Tarih boyunca Müslümanlar kendilerine öncülük edecek bir sınıfın varlığından mahrum kalmadılar. Âlimler, Mürşitler, kemale ermiş yaşlılar, her zaman Müslümanların yol göstericiliğini yapmaya devam ettiler. Bu yol göstericilik aynı zamanda sivil alanda kalarak yapılmaya devam etmiştir.
Resul (as) bu ümmetin örneği ve öncüsü olarak varlık sahasını doldurmuştur. Kendisini takip etmenin yolu, yordamı ve yöntemi detaylı bir şekilde ortaya konmuştur. Peygamber sonrası ise Sahabe büyükleri bu yol göstericiliği devam ettirmiştir. Sahabe sonrası tabiinin büyükleri aynı sorumluluğu üstlenmeye devam etmiştir. Coğrafya gelişince, ümmet dünyanın dört bir yanına dağılınca da ilim ile iştigal eden ilmi ile amil kişiler, aynı sorumluluğu üstlenerek ümmetin sorunlarına çözüm aramaya devam etmişlerdir.
Tarih boyunca ümmet ile Âlimi arasında bir kopukluk olmamıştır. Ta ki modern döneme gelinceye kadar. Her ne olduysa, modern dönem ile birlikte hem İslam’a dair yeni arayışlar, yaklaşımlar, öneriler ortaya çıktı, hem de öncülük etmesi gerekenler, sadece söz sahibi olarak ve tarihi uzlaşının dışında yeni arayışları ümmete dikte etmeye başladılar. Ameldeki zaaflar ise ümmet ile aralarındaki çatlağı derinleştirdi.
Hâlbuki insan salt din bağlamında değil, herhangi bir konuda veya meslekte bile bir öğreticiye ihtiyaç hisseder. Öğretici olmadan kişilerin kendi başlarına yol almaları neredeyse imkânsız görünmektedir. Modernleşme, kadim ile arasına mesafe koyduğu gibi geleneksel kültür ile de arasına kapanılmaz bir mesafe koymuştur. Yenilik adı altında yeni bir insan tipolojisi öne çıkarılmıştır. Eğitim meselesini de bu yeni durum açısından yeniden tanımlanmış ve ona uygun bir teknik ve yöntem kullanılmaya başlanmıştır. Yeni örnek, aydın tiplemesi üzerine bina edilmiştir. Bu aydın ise siyasal iktidardan beslenirken, halkın iktidar karşısında tepkisiz kalması için gereken propaganda yapma sorumluluğunu yerine getirmiştir. Genelde aydın, geleneksel yapıya ve kültüre ve doğal olarak dine ve dine dayalı yaşama biçimine yönelik sert eleştiriler geliştirirken, ümmet ile arasına derin bir uçurum eklemiştir. Müslüman kalma arzusunu taşıyanlar için aydınlar, aynı zamanda ‘din düşmanı’ olarak telakki edilmişlerdir. Fakat Müslümanların içinden çıkan aydınlarında modern aydın ile düşünsel bir bağı olmasa da yapısal bir bağının varlığı gözler önünde cereyan etmektedir. Aynı tepkileri vermekte ve müslüman ahaliyi aşağılamada bir beis görmemektedir. Bir kısım müslüman aydınların ise zihni olarak da modern aydınla aynı zeminde buluşması müslüman ile müslüman aydın arasında vücut bulacak örnekliği ortadan kaldırmıştır.
Bu noktada cumhuriyetin kurulması ve İslami eğitim müfredatına dayalı eğitimin terk edilmesi ile birlikte ümmet ile âlim arasındaki çatlak giderek büyümeye devam etmiştir. Kendisine ait eğitimi gizli saklı ve korku içinde yapan medreseler ise geçici ve sınırla bir zeminde etkisini sürdürmekle birlikte büyüyen, gelişen, serpilen, genişleyen bir coğrafyada mevcut Müslümanların bütününe yönelik bir ilgi noksanlığı ve kopukluk yaşamıştır, yaşamaya da devam etmektedir. Geleneksel yapı içinde Karadeniz ve Doğu ile Doğu Anadolu bölgelerinde her ne kadar medrese eğitimi nisbi olarak sürdürülmüş olsa da eski klasik dönem etkisini kaybetmiştir. Bu durumun Müslümanlar açısından nelere mal olduğu üzerine yeterince düşünülmediği görülebilinmektedir. Bu sebeple zaman içinde Müslümanların çoğunluğu yeni sisteme adapte olmaya devam etmiştir. Önünde örneği ve uyarısı olmadığı için Müslümanlar modernleşmeye devam etmişlerdir. Birden bir modernleşme yaşanmasa da ağır aksak kendi zemini içinde birazda dışarıdan besleyerek sürdürülmüştür.
