Türk modernleşmesinin tarihsel süreçte iki büyük sorun alanı olmuştur: din ve etnisite. Din olarak İslam etnisite olarak da Kürtler sorunun kaynağı olarak tanımlandı. Kurucu unsurun dışındaki en büyük etnik grup Kürtlerdi. Kürtler, modernleşme sürecinin en radikal şekilde uygulandığı Tek Parti Döneminde, çeşitli politikalarla, büyük gruba eklenmeye çalışıldı. Devletin Türk milliyetçiliğini temel bir değer olarak kabullenmesi, çoğulcu ve müzakereci siyasetin önündeki en büyük engel olmuştur. Cumhuriyet modernleşmesinin ilk yıllarında uygulanan baskıcı siyaset, Kürt isyanlarının da önemli bir nedeni olmuştur. Bu sorunun çözümü hakkında önemli adımlar atılmasına karşın, sorunun temeline doğru yaklaşım olmadığından dolayı, hala Türkiye’nin önünde önemli bir sorun olarak durmaktadır.
Türkiye halkının tarihsel birikiminde İslam inancı etkili faktörlerin başında gelmesine karşılık, etnik milliyetçilik bir zihinsel tutum olarak hayli yaygındır. Etnik milliyetçiliği İslam inancının tamamen reddetmesine karşılık, bu ölçüde yaygın olması da dikkate değerdir. Bu durum önemli ölçüde Türk modernleşmesinin yeni bir kimlik oluşumuyla ilgilidir. Çok dinli ve etnisiteli bir imparatorluk geleneğinden ulus çıkarmak ancak dominant bir etnisiteli öne çıkarmakla mümkündür. Kuşkusuz bu tarihsel bakiye ile yeni durum arasında bir çatışma yaratmıştır. Bugün siyaset alanında da yansımasını gördüğümüz bu tutum, toplumda siyasi ve fikri düzeydeki farklılaşmanın dinamiklerinden biridir.
Türk modernleşmesinin ikinci önemli sorunu, dinin devlet ve toplum katmanlarındaki yeri üzerine olmuştur. Bu sorun laiklik politikalarıyla aşılmaya çalışılmıştır. Kuşku yok ki, Cumhuriyetin modernleşmeci elitleri, Sovyet modernleşmesinin aksine, dini doğrudan reddetmemişlerdir. Bunun nedeni dini Türk milliyetçiliğini destekleyici bir yan unsur olarak kullanmaları amacından kaynaklanmaktaydı. Bu ancak Türk ve Türkiye merkezli bir din arayışına zemin hazırlamıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren bu yolda önemli çalışmalar yapılmıştır. Özellikle doğrudan Arapları ve Arapçayı hatırlatan unsurlar dinin içinden ayıklanmaya çalışılmıştır. Ezan yasağı ve Hac ibadetinin bir süre yasaklanması bu çabaların sonucudur. Bu tezin sol Kemalist ve milliyetçi muhafazakar ideolojide önemli ölçüde kabul gördüğünü belirtmek gerekir. Bir dönem Türkiye merkezli İslam düşüncesinde Necip Fazıl’ın yaygın kabul görmesinin altında bu zihinsel yatkınlık yer almaktadır. Bu anlayışa, düşüncelerinde önemli faklılıklar olmasına karşın, Nurettin Topçu ve Sezai Karakoç’u da katabiliriz. Türk milliyetçileri, Türk -İslam sentezcileri, muhafazakar dindarlar büyük ölçüde bu anlayışa sahiptir. Eğer bugün yaşasaydı, felsefi anlamda Necip Fazıl’ın zihnindeki siyasal projenin karşılığı, milliyetçilik ve dini sentezleyen, hatta dini milliyetçiliğin destekleyici bir aparatı haline getiren bu iktidar olacaktı. Kabul etmek gerekir ki bu koalisyon( Ak Parti ve MHP) Cumhuriyetin ilk yıllarında denenen, Türk merkezli bir İslam anlayışına en uygun projedir.
Türk merkezli bir İslam projesine en büyük tepki, 1970’li yıllardan itibaren tercümelerle beslenen İslamcılık akımından gelmiştir. Bu akım kendini sağ muhafazakarlık, milliyetçilik ve sol Kemalizm’den ayırarak tanımlamıştır. Ne yazık ki, bu akımın içinden çıkan çok sayıda kişi entelektüel, basın ve siyaset alanına girdiğinde, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren uygulamaya konan Türkiye merkezli bir İslam anlayışına evrilmiştir. Bu evrilmede kritik rol oynayan iki siyasal akım muhafazakarlık ve milliyetçiliktir. İslamcılık akımı içinden çıkan aydın ve siyasetçilerin Türkiye merkezli bir milliyetçiliğe evrilmesi uzun yıllardır oluşan İslamcı projeyi büyük ölçüde baltalamış ve budamıştır.
Öte yandan Türk modernleşmesinin sorun olarak gördüğü din yerine ikame etmeye çalıştığı Türkiye dindarlığı, İslami açıdan da bir hayli sorunludur. Tasavvuf merkezli bu anlayış, kendine özgü kavramsallaştırmaları olan, farklı bir dindarlık üretmiştir. Türkiye’de yatır/ ziyaretgah / türbe/anıt/heykel geleneği, tasavvuf düşüncesinin etkin olduğu aynı toplumsal zeminin üstünde yükselir. Adı ister Battal Gazi, ister Mevlana, ister Hacıbektaş, isterse Atatürk heykelleri ve Anıtkabir olsun fark etmez. Dini ya da seküler olan bu semboller aynı ihtiyaca binaen üretilirler. Önüne değil geriye dönük yaşayan toplumların genel özelliğidir bu. İleriye doğru yaşayan toplumlar içtihat yapar, yeni yorumlar geliştirir; durağan değil, hareketlidirler. Bunun aksine şerh ve haşiye geleneği durağan toplumların özelliğidir. Bu tavrın tarihe saygıyla bir ilgisi yok. Türkiye’nin yatır/ anıt anlayışının kökleri tasavvuf kültürünün hermetik yansımasında aranmalıdır.
Sanıldığının aksine Türk modernleşmesinin dini ihya etmek ve asli kaynaklarına döndürmek gibi bir iddiası olmamıştır. Onun temel iddiası dini devlet hayatından tamamen, halkın gündelik yaşantısından ise olabildiğince uzakta tutmaktır. Önün açtığı ve büyük ölçüde tasavvuf kaynaklı olarak desteklenen dini anlayışa yüklenen misyon ise yeni kurulan rejimi destekleyecek bir aparat olmasıdır. Bu dini anlayışın temsilciliğini ise DİB yapmıştır.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Gazze'de işlenen savaş suçları nedeniyle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski…
Bu video bize BELAM başlığı ile gönderildi. BEL’AM için Diyanet İslam Ansiklopedisine baktığımızda şu açıklamayı…
Seçilmiş Cumhurbaşkanımızın katıldığı merasimden sonra bir gurup teğmenin sonradan korsan yeminle Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyerek…
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi’nde alınan kararla su fiyatlarına %17,5 zam yapıldı ve her ay…
İstanbul' da Şiddetli lodos, Marmara Bölgesi'nde deniz ulaşımını sekteye uğratmaya devam ediyor. İstanbul, Bursa ve…
Ebu Cehil deistti, diğer Mekkeli müşrikler de deistti, Allah’ın varlığına inanıyorlardı ama Hz. Muhammed’in Allah’ın…