Türkiye’de yıllardır eski siyasi sistemin kalıntılarını ve kötü yönetim sistemini giderek düzenli hale geliyor. Yaşama standardı yükseliyor. Bazı alanlarda iyi politikalar üretiliyor. Sağlık, Ticaret, Ulaştırma ve Dış Politika alanlarında başarılı işler ortaya konuluyor.
Fakat, bu olumlu gelişmeler içinde hala haksız işlemler ve düzenlemeler mevcut. Dolayısıyla hayatımızın bu çelişkili hali, çok farklı sıkıntılara ve olumsuz gelişmelere yol açmaktadır. Bu çelişkilerin ortadan kalkmaması, ard niyetli insanların da mevcut yapıyı istismar etmesine ve kendi ideolojilerine destek bulmalarına yol açmaktadır.
Konunun ilk sıralarında geçim ve yaşama güçlüğü gelmektedir.
Toplumda kazancı geçimine ve hatta karnını doyurmaya yetmiyen kesimler vardır. Özellikle büyük şehirlerde yaşayan insanlar; gıda, sağlık, eğitim ve ısınma ve aydınlanma gibi ihtiyaçlarını karşılamada büyük zorluklarla karşı karşıya kalırken, insanca bir hayat yaşama konusunda büyük mücadeleler vermek zorunda kalmaktadırlar. Bütün çabanın sadece maddi ihtiyaçları sarfedildiği bir düzende, sosyal, manevi ve sanat-edebiyat gibi çalışmalar, ister istemez yapılamıyor.
Buna karşılık sanat, spor ve film ve medya gibi bazı mesleklerin kazanç ve gelir imkanları normal yaşama stabdartlarının çok üzerinde, tüketim ve lükse varan bir şekilde, çılgınca bir yaşama ve harcamaya yönelmeyi sağlıyor ve toplum grupları arasında böyle bir fark, kopukluğa ve nefret tohumlarının filizlenmesine yol açıyor.
İktisadi sistem, bir yandan acımasız ve düşmanca kâr hırsının yol açtığı yalan ve haksızlıkları çoğaltırken, insanların sağlığını bozup, maddi imkânlarını gasp eden sahtekar bir anlayışa zemin hazırlıyor. Özellikle üreticiden ucuza alınan ürünler aracı gruplar eliyle fahiş fiyata halkın alımına sunuluyor. Ve bütün bu haksızlıklar, nedense bir türlü önlenemiyor..
Ev maliyetleri, büyük şehirlerde arsaların sun’i fiyat artışı sebebiyle astronomik fiyatlarla satılmasına veya kiralanmasına yol açıyor. İnsanlar, aldıkları maaş veya elde ettikleri gelirin neredeyse %60’ını ev kirasına ödüyor.
Büyük şehirlerde kira, doğalgaz, elektrik, su ve telefon giderleri, bir aile için son olarak belirlenen asgari ücretin üzerine çıkıyor.
Böyle bir durumda hükümetin, toplumda barış, huzur ve adaleti sağlaması zordur.ve ileride de imkansızdır. Her gün artan aile içi cinayetler, çatışmalar, hırsızlık ve hileli yollar ile toplumun kandırılmasının hayatın maddi boyutunun başedilmez bir huzursuzluğa dönüşümünde büyük rolü vardır.
Devletin haksız düzenlemelerinden biri de ağır ve haksız gelir vergi sistemidir. İnsanların hayatlarını sürdürmek için yeteri kadar maddi imkana sahip olmadığı halde, bu durumda olanlardan vergi alınması hangi adalet ilkesiyle açıklanabilir. Bir diğer konu ise, küçük ticaret kesiminin ağır vergilerle inletilmesidir. Bu konuda, hiçbeir kazanç elde etmediği halde kendisinden “peşin vergi”, “damga vergisi” gibi vergilerin alınması, hangi “adalet anlayışı”nın sonucudur, bunu yetkililerin izah etmesi gerekiyor.
Devletin sosyal görevi, insanların temel ihtiyaçlarının karşılanmasıdır.
Bunun için, devletin gıda, sağlık, mesken ve onun temel gerekleri olan su ve elektriği karşılama konusunda, gelir durumu yerinde olmayanları “sübvanse” etmeleri şarttır. Bunu sağlayacağı yer de, yüksek kazançlara yükleyeceği vergilerdir. Belli nitelikteki ev, arsa ve binek araba, yat ve benzeri lüks eşya kullananların yüksek vergi ödeyerek toplumun mağdur kesimlerinin yükünün azaltılması gerekmektedir. Bu durum toplumsal barış açısından da gereklidir. Yoksa, kendini kaybetmiş kitleleri;hiçbir kuralın durduramayacağı, tarihteki örnekler ile görülmüştür.
Elbette, devletin beşeri kaynaklarını değerlendirecek bir sistem ile, kişlerin çaba ve kabiliyetlerini değerlendireceği insan kaynakları sistemi ile de kişileri verimli hale getirerek mağduriyetleri, daha geniş imkanlara kavuşturma gibi bir görevi, bu programın bir diğer yönünü teşkil etmelidir. İnsanlar, eğitilerek ve beceri kazandırılarak verimli hale getirilebilirler.
Bazı siyasi ve hükümet yetkilileri böyle bir formülü zor görebilirler. Fakat hükümet etmenin şartının, bu gibi temel ihtiyaçları halka sağlamak olduğu artık bilinmeli ve yönetici adayı olmanın, nam ve şan elde etmekten çok, insanların ızdırap ve mağduriyetini gidermek olduğu artık anlaşılmalıdır. Özellikle, toplumu ayağa kaldırmadan; bir ülkeyi kalkındırmanın mümkün olamayacağı bilinmelidir.
İktidarların temel rolleri, toplumun acil ihtiyaçlarına çözüm bulmalarıdır. Bu acil ihtiyaçlar yerine getirilmeden, başka hedef ve amaçları ön plana almak toplumu memnun etmeyecek ve toplumun güven ve itimadını kaybedecek sonuçlara yol açabilecektir.
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi