Ülkemizde yapılan seçimlerde en sık kulanılan kelimelerden biri sanırım ‘müşahit’oldu. Sözlüklerde ‘gözlemci’ anlamıyla kullanıldığı görülen kelimenin kökeni Arapça olup şahit, şehadet, şehit kelimeleriyle de aynı kökten gelmektedir. Niyetim bir seçim yazısı yazmak değildir elbette. Tuşlara takılan bir kelime olarak müşahitin çağrıştırdıkları üzerinde durmak istiyorum.
Hayatta neleri gözlemlemekteyiz? Nelerin müşahidi oluyoruz? Müşahitlik görevimizi hakkıyla, hakkaniyetle yerine getirebildiğimizi düşünüyor muyuz? Bu görevde hep etken miyiz, yoksa edilgen olduğumuz yani gözlendiğimiz durumlar da mevcut mudur?
Büyük çoğunluğunun müslüman olarak nitelendirildiği bir toplumun içinde yaşıyoruz. Bu durumla da iftihar ediyoruz. Göğsümüzü gere gere ve gururla ‘Elhamdulillah müslümanım.’ diyoruz. Evet, hamd olsun. Biliyoruz ki kişini ‘müslüman ‘ olarak tanımlanabilmesinin ilk şartı ‘şehadet’ getirmesidir.Ve yine biliyoruz ki bunun da kalp ile tasdik ve dil ile de ikrarı yani söylenmesi şarttır. İşte bence asıl mesele burada başlıyor. Dille ikrara birilerinin şahitlik etmesi yani mevzuya müşahit olarak katılması gerekmektedir ki şehadet gerçekleşsin. Kişinin diğer insanlardan gizli bir şeklde, kimseye duyurmadan şehadet getirmesi bireysel olarak onu müslüman yapar elbette. Ancak bir müşahidinin bulunmaması onun toplum içindeki durumunda bir takım soru işaretleri barındırır kanaatimce. Konunun ilmi tarafını alimlere bırakarak kendi mevzuma dönmek istiyorum. Zira yukarıda da belirttiğim gibi kelimenin bende çağrıştırdıkları üzerinde durmak istiyorum. Akaid ile ilgili bir tartışma başlatmak asla aklıma gelmez.
Şehadet getiren kişi şöyle haykırmaktadır: Karşımda, yanımda, sağımda ve solumda olanlarla şehadetimi burda buluanlardan duyacak olanlar; işitin, bilin ve siz de şahit olun ki Allah’tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed’in (a.s) onun kulu ve elçisi olduğuna ben iman ettim ve sizi de buna şahit kıldım. Bundan sonra bu şöylediklerime muhalif bir davranış şergilersem sizler müşahitler olarak üzerinize düşeni yapmalısınız. Eğer bu görevi yerine getirmezseniz sizler de iyi birer müşahit olmayacak ve ‘görevi kötüye kullanmaktan’ hüküm giyeceksiniz. Benim kadar suçlu olacaksınız ey müşahitler! Sandıklara, özür dilerim, sanıklara sahip çıkmalısınız.
Haykırış devam etmekte: Adaletten ayrılırsam, haksızlığa göz yumarsam, çevreyi, insanı korumazsam; zalimin karşısında ve mazlumun yanında durmazsam, bulunduğum makam ne olursa olsun gereğince uyarmazsanız yaptıklarıma ortak olacağınızı unutmayın! Görünürde bana ama gerçekte kendinize sahip çıkın! Bunu yaptığınızda zaten Allah’ın ‘’ İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.’’ * emrine uygun hareket etiğiniz için mükâfat bile alırsınız.
Hepimiz bir diğerimizin müşahidiyiz aslında. Bu bilinçle hareket edildiğnde işlerin ve ilişkilerin çok kolaylaştığını gözlemlediğimizde müşahitliğin asla hafife alınmaması gerektiğini de idrak etmiş oluruz.
Risalet görevini eksiksiz ve örnek alınacak bir şekilde, emrolunduğu gibi kusursuzca yapan ve bunun da farkında olan biricik önderimiz Hz. Muhammed (a.s) Veda hutbesinde bütün nesillere ve çağlara, karanlıklardan çıkıp aydınlığa ulaşmanın ilkelerini sıraladıktan sonra orada bulunanlara: ‘’ Ey insanlar! Yarın beni size soracaklar. Ne dersiniz? Peygamberlik görevimi yerine getirdim mi? Vazifemi yaptım mı?’’ diye sorar. Oradakilerin ‘’ Evet, yemin ederiz ki tebliğ ettin; vazifeni yerine getirdin.’’ cevabından sönra ‘’Şahit ol ya Rab! Şahit ol ya Rab! Şahit ol ya Rab!’’ diyerek orada bulunanların müşahitliklerini âdeta ıslak imza ile kayıt altına almıştır.
Dünyanın neredeyse her köşesinden fikir bombardımanına uğradığımız yıllarda dilimize pelesenk olmuş bir söz vardı: ‘’Şehadet bir çağrıdır, tüm nesillere ve çağlara.’’ Bu söz, hem akla gelen ilk anlamıyla hem de tutum ve davranışlarımızda birbirimizin şahitleri olduğumuz şeklindeki anlamıyla da yerini bulmuş muazzam bir sözdür. Belli bir dönemde değil, her çağda; belli bir gruba, zümreye değil tüm nesiller için sürmesi gereken evrensel bir çağrıdır.
Şimdi yaşadığımız çağa tanıklık etmek ve dosdoğru yolda sebat edenlerle yolcukluk yapmaya devam ederek yerinde, kusursuz, hadi gerçekçi olalım mümkün olduğunca az kusurlu, birer müşahit olarak yaşamak denen sınavda başarılı olanlar sınıfında yer alma gayreti içinde olalım. Müşahitlik ilkemiz de ‘’ De ki: Benim namazım,(her türlü) ibadetim, hayatım ve ölümüm, hepsi alemlerin rabbi olan Allah içindir.‘’ ** ayeti olsun.
EYYUP YÜKSEL
* Âli İmran 104
** En’am 162