Mekke-i mükerrem, Medine-i münevvere, Kuds-i şerif.
Kudüs’teki Mescid-i Aksâ İslâmın ilk kıblesi…
Mekke’deki Kâbe yeryüzünde ilk mabed ve İslâmın ebedi kıblesi…
Medine’deki Mescid-i Nebi, Hicretin armağı, ilk İslâm toplumunun merkezi, örnek mü’minlerin yetiştiği medrese, risâletin ve Rasûlüllah’ın güzel hatırası… Medine İslâmın ilk model cemaatının ve devletinin gerçekleştiği yer.
Mekke ve Medine; Haremeyn. İki haram kılınmış, korunmuş, saygın, güvenli, tertemiz yapılmış beldeler…
Biri tevhidle, İbrahimle, Kâbe ile, Hac ile, Mescid-i Haramla mükrerrem, değerli ve yüce…
Diğeri ‘Siracun münir’ olan Rasûlüllah ile, nur (ışık) olan Vahiyle/Kur’an’la münevver kılınan (aydınlanan), bir diğeri İslâmla şerif olan, şeref ve izzet bulan üç müstesna ve etrafı mübarek kılınan (İsrâ 17/1) belde…
Üç önemli yerleşim yeri, İslâmın üç önemli kenti… Her üçü de bünyelerinde ‘harem’ bölümünü barındırmakta…
Mekke’nin asıl önemi, Allah’a kulluk maksadıyla yapılmış ilk mâbed olan Kâbe’nin (Âl-i İmrân 3/96) burada bulunmasındandır. Kur’an’da, Allah’ın ‘Beyt’ dediği (Bekara 2/127. Âli İmran 3/97. Hacc 22/29 vd.), Beytî (Benim evim) dediği (Bekara 2/125.Hacc 22/26), Beytu’l-haram (Saygın ev) dediği (Mâide 5/2, 97); Kâbe’nin yer aldığı Mekke ve çevresinin her türlü tecavüzden korunmuş güvenli bir yer (harem) ve insanların manen temizlenip arındığı bir mahal olduğuna işaret edilmiş, bu alanla ilgili birtakım özel hükümler konularak çevresi alemlerle sınırlanmıştır.
Mekke bizzat Allah tarafından harem kılınmış ve bu durum, şehrin emin bir yer yapılması için dua eden (Bakara 2/126. İbrâhîm 14/35) İbrahim (as) tarafından ilân edilmiştir. Hadislerde de buna işaret edilmektedir. (Buhari, İlim/37 no: 104, C Sayd/8 no: 1832, Meğazi/52 no: 4295. Müslim, Hac/82(446-1354) no: 3304. Tirmizi, Hac/1 no: 809)
Hicretten sonra Resûl-i Ekrem; “İbrahim Mekke’yi harem yaptığı gibi ben de Medine’yi harem yaptım” sözleriyle şehri harem ilân etmiştir. (Buhârî, F. Medine/1 no: 1867, Cihâd/71,74 no: 2889-2893). Müslim, Hac/85(454-1360) no: 3313)
Medine vesikasında kayıt altına alınan bu hüküm (İbn Hişâm, Siyer, 2/145), Hendek Gazvesi ile Hayber seferinde elde edilen başarı üzerine bütün Arap kabileleri tarafından kabul edilmiştir. (N. Bozkurt, M. S. Küçükaşçı, TDV İslam Ansiklopedisi, 28/306)
Kudüs’te Mescid-i Aksâ’nın bulunduğu yer de tarih boyunca ‘harem’ olarak anılagelmiştir.
Bu üç önemli kent üç önemli şeyi sembolize eder: Mekke tevhidi, Medine İslâmı, Kudüs ikbali ve şerefi.
Mekke vahyin teorisini, Medine pratiğini, Kudüs başarısını hatırlatır. Mekke mükerrem (şerefli ve üstün) olma hedefini,
Medine bunun nasıl elde edileceğini,
Kudüs bunun insanlar arasında nasıl temsil edileceğini öğretir.
Müslümanlar Mekke’de iman etmeyi, Medine’de teslim olmayı (İslâmı), Kudüs’te hakikate şâhit olmayı öğrenirler. Bunun anlamı Vahiy Mekke’de kendini iman olarak takdim etti… Medine’de Vahye teslim olmanın, hayata Vahyin rengini katmanın hem mücadelesi verildi, hem de sonuçları alındı. Kudüs ise, bu teslimiyetin insanlığa karşı şehâdete dönüştüğü yerdir.
Mekke, iman için doğum yeri, Medine iman için neşvü nemâ bulma (soyuttan somuta dönme) mekanı, Kudüs imanın ayağa kalkıp medeniyete ve izzete dönüştüğü adrestir.