Cami imam hatipleri, vaizler, Kuran kursu öğreticileri, ilahiyat akademisyenleri ve imam hatip üzerinden yetişmiş, ilahiyat okumuş din kültürü öğretmenleri vesaire bu boşluğu doldurmaya güç ve takat yetirememişlerdir. Arada genelleşen vaizler öne çıkmışlardır. Vaazları ile ahaliyi aydınlatmaya çalışmışlardır. Ama temassız söze dönüşmüş uyarılar, süreç içinde ağırlığını kaybetmeye maruz kalmışlardır. Modern dönem aydını üzerinden sadece söz ile uyarı yapmayı yeterli görmüştür. Müslüman öncüler, aydınlar, hocalarda doğal olarak aynı pozisyona düşmekten kurtulamamışlardır.
Bu kesintinin oluşturduğu din algısının yanında din ile kurulan bağın da sorunlu bir hal almasını, ahalinin din algısı ile müslüman aydınların din algısı arasında oluşan fark ise ayrışmayı derinleştirmiş ve sert eleştiriler geliştirilmesine neden olmuştur. İşte bu zemin müslüman aydın ile müslüman arasındaki derin fay hattını güçlendirmekten öte işe yaramamıştır.
Mesele müslüman öncü ile müslüman ahali arasındaki bu derin fay hattını nasıl ortadan kaldırılacağına dair bir düşüncenin varlığının görülmemesidir. Bu konuda yapılan cemaatleşme çalışmaları, İslami faaliyetler vesaire kendi içinde bir çözüm noktası oluşturmada bir nebze zemin oluştursa da yeterli bir zemine ve genel müslüman ahaliye ulaşmada yetersizliğe duçar kalınmıştır.
Çözümün ilk adımı; müslüman öncü ile müslüman arasındaki bu fay hattını görmek ve onu kabullenerek çözümü için gereken zihni melekeleri harekete geçirmektir. Farkındalık başlangıç adımı için temel öncüldür. İkinci adım ise Müslümanların Müslümanlıkla kurduğu bağın doğruluğu ve yanlışlığı bir tarafa neye dayandığını sağlam bir zeminde öğrenmek, idrak etmek gerekir ki atılacak adımın yerini bulmasına imkân hazırlanabilinsin…
Ama en önemlisi ise çözümün başarıya ulaşması için öncü olan müslüman şahsiyetlerin müslüman ahalinin gözünde müslüman olma ve dini duyguları tam olarak yaşama, dini ibadetleri eksiksiz yaptığına tanık etmektir. Müslüman öncü, dinin pratikte de yaşayışın öncüsü ve örneği olması bizatihi kendi sorumluluğundadır. Örneklik, eylemde örnekliktir. Söylenen sözün şahsiyetinizde somut bir karşılığı bulunmalıdır.
Maalesef bu konuda hala ciddi eksikliklerimiz vardır. Ama bir an önce bu eksikliği gidererek müslüman ile müslüman öncü arasındaki derin uçurumu kapatmaya çalışılmalıdır. Somut örnekliği taşıyarak Müslümanların güven duyacağı bir öncü olunmalıdır. Bu güven sağlamlaştırılarak örnekliği sağlam bir zemine yaslandırıldığı zaman öncü, o zaman toplumsal değişimin mihveri olmayı da hak edecektir ve ilahi inayetin varlığını bizzat gözlemlemeye başlayacaktır.
Ümmet olmanın yolu, âlimi ile talebesi ile müslüman ahalisi ile bir ve beraber olmadadır.
Not: Almanya’da zorunlu ikamet eden Yazar ve Edebiyatça Yaşar Kaplan’ın ölüm haberini aldık. Salı günü Ankara’da ikindi namazı sonrası Taceddin Dergâhında toprağa verilecektir.
Bu yazının ilhamı bu vefat haberine dayalıdır. Rabbim merhameti ile muamele eylesin, mekânını cennet eylesin, geride bıraktıklarına sabrı cemil ihsan eylesin. Benimde yetişmemde ve gelişmemde katkısı olan Yaşar Kaplan’a sonsuz rahmetler diliyorum…
Abdulaziz Tantik
Yüreğinize sağlık abi. Rabbim ilmi ile amil alim ve teba eylesin bizleri. Rabbim öncülük eden ilmi ile amil alimleri de aramızdan eksik eylemesin.