İngiltere’nin dünyadaki felaketlerin arkasındaki elebaşı olduğu, terörizmi yönlendirmesi göz ardı ediliyor.
Şeytanın en büyük hilesi kendini unutturmasıdır. Gerçekten de İngiltere kendisini zavallı eski bir imparatorluk, Amerika’nın gölgesinde, Almanya’nın insafında, Yahudilerin yönetiminde vasat bir ülke olduğuna inandırmıştır. Hatta eski sömürgelerinden Müslümanlar İngiltere’nin kurtulmasını, haksızlığın bitmesini ister.
Oysa İngiltere dünyayı yönlendiren, bütün fitnenin arkasındaki, hatta dünyada etkin olduğu düşünülen diğer ülkelerin de ardındaki odaktır.
Amerikan yönetimibüyük ölçüde İngiltere’nin etkisindedir. WASP denilen beyaz İngiliz kökenli Protestanlar, Episkopelyen-Anglikan kilisesiyle, İskoçya-riti denen İngiltere merkezli Mason Localarıyla, İngiliz dili ve kültürüyle kuvvetle Londra’ya yakın oldular. Amerikan derin devletinin merkezi OSS/CIA, MI6 ile Dulles tarafından savaşta beraber kurulmuştur. Bütün istihbarat, hatta sinyal istihbaratı bile MI6 ve GCHQ ile beraber değerlendirilir. Yeşil Kuşak, Medeniyetler Savaşı, Yeni Düşman İslam, BOP, Bernard Lewis, Samuel Huntington gibi İngilizlerin imalidir. Clintonlar da dahil pek çok başkan Rhodes burslusu, yani İngiltere’de özel eğitimlidir. Dahası ABD finansı Londra’dan yönlendirilir. İkisi kağıt üzerinde ayrı ülkedir.
Almanya iktisaden serbesttir, siyasette İngiltere’ye ve o çağrı yapınca Amerika’ya hesap verir. Alman istihbaratını MI6, OSS, Nazi generali Rheinhard Gehlen’e kurdurmuştur. Ana akım medya bunların yönetimindedir. Merkel, siyasi geçmişi olmayan bir kukla olarak konmuştur. Fransa’da da durum farksızdır. Sarkozy, Holland, Macron komedi kuklalardır. Fransız ve Alman Ergenekonları, yani derin devletlerin İngiliz yanlısı olmayan ulusalcı kanatları tasfiye edilmiştir.
İsrail‘i İngiltere Lord Balfour’un 1917’de Rothchild’a yazdığı mektubuyla kurma kararı alınmıştır. Dev bankacılık aileleri hariç İngiliz Yahudileri ancak son 130 senede ülkeye gelmiştir ve kuvvetle İngiltere kontrolünde zenginleşmiştir. Dindar Yahudiler İngiltere için birer piyondur. Siyonizmin merkezi Tel Aviv değil Londra’dır. Dünya finansal düzeni ve para piyasası Londra’dadaki City denen 2.5 kilometre karelik yerde düzenlenir.
Bunun ışığında İslam dinini saptırmak için İngiltere’nin çalışmalarını kimse yanına bile yaklaşamaz.
İngilizler 18. yüzyılın sonunda Osmanlı’nın Asya’dan kopup Hindistan yolunu denetlemek için İstanbul’u tekfir eden Vahabi dini ekolünü ve bunun silah kanadı olan Suud ailesini ortaya çıkarmıştır. Vahabilik dinen İslamiyet’te çözümlenmemiş uykuya yatırılmış bazı hususları en olmayacak, en akla aykırı, en Kuran’la çelişen biçimde çözümlemektir. Bugünkü El Kaide ve IŞİD’dir. Bütün ılımlı barışçıl Vahabiler ihtiyaç olunca IŞİD’e dönüştürülecek şekilde yetişir. Vahabi isyanlarının bastırılmasının intikamını İngiltere Yunanistan’ı kurarak, Rum halkından yeni Yunanlılar diye sentetik bir kavim ortaya çıkararak almıştır.
Otuz sene süren Vahabi isyanları bastırılınca Suud aşireti yüz sene ortadan kayboldu, sonra yine getirildi. Körfez sultanlıkları da Suud ailesinin oraya yerleştirilen yine Vahabi, müttefik, akraba kabilelere teslim edildi. İran devriminden sonra eldeki bu denetlenebilir mezhep Vahabilik dünyada İngilizler tarafından yeniden piyasaya sürüldü. Bunlar Mısır’da Cemiye İslamiya tarzı İngiltere merkezli, liderleri Londra ikametli örgütlerle birleştirilip, İngiliz avam İslamı diyebileceğimiz Vahabi/ Selefi/ El Kaide/ DAEŞ çıktı.
1990’lı yıllarda Londra dünya terörünün ama özellikle de yeni geliştirilen sözde İslami terörün merkezi, bunların serbestçe çalıştıkları yer oldu. Mısırlı Cemiye İslamiya, Cezayirli Silahlı İslami Grup GIA, İzettin El Kassam Tugayları, Usame Bin Ladin’in Afganistanlıları burada rahatça barışçıl hareketlerden ayrışıp, dünya zihninde terör ile İslam’ı özdeşleştirmeye başladılar. El Massari, Ömer Bekri gibi tamamen bu amaca hizmet eden kişilere medyada geniş yer verildi.
El Yamama silah takas anlaşmasıyla Britanya ve Suudi Arabistan terör için muazzam fonlar geliştirmiştir. Bunlar off-shore hesaplarda denetimsiz olarak kullanılan ve dev terör örgütlerini oluşturup eğitip silahlandırıp dünyaya yaymaya yetecek paralardır. Bunu için kendi İslamcı görünümlü ajanları da sözde emekli komandoları da tahsis edilmiştir.
Ama diğer terör örgütleri de 1990’larda Londra’ya yerleştirilmişti. PKK, FARC, Parlayan Yol, Ayrılıkçı Tamil Gerillaları, Filistin’in Kurtuluşu İçin Halkçı Cephe’ye de kapılar ardına kadar açıldı, eğitim verildi, para sağlandı.
Son dönemde geliştirilen DAEŞ‘in sadece dini temeli değil, üyeleri ve yönetimi de İngiltere kökenlidir. Müslüman olmayan İngiliz bir DAEŞ adam toplama memuru, çok şey bildiğinden iki ay önce imha edildi. İngiltere bunlar Türkiye’den geçerken değil geçtikten sonra bizi suçladığından anlayacağımız gibi, en ufak ayrıntısına bile hâkimdir. İngiltere sadece kendi topraklarında değil, Avrupa’nın radikalleşmeye müsait kentlerinde de Müslümanlar üzerinde örgütlenmiştir.
İngilizlerin en önemli özelliği, kendilerine bağladıkları insanları kullanabilmeleridir. İngilizler çoğu zaman Hindistanlı, Pakistanlı, Bangladeşli, Arap, Türk etnik kökeninden insanları kullanırlar. Bunlar bazen kraldan çok kralcı İngiliz yanlıları, bazıları da hakikaten İslam’a hizmet ettiğini sanan kör insanlardır.
İngiltere PKK’nın da kurucusu ve hamisidir. Sol örgütler üzerinde büyük etkisi olan İngiltere, 1970’lerde Tunceli ağırlıklı bir ekipçe kurulan örgütü 1980’lerde Türkiye’nin toparlanma sinyalleri sonucunda bu kez Öcalan tam hâkimiyetiyle yeniden ortaya çıkardı, 1990’larda MED TV’nin Londra’dan yaptığı yayınlarda saldırı emirlerinin verilmesini sağlamıştır. Türkiye bu şifreli mesajları kanıtlasa da İngiltere PKK’yı himayeye devam etmiş, Kuzey Londra’da dev bir kompleksi Kürt Kültür Merkezi adıyla PKK karargâhı yapmıştır. Bugünkü İşçi Partisi lideri o zamanlar Avam Kamarası’nın PKK işleri sorumlusuydu, Lordlar Kamarası topluca destek verirdi. Öcalan bile bu desteği itiraf etmiştir.
FETÖ, İngilizler tarafından kurulmuş, geliştirilmiş, 12 Eylül’den sonra CIA’e hediye edilmiş ama üstündeki İngiliz yönlendirmesi kalkmamıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrası NATO’nun kurduğu Türk derin devletinin ipleri daima İngilizlerde olmuştur. Amerikalılar ucundan tutarlar ve önde görünürler ama bu daha çok askeriyededir. İngilizlerse her tarafa nüfuz etmiştir ve yerel görünümlüdür. İngilizler kendi muhiplerini bağlamayı iyi bilirler. Sinir uçlarına, kılcal damarlara, 1969 İzmir’inin çarşılarına onlar sızmıştır.
İngilizler özellikle sol örgütlerde, sendikalarda, mezhepçi oluşumlarda da etkindir. Almanlar da bu konuda çok ilgilidir ama Almanlar Türkiye’de ya da İngiltere’nin müsaade etmediği bir yerde terörü organize edemez, SAS tipi suikast tipi gönderemez. İngilizlerden bağımsız sadece ABD yapabilir ama Amerika da İngiliz’den sır saklayamaz. Tersi mümkündür.
Türkiye’deki en önemli terör eylemlerinden Kızıldere Vakası da incelenmesi gereken bir İngiliz prodüksiyonudur. Kızıldere’de İngiliz dinleme ajanlarının kaldıkları yer, yine İngilizlere yakın THKO üyelerinin evleridir. Sonra nedeni bilinmeyen bir şekilde ajanlar kaçırılmıştır. İngiliz gizli servisi, kendi başbakanını da atlayarak, burada herkesin öldürülmesini sağlayan ateşlemeyi yapmış, sonradan HDP milletvekili olacak bir kişi hariç herkesi öldürtmüştür. Olay her yönüyle çok tuhaftır ve nedenleri incelenmemiştir.
Vurucu cinayetler de zaman zaman İngilizler tarafından yapılır. SAS, SBS, MI6 özel timleri sürekli dünyada cinayetler, suikastlar yaparlar. Arada yakayı da ele verirler ama genelde hemen kaçırılırlar. Bizde de en hassas konularda eylemlerde rolleri vardır. Hatta Susurluk’taki Mersedes-Benz aracın bilgisayarıyla kontrolden çıkması Diana vakasıyla aynı teknik özelliklerdedir, aynı ekipçe yapıldığı iddiaları vardır. Bazı sabotajlarda da İngiliz parmağı aranabilir.
Bütün bunlara rağmen suikastta, terörde, katliamda İngiltere’den bahsedilmez, tarihteki eski bir güç ya da sadece fikri etkisi olan sanılır. Bir ara 1990’larda Türkiye’de Mahir Kaynak’ın önünü çektiği “Amerika mı Almanya mı” diye bir komiklik oynanıyordu. Halbuki Alman BND istihbarat teşkilatı da basın ve meslek teşkilatları da sıkı sıkıya İngiliz etkisindedir.
15 Temmuz darbesi de İngiltere’nin güdümünde olmuştur. FETÖ kağıt üzerindeki sahibi olan CIA’e darbe planı arz eder. CIA tek başına karar almaz. Bunu NSA ve İngiliz GCHQ ve MI6 ile paylaşır. Plan hiç hatasız ve her tür riski kapatacak şekildeydi. Onlar son kez Londra’daki küresel finans merkezinin efendilerine sorarlar. O hancılar da iktidardaki Obama ve May gibi yolculara sadece bilgi verirler. FETÖ, İngiliz Amerikan istihbaratlarından “eh hadi yap bakalım” alınca da işe koyulmuş. Boris Johnson, o gece her iki tarafa da itidal tavsiye etmekteydi. Türkiye’de darbe başka türlü darbe olmaz.
İngilizlerin sanatı soykırımdır. İrlanda patates kıtlığı, Bengal soykırımı, Kuzey Irak ve Dresden bombardımanlarıyla bu alanda uzmanlaşmıştır. Yakın zamandaki Bosna soykırımı Sırp özel birliklerince yapılmıştır ama planlanması, karartılması, istihbarat desteği, dinleme desteği, SAS vurucu tim desteği, medya desteği, BM Güvenlik Konseyi desteği, David Owen desteği İngiltere’den, İngiliz Savunma Bakanlığı içinde dönemin başbakanı Major ve dönemin savunma bakanı Rifkind tarafından kurulmuş özel bir Bosna harekat ve propaganda ofisinden yönetilmiştir. İş bitince, Müslümanların yok edilemeyeceği anlaşılınca İngiltere kurtarıcı rolüyle gelmiştir.
Son Kudüs vakası tipik bir İngiliz fitnesidir. İngilizlere bağlı Amerikan derin devleti, ifşa olan bir İngiliz MI6 ajanının da karışmasıyla Rusya-Amerika konusunda Trump’ı sıkıştırdı; Rusya’yla yakınlaşmasını engellediği gibi Trump’ı hapse atma noktasına geldi; daha önce Yahudilere acelesi yok diyen Trump’a da kurtuluş için çare olarak Yahudi lobisine ve ülkedeki aşırılara sığınmak için Kudüs kararı almak kaldı. Kudüs kararı çıkınca da İngiltere “ama ne ayıp ben Müslümanlarlayım” oyu verdi. Yoksa sadece çıkarını düşünen Trump İngiltere onu bu hamleye zorlamadan önce kararı ertelemişti.
Yemen’in Suud işgal ve bombardımanı altında inlemesi, milyona yakın insanın açlık ve koleradan ölümü beklemesi İngiliz prodüksiyonudur. Suudları çok kuvvetle idare eden İngiltere, savaşın karargahında kendi sözde danışmanlarını kullanarak, katliamı yönetmektedir. Üstelik bu katliamın yapılacağı silahlar için İngiltere’nin iki sene öncesinden özel bir hükümet izniyle silah sevkiyatına izin verdiği basına sızmıştır.
İngiltere’nin politikası İslam dünyasında kan ve ateş, Batı dünyasında da sürekli sözde İslami terördür.
Müslüman dünyadaki üç sahte İslam da İngiliz mamûlüdür. Kafası basmayan garibanlar için Vahabilik/ Hadisçilik/ Selefilik, yükselmek isteyen orta sınıf burjuva için FETÖ, elit kesim için de diğer bir İngiliz mamulü homoseksüellikle harmanlanmış Rumilik. Üçü de küresel, üçü de pazarlanabilir, farklı kesimler için Londra merkezli Kuran-karşıtı ürünlerdir. Hepsi istendiğinde anında teröriste çevrilebilir ürünlerdir. Sevgi huzur barış diyen FETÖ’nün nasıl birkaç ayda halkı biçen katliamcı manyaklara dönüştürülebildiğini gördük. Bunlar piyasaya katliam modu düğmesiyle piyasaya sürülüyorlar. Küresel Rumi hareketinin de raks ederek döndüklerinde halka eteklerinden el bombaları atmaları birkaç tetikleyici sözcüğe bağlıdır. Terör konusunda sıkça “sivrisinekle uğraşmayalım, bataklığı kurutalım” denir. Bataklığın ne olduğuysa söylenmez. O bataklık, Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı’dır.
A. Galip GÜMÜŞDERE
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi