Modern toplum, iktisadi ve teknik gelişmeye odaklanmış, sosyal ve ahlaki yönü iptal edilmiş bir toplum tipidir.
Bu toplumda, sosyal olan da bu maddi çerçevenin içinde düşünülmekte ve onun mantığı içinde değer görmektedir. Halbuki bu durum, insan ve toplumun fikir ve ruh dünyasını eşya ve araçların varlığına bağlı kılmaktadır ki, bu durum; insanı zorla yönlendirmekten başka bir şey amaç taşımamaktadır.
Medya, topluma bilgi ve destek sağlamanın yanında, onu belli düşünce ve
tutumlara alıştırma görevini yerine getirmektedir. Özellikle okuma ve düşünme
kültürüne sahip olmayan toplumlarda medya, “bağımlı insan kitleleri” hazırlayan
robotik üretim merkezleri gibi çalışmaktadır.
Medya’da fazlasıyla rastladığımız reklam ve film programları; anormal,
akıldışı, uyuşturucu ve sapık konular ile insanları hayal ve zevk dünyasına
yöneltmek ve hayatın gerçeklerinden uzaklaştırıp, “kullanılmaya hazır”
materyaller haline getirmektedirler. Böylece “posası çıkmış” insan tipleri, medya’nın
yönlendireceği cinsel ve maddi tüketim alanlarına doğru hareket eden “bağımlı
varlıklar” haline gelmektedirler.
Bir sosyal bilimci olarak, öncelikle medyaya bu hakkı veren demokratik anlayışı
sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum. İnsanımızı ve özellikle gençliğimizi
şartlandırma yetkisini, hangi demokratik
hak, bu kesimlere vermektedir? Aile ve eğitimi bypas eden bu anlayış, modernist
anlayışın insanı kullanarak, onu kullanmasına imkan sağlamaktadır.
Ahlaksız, bozguncu ve sömürücü güçlere her istediklerini yapma hakkını veren demokrasi, nasıl bir halk yönetimi ve iradesidir ki, bundan en çok kötü niyetli ve zararlı akımlar faydalanabiliyor? Bozguncu güçler, örgütlü bir şekilde kendi menfaatlerini en iyi şekilde biliyor ve hayata geçiriyorlar. Ama, halkın kendi hayat meşgalesinden ve sıkıntılarından dolayı böyle bir saldırıya karşı harekete geçirebileceği bilgi ve gücü yok. İşte böyle bir durumda, devlet’in devreye girmesi gerekiyor.
Aydınlanma sonrası Batı’da devlet, kapitalist ve bürokratik güçlerin kontrolü altına girdi. Bu güçler ise, para ve güç merkezlerinin direktifleri ve destekleriyle iradelerini bu “gayrı meşru gruplar” ın istekleri ve talepleri istikametinde kullanıyorlar.
Günümüz insanı, kültür insanından çok “ekonomik insan” olarak adlandırılabilir. Ekonomik insan, ekonomik değerlere göre hayatını düzenleyen ve bu doğrultuda tutumlarını belirleyen insan tipidir. Batı’nın demokratik, modernist ve pozitivist görüş ve teorileri ile ahlak ve manevi kimliğinden uzaklaştırdığı insanın adı, “homo economicus”dur. Öncelikleri, kazancı ve elde edeceği statü ile belirlenir bu insan türünün…
Öncelikle günümüzün mücadelesi, devlet’i bu menfaat gruplarının elinden alıp, halkın emrine ama; inancın, ahlakın ve adaletin değerleri bu sistemi aktif ve toplumu koruyu bir noktaya getirmek olmalıdır.
Bir tarafta ilahi kanunlar, diğer tarafta faziletli ve akıllı insanın varlığı ile gerçekleşebilecek bu birliktelik, devleti asli fonksiyonuna kavuşturacak ve Monark tipli liderlerin ve sahte demokratik kuralların tahakkümünden kurtarabilecektir.
Aslında, günümüz medya ve sinemasında, en az işlenen konular; kişilik, ahlak ve adalet konusudur. Kişilik, insanın manevi yapısının düzen altına alınmasıdır. Ahlak, insanın davranışlarına iyilik ve güzelin hakim olmasıdır. Adalet ise, hakkın üstün tutulmasıdır. Bütün bu temalar, insanın bilgi edinmesinden ve gelişmesinden çok önemli değerlerdir. Fakat medya, böyle bir yola girerse, insanlar kendi gerçekleriyle yüz yüze gelecek ve içinde bulundukları kaos ve yanlışlar bataklığından kurtulabileceklerdir. Sonunda, insanların ruh ve bedenlerini sömüren medya patronları kazançlarını kaybedeceklerdir.
Batılı film endüstrisi, kendi toplumunu nasıl yönlendireceğini bilmediği veya önem vermediği için, gerici bir mantık” ile, tarih öncesi bilgileri insanlığın önüne koyarak, onu esrarlı ve gizemli harikalar ile oyalıyor.
Bir diğer husus ise, tarihte hiçbir zaman olmamış; sadece batı zihni ve ruh dünyasında kara izler bırakan, vampirler, yaratıklar, insan üzerinde robotik deneyler gibi, hayal dünyasını süslemeye çalışan, gereksiz konulara gençleri çekiyor.
Diğer belirgin konu ise, kadın-erkek ilişkilerini, hayvanlara has bir şekilde; birbirini tanıyan ve cazip gören erkek ve kadının, hemen cinsi ilişkiye girebilecekleri bir tablo ortaya koymasıdır. Bu anlayış; aile, ahlak ve namus gibi kavramlara sahip iki cinsin, ahlaki ve cinsi birleşmesini, sadece cinsiyete indirgiyor.
Büyük tröstlerin, porno filimlerini toplumu bozmak ve gençleri yüksek ideallerden uzaklaştırmak için, büyük yatırımlar yaptığını hayretle görüyoruz.
Halkımız, bu gerçekler ışığında, sadece söylemler ile doğruları dile getirmekle yetinen, fakat onları düzeltmek için tedbir almayan yönetici ve bürokratları meşru güç ve imkanlarıyla yerlerinde tutmama hakkını kullanabilmeli ve artık kendi gerçek iradesini sisteme yansıtmalıdır.
Prof. Dr. Sami ŞENER
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi