islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,5498
EURO
36,4662
ALTIN
2.962,01
BIST
9.146,35
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Az Bulutlu
9°C
Pazar Az Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
11°C

TÜM İNSANLIK İÇİN ORTAK KELİME

TÜM İNSANLIK İÇİN ORTAK KELİME
6 Eylül 2024 09:15
A+
A-

İnsanların cennete amelleriyle/eylemleriyle değil, imanlarıyla girecekleri değişmez bir gerçekliktir. Bu nedenle cennetin Kur’ân’da bazen insanların çalışmasının bir kazancı olarak gösterilmesi insanı sadece onurlandırmaya yönelik bir yüceltmedir. Yoksa –Allah’ın verdiğini nimetler düşünülünce– insanın yaptığı tüm ibadetler bu nimetlerin birinin bile tam şükrünü ödemede yetersizdir. Bu gerçekliği Hz. Peygamber “Hiç kimse kendi ameliyle cennete giremez” sözüyle bize duyurmuştur. Bu ifadeden sonra “Sende mi ya Resûlallah?” sorusuna Hz. Peygamber: “Evet ben de; meğerki Rabbim beni rahmetinin kucağına almış olsun[1] demiştir. Elbette bu sözlerimiz ibadeti/ameli/eylemi göz ardı ettiğimiz, hafife aldığımız, küçümsediğimiz, yok saydığımız anlamına gelmemektedir. Amacımız insanlığın kurtuluşundaki zorunlu ana/temel ilke olan “iman” konusuna vurgu yapmak ve tebliğin dilini bu  kuşatıcı rahmet çerçevesinde genişletmektir. Allah’ın tüm insanlığı kuşatıcı rahmetini kısıtlamaya ve cehennem müfettişliği yapmaya hakkımız yoktur.

Kur’ân Âl-i İmrân/64. âyette tüm insanlığı şu ortak kelimeye çağırmaktadır: “De ki: ‘Ey geçmiş vahyin izleyicileri! Sizinle bizim aramızdaki şu ortak ilkeye gelin: Allah’tan başka kimseye kulluk etmeyeceğiz, O’ndan başka hiçbir şeye ilâhlık yakıştırmayacağız ve Allah ile birlikte insanları rab edinmeyeceğiz.’ Ve eğer yüz çevirirlerse de ki: ‘Şahit olun ki biz kendimizi O’na teslim etmişiz!’”[2]

Âyette “geçmiş vahyin izleyicileri” olarak çevrilen bölümün Arapça orijinali “Ehl-i Kitap” kavramıdır. Müfessirler, âyetin indiği dönemde “Ehl-i Kitap” ile kasdedilenlerin Necran Hıristiyanları, Medine Yahudileri veya her ikisinin olduğunu söylemişlerdir. Gerçekten de âyetin kendinden önceki âyetlerle olan bağlantısı düşünüldüğünde bu yaklaşım doğrudur. Çünkü  âyetin öncesinde Hz. Îsâ’nın konumu hakkında Necran Hıristiyanları ile yapılan tartışmalar ve sonrasında Hz. Peygamber’in onları “Mübâhele”ye[3] daveti vardır. Ama amaç kuru bir tartışma değil taraflar arasında derinleşen görüş ayrılıklarını düzeltmek/azaltmak ve ortak bir noktada buluşturmak  olduğundan gelişen olaylar sonrasında Hz. Peygamber onları “ortak bir kelimeye/ilkeye” yani “yalnız Allah’a kulluk etme” anlamına gelen “Tevhid”e çağırmıştır.

Âyetin devamında görüyoruz ki, bu ortak ilkenin/kelimenin/tevhidin varlığını koruyabilmesi için iki değişmez/mutlak ön koşul getirilmiştir. Bunlardan ilki “Hiçbir şeyi Allah’a ortak saymamak/koşmamak”, ikincisi ise “Allah’ın dışında hiçbir makam, kişi veya gücü rab kabul etmemek”tir. Âyetin sonunda bu ortak kelimenin açılımı olan koşullara uymak da “müslümanlardan olmak” kavramıyla tanımlanmıştır.

Âyeti günümüze göre değerlendirdiğimizde ve kendimizi de bu “Ehl-i Kitap” kavramı içine aldığımızda ise anlaşılıyor ki, insanlığın ebedî kurtuluşu bu hakîkate teslim olmaktan geçmektedir. Bu âyet insanlığa geniş/açık/tutarlı bir hidâyet yolu göstermekte, tüm vicdanlara seslenerek özgürlüğün ve eşitliğin temelini atmaktadır. İşte tek bir Allah’a teslim olmak ve O’nun yanına ve yerine konulan hiçbir gücü rab edinmemek “müslüman” olmak demektir. Dahası “müslüman” olmak isim kimliğine bakılmaksızın bu ilkeleri kabul eden tüm insanların ortak sıfatı/adıdır.

Aynı zamanda âyet hem “Ulûhiyyet”in hem de “Rubûbiyyet”in kaçınılmaz birlikteliğini ortaya koymaktadır. Bunlardan birincisi Allah’a fizik ötesi âlemle ilgili yegâne gücün kendisine ait olduğu inancıyla tapmayı, ikincisi de hayata sadece Allah’ın irâdesini hâkim kılmayı, yalnız O’nun istediği biçimde kulluk etmeyi ifade eder. Ne var ki “Ehl-i Kitap” kapsamına giren insanların çoğu, zaman içinde bu net/saf/sahih/temel kelimeden/ilkeden sapmış, bir kısım peygamberleri/kâmil zâtları/din adamlarını/siyasal otoriteleri/ideolojileri “Ulûhiyyet”e ortak/aracı kılmış veya “Ulûhiyyet”in tamamlayıcı bir uzantısı olarak kabul etmiş, bir kısmı da Allah’ı sadece kendi seçkin kavimlerinin ilâhı olarak görme yanlışlığına düşmüşlerdir. İnsanlık ne yazık ki, bu yanlış algının dün olduğu gibi bugün de acı meyvelerini tatmaya devam etmekte ve geniş bir kitle Allah ile aldatılarak dünyevî çıkarlara alet edilerek sömürülmektedir.[4]

Yeni bir din dilinin tebliği sürecinde görüyoruz ki; Hz. Peygamber de Hudeybiye Antlaşması’ından sonra Habeş Necâşîsine, Mısır Mukavkısı, Bizans İmparatoruna, İran Kisrasına, Umman Meliklerine ve Ahsâ Valisine yazdığı mektuplarında aynı dili kullanmış, zamanının bu egemen güçlerini/yöneticilerini İslâm’a davet ederken onları sözünü ettiğimiz bu ortak kelimeye/ilkeye/tevhide çağırmıştır. Örneğin Bizans İmparatoru Heraklius’a yazdığı mektubun içeriğinde sözünü ettiğimiz Âl-i İmrân/62. âyetini  vurgulamıştır. Çok ilginçtir, Heraklius mektubu aldığında saygıyla yüzüne sürmüş, mektubu kendisine getiren elçi Dihye bin Halîfe’ye ikramlarda bulunmuş ve bir çok hediyeyle onu uğurlamıştır. Üstelik Hz. Peygamber’e verilmek üzere cevabî bir mektup da yazmıştır. Heraklius’un cevabî mektubu kendisine ulaşınca, Peygamberimiz aynen şöyle demiştir: “Onların kırallığı benim mektubumu muhafaza ettikleri sürece yaşayacaktır.[5]

Bütün bu ifadelerden sonra tekrar özetleyecek olursak, ortak kelime olan Tevhide teslim olmadıktan sonra ebedî kurtuluş mümkün gözükmemektedir. Bu teslim oluşun bir adı da “Tek Olan Allah”a iman etmektir. Ama görüldüğü gibi iman, yalnızca Allah’ı kabul etmek değil, O’nun yanına ve yerine yerleştirilen “ilâhları” da reddetmekle ancak mümkün olan bir olgudur. Başka bir ifade ile söylemeye çalışırsak “Şirk” anlaşılmadan “Tevhid” de anlaşılamaz ve “İman” gerçeği ortaya çıkamaz.

NECMETTİN ŞAHİNLER 

MİRATHABER.COM -YOUTUBE- 

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ 

 

[1] Buhârî, Rikak,18; Müslim, Münâfikûn, 71-73.

[2] Âl-i İmrân/64: “Kul yâ ehle’l-kitâbi teâlev ilâ kelimetin sevâin beynenâ ve beyneküm ellâ na’büde illallâhe ve lâ nüşrike bihî şey’en ve lâ yettehıze ba’dünâ ba’den erbâben min dûnillâhi, fe in tevellev fe kûluşhedû bi ennâ muslimûne.

[3] Âl-i İmrân/62.

[4] Tevbe/34.

[5] Bizans İmparatorluğu 1453 yılında yıkıldığına göre, mektup en az 825 yıl süreyle saklanmış demektir.

ETİKETLER: ÜSTMANŞET, yazarlar
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.