Mekke hac mekanlarıyla ve taşıdığı misyonla insanı inşa ve tamir (ma’mur) eder. Medine imar ve inşa olunan insanı hayata taşır. Yani Vahyi hayatlaştırır, ete kemiğe büründürür. Kudüs de insanlığa takdim eder. İşte Vahyin insanı, işte İslâmın insanı böyle olur diye…
Kâbe, tevhidin ve sonsuzluğun mimarisi, Allah karşısındaki acziyetin sembolüdür. Kâbe kalplerin taş gibi olmamasına işaret eder. Zira kendisi taş olduğu halde pek çok şeyi sembolize eder. Mekke, bu iddiasızlığın daha geniş bir sembolüdür. Çünkü onu görkemli kılacak –günümüzdeki beton yapılaşmayı saymazsak- hiç şeyi yok. Sadece manası, misyonu ve mesajı var.
Kur’an’da Mescid-i Haram’a, Mescid-i Aksa’ya ve Mescid-i Nebi’ye işaret edilmesi boşuna değil. Kur’an, ilk ikisine Peygamber’in İsrâ yolculuğu sebebiyle temas ederken, üçüncüsünden Hicret yurdu olması ve içindeki Takva mescidi dolaysıyla söz konusu ediyor.
Mekke imana ve emniyete, Medine teslimiyete ve saadete, Kudüs cesaret ve izzete hâlâ göndermede bulunuyorlar.
Mekke emin olmayı, Medine vakar ve sükûneti, Kudüs görkem ve azameti gösterir. Üçü birbirini tamamlar, birinin varlığı diğerinin varlığı iledir. Birinin yokluğu, dierlerinin de varlığını tehlikeye düşürür. Bu tıpkı “İstanbul’un savunması Saraybosna’dan başlar” sözü gibidir. Saraybosna düşerse, İstanbul’un varlığı ve misyonu tehlikeye düşer.
Mekke İbrahim’e, Medine İsmail’e, Kudüs İshak’a benzer.
Biri adamanın en güzelini yaptı. İkincisi kabul edilmiş adak oldu. Üçüncüsü adayanın ve adanının kazandığı lütuf ve bereketle şerefyâb oldu.
Mekke evlatlarını –müşriklere rağmen- büyük Hicretle Hak uğruna kurban gibi adadı.
Mekke, câhiliyye döneminde şirk dininin işgaline uğrasa da tarih boyunca aslında hep Rasûllerin yolu, Tevhid’in beşiği idi. Kendi bağrından çıkan Tevhid’in bağlılarını Tevhid uğruna kurban adamaya hazırdı.
Medine’nin evlatları adanan oldular. Medine hak uğruna boynunu uzattı. Esef etmedi. Müşriklerin saldırıları karşısında geri adım atmadı, Vahiyle doğruldu.
Kudüs, başarıya ulaşmış bir Tevhid faaliyetinin başkenti oldu. İshak (as), orada Yakub’un babası oldu. Yakub’un soyu Kudüs’te Tevhid emânatini yüklendi ve onu ta Mısır’a kadar onurla taşıdı.
Mekke’den dışarı çıkamayacak, bir kaç kişinin gönlünde geçici bir sevda gibi kalacak, çevredeki şirk seli tarafından sürüklenip götürülecek zannedilen Vahyin daveti Mekke’de güvenin, bereketin, kerâmetin asırlardır oraya akmasını sağladı.
Medine Vahye teslimiyetle huzur buldu, sükûnete erdi, tevazunun, ağırbaşlılığın, efendiliğin, medeniliğin, İslâmî kişiliğin mümessili oldu.
Kudüs, İslâmî davet sayesinde kardeşlerinyle asırlardır süren ayrılıktan sonra buluştu. Âlemlerin Rabbinin ilâhi davete verdiği nusret ve azametin gölgesine sığındı. Etrafı mübarek kılınan Mescid-i Aksâ özgürlüğüne ve izzetine kavuştu.
Bu üç mübarek belde İslâm ümmetine üç önemli emânettir. İmanla emin olma sıfatını kazanan mü’minler, bu değerli emânetleri korumakla mükelleftirler.
Ümmet bugün, bu üç emânete nasıl baktığının muhasebesini yapmalıdır. Bu emânetlerin hakkıyla korunduğunun en önemli işareti her üç sembol kentin misyonlarını yerine getirip getiremedikleri hususudur.
Müslümanlar sadece hac mevsiminde değil, her umre mevsiminde, yani her zaman Haremeyn’i ve Kudüs’ü yeniden düşünmeli. Kudüs’ün bugün niçin ayrı kaldığını, niçin elden çıktığını, nasıl tekrar asıl kimliğine dönebileceğinin hesabını yapmalı… Kendi çapımda neler yapabilirim diye durumunu gözden geçirmeli…
İsrâ ve Mirac gecesini, Kudüsü ve onun başına gelenleri anmak yerine, S. Çelebi’nin Vesîletü’n-Necât isimli şiir kitabından gazeller, nağmeler okuyarak geçirmek, asıl amaç olmasa gerek….
Hüseyin K. Ece