Tevhid Sûresi adı da verilmiştir.[5][5] Bu surede Allah’ın varlığı, birliği ve eşsizliği şöyle anlatılmaktadır:
قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ اللَّهُ الصَّمَدُ لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ وَلَمْ يَكُن لَّهُ كُفُواً أَحَدٌ
“De ki: Allah birdir! Allah her şeyden müstağnidir/hiçbir şeye muhtaç değildir ve her şey O’na muhtaçtır. O doğurmamış ve doğrulmamıştır. Hiç kimse O’nun dengi değildir.”[6][6]
Bu sure tevhid inancını özetlediğinden dolayı, çeşitli hadislerde Kur’ân’ın üçte birine denk tutulmuştur.[7][7] Bu hadislerin birinde Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Varlığım elinde olan Allah’a yemin ederim ki bu sure, Kur’ân’ın üçte birine denktir.”[8][8] Bu sureye tevhid suresi dendiği gibi, onda Allah’ın varlığı, birliği ve eşsizliğine ihlas ve samimiyetle inanmanın gerektiğini anlattığından dolayı, ona İhlas Suresi ismi de verilmiştir. Kur’ân’ın başka bir yerinde de tevhid konusu özet bir şekilde anlatılmaktadır:
اللّهُ لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ لاَ تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ لَّهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ مَن ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلاَ يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِّنْ عِلْمِهِ إِلاَّ بِمَا شَاء وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَلاَ يَؤُودُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ
“Allah, O’ndan başka tanrı olmayan, kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yaratıklarını gözetip durandır. Göklerde olan ve yerde olan ancak O’nundur. O’nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir? Onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir, dilediğinden başka ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar. Hükümranlığı gökleri ve yeri kaplamıştır, onların gözetilmesi O’na ağır gelmez. O yücedir, büyüktür.”[9][9]
Bu ayette Allah’ın tahtı anlamındaki kürsî kelimesi geçtiği içi, ona “Ayetü’l-Kürsî” (taht ayeti) adı verilmiştir. Bu ayette söz konusu olan taht, maddi bir cisim değildir. Burada Allah’ın ilminin, hâkimiyetinin ve egemenliğinin enginliğine işaret edilmektedir. Bu ayette de tevhid konusu özet bir şekilde dile getirilmektedir. Bu nedenle olmalı ki, bu ayetin faziletini anlatan birçok hadis vardır. Hz. Muhammed’e (sav.), “Kur’an’ın en faziletli ayeti hangisidir?” diye sormuş. O da “Allahu lâ İlâhe illa huve’l-Hayyu’l-Kayyûm…” diyerek cevap vermiştir.[10][10]
Tevhid inancına göre ölçü Kur’an ve sünnet, gaye Allah’ın rızasıdır. Allah rızası için, Allah egemenliği ölçüleri dâhilinde hareket etmek gerekir. Kişi veya kişilerin egemenliğini Allah’ın egemenliğinin önünde tutmak, tevhid inancı ile bağdaşmayan apaçık bir şirktir. Hz. Muhammed (sav.) bir hadisi kutside şöyle buyurmuştur: “Ben, şirke koşanların şirklerinden beriyim. Kim işlediği amelde benden başkasını bana ortak koşarsa, o kişiyi de ortak koştuğunu da reddederim.”[11][11] Hz. Muhammed (sav.) başka bir hadiste şu açıklamada bulunmuştur: “Kıyamet günü hesabı ilk görülecek kişi, şehit düşmüş bir kimse olup huzura getirilir. Allah ona verdiği nimetleri hatırlatır, o da hatırlar ve bunlara kavuştuğunu itiraf eder. Allah,
– Peki, bunlara karşılık ne yaptın? diye sorar.
– Şehit düşünceye kadar senin uğrunda cihat ettim, diye cevap verir. Allah,
– Yalan söylüyorsun. Sen, “babayiğit, kahraman adam” desinler diye savaştın, o da denildi, diye buyurur. Sonra Allah tarafından o kişinin yüzüstü sürünerek cehenneme atılması emredilir. Ardından ilim öğrenmiş, öğretmiş ve Kur‘an okumuş bir kişi huzura getirilir. Allah ona da verdiği nimetleri hatırlatır. O da hatırlar ve itiraf eder. Allah ona,
– Peki, bu nimetlere karşılık ne yaptın? diye sorar.
– İlim öğrendim, öğrettim ve senin rızan için Kur’an okudum, cevabını verir. Allah,
– Yalan söylüyorsun. Sen “âlim” desinler diye ilim öğrendin, “ne güzel okuyor” desinler diye Kur’an okudun. Bunlar da senin hakkında söylendi, diye buyurur. Sonra Allah tarafından onun da yüzüstü sürünerek cehenneme atılması emredilir. Daha sonra Allah’ın kendisine her çeşit mal ve imkân verdiği bir kişi getirilir. Allah verdiği nimetleri ona da hatırlatır. Hatırlar ve itiraf eder. Kendisine,
– Peki ya sen bu nimetlere karşılık ne yaptın? diye sorulur.
– “Verilmesini sevdiğin, razı olduğun hiç bir yerden esirgemedim, sadece senin rızanı kazanmak için verdim, harcadım,” diye cevap verir. Allah ona,
– Yalan söylüyorsun. Hâlbuki sen, bütün yaptıklarını “ne cömert adam” desinler diye yaptın. Bu da senin için zaten söylendi, diye buyurur. Sonra Allah tarafından onun da yüzüstü sürünerek cehenneme atılması emredilir.”[12][12]
Burada Hz. Muhammed’in (sav.) şu hadisine de yer vermek istiyorum: “Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya yarayan bir ilmi, sırf dünyalık elde etmek için öğrenen kimse, kıyamet günü cennetin kokusunu bile alamaz.”[13][13]
II – ADALET
Adalet anlayışı, toplumsal uzlaşı, barış, huzur ve saadetin olmazsa olmazıdır. Kelime olarak “Adalet”, adil olmak, eşit davranmak, hak yememek, insanlar arasında ayırım gözetmemek, adaleti gözetmek, zulmetmemek, dengelemek, denk görmek ve denk tutmak gibi anlamlara gelen “adele-ya’dilu” fiilinin mastarıdır ve “adl” ile eş anlamlıdır.[14][14] Adalet, herkesin hakkını milimi milimine yerine getirilmesidir. Buna göre hiçbir insanın hakkının zarar görmemesi gerekir. Adalet genel bir kavramdır, her konudaki denge, düzen ve dürüstlüğü kapsar.[15][15] Felsefecilere göre adalet, haksızlık etmek ve haksızlığa uğramanın ortası olan en önemli ahlaktır.[16][16] Buna göre sosyal hayatta başkalarına haksızlık yapmamak ve başkalarının haksızlığına da maruz kalmamak gerekir. Adalet erdeminin/ahlakının toplumsal anlamı, toplumda herkesin kendi işini yapması, başkasının malını yememesi ve kendi malından olmamasıdır.[17][17] Adalet kelimesi, türevleriyle birlikte Kur’ân’da 28 defa geçmektedir.[18][18] Adalet anlamında kullanılan “kıst” kelimesi de türevleriyle birlikte Kur’ân’da 25 defa geçmektedir.[19][19] Adaletin zıttı, zulüm yani adaletsizliktir. Adalet kavramının, eşitlik kavramı ile yakın bir ilişkisi bulunmaktadır. Hatta birçok yerde adalet, eşitlik olarak kabul edilmektedir. Ancak adalet, her konuda eşitlik ile aynı anlamda kullanılmamaktadır.[20][20]
Dünyanın her Müslümanlar Cuma namazını kıldıkları zaman Cuma hutbesinin sonunda şu ayet okunmaktadır:
إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاء ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
“Kuşkusuz Allah, adaleti, iyiliği ve akrabalara yardımı emreder; ahlaksızlığı, kötülüğü ve haksızlığı yasaklar; ders alasınız diye size öğüt verir.” [21][21]
Bu ayette adalet, iyilik ve çevremizdekilere yardımcı olmamız emredilmekte, zulüm, fuhuş ve kötülükten kaçınmamızın gerektiği vurgulanmaktadır. Bu ve benzeri ayetlerde her konuda adaletle hareket etme emredilirken, Müslüman veya gayrı Müslim ayırımı dile getirilmemektedir. Çünkü adalet, tüm insanlar için eşit derece geçerlidir. Unutmayalım ki, Allah tüm âlemlerin Rabbidir:
الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
“Hamd, âlemlerin Rabbi Olan Allah’a mahsustur.”[22][22] Kur’an’ın özeti durumunda olan Fatiha suresinin başındaki giriş ayetinde bu mesaj verilmektedir. Allah herkesin rabbidir. Bu konuda ihtilaf söz konusu değildir. Allah ne kadar Türkün rabbi ise, o kadar Kürdün, Arap’ın, Farısın, tüm halk ve kavimlerin, Müslümanların, Hıristiyanların, Yahudilerin, Ezidilerin, Alevilerin, Ermenilerin, Süryanilerin, kısacası tüm inanç mensuplarının rabbidir. Ancak Allah, insanları inançlarından, fikir ve düşüncelerinden dolayı sorguya çeker. İnançları, fikir ve düşünceleri bize uymuyor diye hiç kimsenin mağduriyetine sebep olmaya hakkımız yoktur.
Bu konuda bize ışık tutması umudu ile Hz. Muhammed’in (sav.) şu iki hadisine yer vermek istiyorum: “Sizden biri, kendi şahsı için istediğini kardeşi için istemedikçe, iman etmiş olamaz”[23][23] “Kendi nefsin için arzu ettiğin şeyleri, tüm insanlar için istemedikçe, Müslüman olamazsın!”[24][24]
Buna göre malımıza, canımıza, neslimize/namusumuza, dinimize, dilimize, fikir ve düşüncemize, siyasi irademize, kültürümüze, kısacası maddi manevi tüm değerlerimize tanıdığımız hak, hukuk ve hürriyeti tüm insanlar için tanımadığımız, kabul etmediğimiz zaman, İslam’dan ve imandan bahsetmemiz, kendimizi kandırmaktan başka bir şey değildir. Hiç kimsenin inancını sorgulamaya hakkım yoktur. Ancak bu ilkelere uygun hareket etmeyen kişileri kardeşim olarak değerlendirmiyorum. Bu tür insanların İslam’dan, imandan, hele İslam liderliğinden bahsetmeleri, olsa olsa kıyamet alameti olur. Yazıma, Ali Fuat Başgil (ö. 1387/1967) ve Aliya İzzet begoviç’in (ö. 1424/2003) konu ile ilgili bazı açıklamaları ile son vermek istiyorum:
“Dini taassup, cahil dindarın kendi dini akidelerini mutlak surette hak ve başka akide ve kanaatlerin de mutlak surette batıl olduğuna inanmasından doğan bir tuğyan ve hırçınlıktır. Fakat din ve vicdan hürriyetinin düşmanı yalnız bu değildir. Bunun kadar siyasi taassup da bu hürriyetin düşmanıdır. Hatta belki daha kindar, daha zalim ve yıkıcıdır. Çünkü dini taassupta çok kere hasbilik hâkim olduğu halde, siyasi taassupta hemen daima şahsi fayda, his ve hırsı hâkimdir. Siyasi taassup, bir şahsın hayat ve cemiyet hakkında kendi görüşlerini mutlak surette hak ve başka kişilerin konu ile ilgili görüşlerini batıl telakki etmesinden ileri gelen cahilane bir düşmanlıktır. Siyasi taassubun inandığı ve bağlandığı şey, yalnız madde ve menfaattir. Fakat madde ve menfaat fikri etrafında kitleleri coşturup harekete getirmek kolay değildir. Onun için siyasi taassup, bir efsane yaratmaya ve bu sayede taraftar avlamaya mecburdur. Hülasa dini taassup, kendisine inandırmak için devletten kılıç kuvveti ve hizmeti isteyen mabedin hırçınlığı ve tecavüzcüsüdür. Siyasi taassup da omuzlara daha kuvvetle çökebilmek için bütün hareketlerini mabede alkışlatmak isteyen politikanın hırçınlığı ve tecavüzüdür.”[25][25]
Aliya İzzet begoviç (ö. 1424/2003), Allah’ın insanları özgür ve eşit yarattığını, herhangi bir milletin de diğerinden iyi veya kötü olmadığını dile getirmiştir. Ona göre insanlar, devredilemez haklarla doğmaktadır ve herhangi bir otoritenin, insanları bu haklardan mahrum bırakma hakkı da yoktur.[26][26] İzzetbegoviç, başka bir ifadesinde şöyle söylemiştir: “Allah, hepimizin yalnız bir tek millet olmasını isteseydi, öyle yapardı. Ama O, öyle bir şey istememiştir. Bizi kabilelere, milletlere ayırmış, karşılıklı saygı içerisinde olmamızı emretmiş, birbirimize zarar vermemizi yasaklamıştır. Allah’ın, kendimizden farklı olana saygılı olmamız ve hoşgörülü davranmamız yolundaki çağrısı, medeni dünyanın uyduğu en yüce insani çağrıdır.”[27][27]
[28][1] Halil b. Ahmed Ebû Abdirrahman el-Ferâhîdî, “vehede”, Kitâbu’l-‘Ayn, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut tsz., s. 1037; Cemaluddin Muhammed b. Mukerrem İbn Manzûr, “vehede”, Lisânu’l-Arab, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1994, III, 450.
[29][2] Salih Akdemir, Cumhuriyet Dönemi Kur’ân Tercümeleri, Akaid Yayıncılık, Ankara 1989, s. 31 vd.
[30][3] Akdemir, “Kur’ân Çevirilerinde Dikkate Alınmayan Önemli bir üslup Özelliği Üzerine”, İslâmiyat, Ankara 2002, cilt: V, sayı: 1, s. 152.
[31][4] Hatice Kelpetin Arpaguş, “Kelime-i Tevhid”, DİA, Ankara 2002, XXV, 214-215.
[32][5] Süleyman Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş tefsiri, Yeni Ufuklar neşriyat, İstanbul tsz. XI, 175.
[33][6] el-İhlas 111/1-4.
[34][7] Bkz. Buhârî, Fedâilu’l-Kur’ân, 13; Tevhid, 1; Müslim, Müsâfîrûn, 259, 261; Ebû Dâvûd, Vitr, 18; Tirmizî, Fedâilu’l-Kur’ân, 11; Nesâî, İftitâh, 69; İbn Mâce, Edeb, 52; Dârimî, Fedâilu’l-Kur’ân, 21, 22, 24.
[35][8] Buhârî, Tevhid, 1.
[36][9] el-Bakara 2/255.
[37][10] Müslim, Müsafirûn, 258;Ebû Dâvûd, el-Hurûf ve’l-Kiraa, 35; İbn Hanbel, V, 142.
[38][11] Müslim, Zühd, 46; İbn Hanbel, II, 301, 345.
[39][12] Müslim, İmare, 152.
[40][13] Ebû Dâvûd, İlim, 12; İbn Mâce, Mukaddime, 23.
[41][14] Halil b. Ahmed, “adele”, Kitâbu’l-Ayn, s. 609; İbn Manzûr, “adele”, Lisânu’l-Arab, XI, 430.
[42][15] Ahmed Sa’d el-Hatib, Mefâtîhu’t-Tefsîr, Dâru’t-Tedmuriyye, Riyad 2010, II, 596.
[43][16] Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, trc. Saffet Babür, Ayraç Yayınevi, Ankara 1998, s. 88.
[44][17] Platon, Devlet, trc. Sabahattin Eyuboğlu, M. Ali Cimcoz, Remzi Kitabevi, İstanbul 1992, s. 123.
[45][18] Abdulbaki, “adele”, el-Mu’cemu’l-Mufehres li Elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerîm, s. 448.
[46][19] Abdulbaki, “kesete”, el-Mu’cemu’l-Mufehres li Elfâzi’l-Kur’âni’l-Kerîm, s. 544. “Kıst” kelimesi, adalette özellikle ölçü ve tartıda hassasiyet göstermek anlamındadır. Buna göre herkesin, sarf ettiği emek nispetinde pay alması, layık olduğu hakkını alması gerekir. (el-İsfahânî, “kaseta”, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, s. 608).
[47][20] İzzet Er, “Kalkınma, Sosyal Adalet ve Sosyal Refah”, İslam’a Giriş (Gençliğin İslam Bilgisi), Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 2006, s. 408.
[48][21] en-Nahl 16/90.
[49][22] el-Fatiha 1/2.
[50][23] Müslim, İman, 71, 72; Buhari, İman, 7; Tirmizi, Kıyame, 59; Nesai, İman, 19,33; İbn Mace, Mukaddime, 9; Darımi, Rikak, 29; İbn Hanbel, III, 176, 177.
[51][24] Tirmizi, Zühd, 2; İbn Mace, Zühd, 24; İbn Hanbel, II,310; III, 473; IV, 70,77.
[52][25] Ali Fuat Başgil, Din ve Laiklik, Yağmur Yayınları, İstanbul 1962, s. 156.
[53][26] Aliya İzzetbegoviç, Tarihe Tanıklığım, trc. Alev Erkilet ve diğerleri, Klasik, İstanbul 2015, s. 545.
[54][27] Begoviç, Tarihe Tanıklığım, s. 547.