Bu cümle, belki uzun zamandan beri dilimizde olan bir kavram. Ama, acaba bu cümleyi uzun boylu hiç düşündük mü? Onun kapsam ve manasının bizlere hangi sorumluluklar yüklediğini idrak edebildik mi? Bence, hayır..
Bu konu, öyle sıradan geçiştirilen bir mesele değil. Çünkü, ülke ve toplum, herkesin sahip çıkması gereken bir emanet…Emanet, bize ait olmayan; fakat bizim irade ve sorumluluğumuza teslim edilen kıymetli bir mal ve eşyadır. Ülkemiz ve toplumumuz da, bu emanetlerin en büyüğü ve değerlisi.
Allahın, insanı “yeryüzünü imar” etmek için yaratmış olması, sadece dünyanın fiziki ve maddi yönü ile sınırlı olmanın ötesinde bir mana taşıyor. Yani, insanın ve onun varolmasını sağlayan ülke ve iktisadi hasılanın muhafazası ve yerinde kullanılmasını gerektiriyor.
Kültürümüzde, emanete riayet çok önemli bir görev iken; emanete hıyanet, çok büyük bir sorumsuzluk ve günah olarak kabul edilir. Çünkü hak kavramı, kültürümüzde herşeyden daha önemli ve değerli bir kavram. Adalet, hakkı sahibine vermek; hakkı olmayanı da, haktan uzak tutmaktır. Adalet, ancak bu iki fonksiyon sağlanınca yerine gelmektedir.
Emanetin korunması ve toplum şuuru:
Şimdi, emanete nasıl riayet ve nasıl ihanet edilir konusuna gelelim. Özellikle 15 Temmuz haftasında olduğumuz günlerde, ülkemizi menfaatlere ve ideolojilere teslim etmek isteyen hain ve rantçı gruplara karşı, her zaman bir şuur ve sorumluluk mücadelesinden geçmekte olduğumuzu bilmemiz gerekiyor.
Ama, bu tür olaylar ve buna benzer kötü niyetli çabalar, bundan sonra duracak değildir. Çünkü, dünyanın kaderi, bu hak ve hain grupların mücadelesi ile yüzyüze gelmek ve bir “imtihan mücadelesi”ne sahne olarak sürüyor.
15 Temmuz örneği, yönetimi ve toplumu dönüştürmeye yönelik çabaların su yüzüne çıkmış haline bir örnektir. Peki, ya henüz görünmeyen bazı hain ve kötü niyetli çabalar?!..
Bu hain ve ardniyetli çalışmaların, sistemin temelini sarsacak nitelikte ve aynı zamanda, tüm hayatımızı etkileyecek güçte bir ruhi çöküntünün sonucu olduğunu biliyor muyuz?
Ülkemizin kıymetli topraklarını ve kaynaklarını hangi siyasetçi veya bürokratlar kendilerine veya dış mihraklara peşkeş çekiyor? Acaba farkında mıyız? Bazı insanlar, neden kamuda görev yaptığı birkaç ay veya yılda, inanılmayacak servetlere ulaşıyor?..
Milli eğitimin, eğitim politikasını kimler belirliyor ve bu eğitim, neden kendi kültüründen uzak insanlar yetiştiriyor? Tarih, kültür ve ahlak medeniyeti, neden eğitim sistemimizin temel çerçevesini oluşturamıyor?..
İktisadi sistem, niçin bazı kişi ve grupları “karun gibi” aşırı kazanç ve mülk sahibi yaparken, öte yanda bazılarının; geçimini zor temin edip, binbir mahrumiyet içinde yaşamasına göz yumuyor?
Ülkeye sahip çıkmak mı, çıkmamak mı:
Yönetim sistemi, kendi kültür değerlerine karşı çıkan, tarihi misyonuna ters, başka kültürleri savunan gruplara müsamaha ile bakarken; inanç, değer ve geleneğini yaşamak isteyenleri görmezlikten geliyor?
Bütün bu problemler, aslında ülkeye sahip çıkmak için görev verilen idari sistemi, denetlemeyip, onlara “toptan yetki” vererek, bu kesimlerin yaptıkları yanlışlıkları üstlenen duyarsız kitle haline düşüşten kaynaklanmıyor mu?.. Emanet, neden bazıların özel mülkü gibi kullanılıp, onları sorumsuz hale getiriyor?..
Demek ki, bir ülkeye sahip çıkmak;sadece onu uzaktan sevmek ve iyi temennilerde bulunmakla olmuyor. Görev verdiğimiz insanların, neleri niçin yaptıklarını, karar alırken bilerek mi, yoksa ard niyetli mi hareket ettiklerinden emin olarak onları yetki sahibi kılmaktan geçiyor. Bunun için de, bizim dediğimiz insanlar; en fazla, bizim kontrol ve sorgumuzdan geçmek durumunda. Yoksa, onların yaptığı her yanlış veya haksızlığın cezasını bizlerin de çekeceğini bilmeliyiz!.
Tarih’te nice hak ve hakikatın temsilcisi olmuş devlet ve yöneticiler görmemize rağmen, nasıl oldu da, hak ve adaletin temsilcisi bu sistemler, zaman için çöküş içerisine girdiler. Üstelik, dillerinde ve görünüşlerinde hak ve hakikatin temsil ettiklerini iddia ettikleri bir dönemde.. Demek ki sistemler, şekil ve iddialar ile değil, ahlak ve ilim gibi değerler ile ayakta durabiliyorlar. O zaman, lafa değil de, uygulamalara bakarak bir sistemin değerini takdir etmek gerekiyor. Sosyolog Şeriati’nin dediği gibi: “Bir toplumun kaderi, o toplumun sorumluluğuna bağlıdır”
Prof. Dr. Sami Şener