Günümüz Türkiyesinde İslam, Meşrutiyet devrinden beri devletin kontrol altına aldığı bir din ve medeniyet olarak varlığını sürdürmeye çalışmıştır. Halkın müslüman olması ve asırlardır İslamın hayatı şekillendiren bir inanç ve kültür halinde varlığını sürdürmesi, hükümetlerin batıcı ve seküler bir tercih yapmasına rağmen devam etmiştir.
Birçok İslam toplumunda olduğu gibi, dini kuralların varlığı, bazı aydın, yönetici ve asker kesiminin istek ve arzuları doğrultusunda gerçekleşmiş ve halk, bu konuda pasif durumunda bırakılarak görüş ve düşüncesi sorulmadan çeşitli sosyal, siyasi ve iktisadi düzenlemeler gerçekleştirilmiştir.
Meşrutiyetin ve sonraki dönemlerde, ülkeyi batılı düşünce ve hayat anlayışına zorlayıcı düzenlemeler yapılarak, müslüman ilim ve fikir adamlarına kısıtlayıcı ve baskıcı yöntemler uygulanmış, İslami eğitim okullarda yapılamamış, kur’anı kerim okunması bile yasaklanmış, ezan türkçeleştirilmiştir. Tarihçi Osman Turan’ın açıklamasına göre, 40 yıl boyunca dini eğitim durdurulmuştur. Bütün bunlara ilaveten, İslamın çeşitli kural ve hükümlerine ters olan batı kaynaklı kanun ve yönetmelikler, İslami inancın, ahlakın ve hatta ibadetinin güçlükle ve gizlice yaşanmasına yol açmış ve toplumun vicdanında ciddi rahatsızlıklara yol açmıştır.
İnançlı, geleneklere bağlı ve değerlerine saygılı insanların yer yer siyasi, iktisadi ve sosyal hayattaki çalışmaları ve çabaları ile, Türk halkının müslüman olduğu ve onun dinine ve ahlakına karşı saygı gösterilmesi gerekli olduğu fikri, siyasi ve legal çevrelerce kabul edilmişse de, müslümanca yaşayışa ait giyim, anlayış ve yaşayış şekline yönelik itiraz, kınama ve hatta tepkiler yakın zamanlara kadar devam etmiştir.
Ak Parti’nin iktidar olmasıyla birlikte, İslami kimlik sahibi insanlara karşı açıktan saldırı ve kınamalar büyük ölçüde ortadan kalkmış gibi görünüyorsa da gizli, planlı saldırı ve kınamalar devam etmekte ve bu tür hareketlerin daha sinsice ve kurnazca yürütüldüğü farkedilmektedir.
Türkiye’nin askeri darbe ile şekillenenen 1980 Anayasası, demoklesin kılıcı gibi müslüman toplumun inancının ve ibadetinin gereği olan birtakım ifade, davranış tarzı, sosyal varlık ihtiyacını koruma ve sürdürme hürriyetine engel olan bir sistem oluşturmaktadır. Buna karşılık, İslam dinini kendi kafalarına göre yorumlayan veya İslamı sevmeyen kesimler; Atatürkçülük, Laiklik, Hürriyet gibi kavramları ön plana alarak inanç sahiplerine her türlü hakareti, psikolojik baskıyı ve hatta dışlamayı kolaylıkla yapabilmektedirler.
Zaman zaman bu konular tartışıldığında, hükümet ve resmi yetkililerinin islamı fiilen yaşamayan ve hatta kabul etmeyen gruplara karşı anlayış ve hoşgörü ifadeleri sık sık tekrarlanırken, müslüman kesimin din ve ahlaklarının kesin emri olan konuları rahatça müdafa edebilme ve hatta, söyleyebilme hürriyetleri yaygın bir kamuoyu ile susturulmak çalışılmaktadır.
Bu durumda, hükümet ve resmi kurumlarda, hala dinle ilgisiz, batılı söylemler ve seküler mantık ve uygulamalar varlığı, müslümanların inançlarını yaşamalarında bir engel ve kısıtlamaolarak devam etmektedir. Bunun da sebebi, birçok kanun ve mevzuatın batılı değer ve anlayışlar çerçevesinde devam etmekte oluşudur. Dolayısıyla, ülkenin çoğunluğu olan müslümanlar; azınlıkta olan dine karşı, dinle ilgisiz veya alakasız kesimlerin baskısından ve eleştirilerinden uzak kalamamakta ve dini hürriyetleri çeşitli şekillerde engellenmektedir. Yani, bir bakıma müslümanlık, Türkiye’de yaşayan ve İslam ile ciddi bağ ve alakaları olmayan kesimlerin “izin ve müsamahası”na göre yaşanır halegelmektedir.
Elbette böyle bir durum, din ve ibadet hürriyeti kavramına aykırı olmakta ve “müsaade edilebildiği kadar dindarlık”gibi, insan hakları çerçevesinde anlaşılmaz ve kabul edilemez bir durum ortaya çıkmaktadır.
Sonuç olarak Türkiye’de Müslümanlığın hürriyeti, hakları ve sınırlarının belli olması büyük önem arzetmektedir. Bunun çerçevesini elbette hükümet, diyanet veya bazı kurumlar değil, müslümanlığı kabul eden Türkiye’deki müslüman topluluklarvermek durumundadır. Çünkü İslam, Türkiye Cumhuriyeti’nin laik kanunlarına ait resmi bir kurum değil, kendi inanç ve ahlak dinamiklerine göre gerçekleşen bir dindir. Dolayısıyla da,dinin kuralları ve müslüman halkın hür tercihleriyle ihtiyaç, beklenti ve taleplerine göre bir “meşruiyet alanı” oluşturulmak durumundadır. İslamiyet, her kafasına esenin veya isteyenin arzu ve bilgisine göre sağa-sola çekilmekten kurtulmalıdır. Bunun için de, sadece resmi dini görevlilerin değil, resmi görevli olmayan ve ilim sahibi, bilgili insanların da ortak bir şekilde çerçevesini çizeceği bir saygınlık ve bağımsızlık çerçevesinekavuşması, kanaatimce birçok problemi önleyebilecek ve “dışarıdan gazel okuyanları” da engelleyecektir.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi