Ümmet, renk, ırk, bölge ve cinsiyet farkı gözetilmeksizin, aynı peygambere ve onun getirdiği dine inanalar topluluğu demektir.
Musab SEYİTHAN
Ümmet, renk, ırk, bölge ve cinsiyet farkı gözetilmeksizin, aynı peygambere ve onun getirdiği dine inanalar topluluğu demektir. Dolayısıyla son peygambere ve onun getirdiklerine inanan bütün Müslümanlar, İslam ümmetini oluştururlar.
Dili, rengi, ırkı ve yaşadığı coğrafya farklı da olsa Müslüman toplumlar, ümmet bütününü teşkil edeler. Bugün dünyada halkı Müslüman ülkelerdeki Müslümanlar, ümmet bütününün birer parçasıdır. Ama maalesef bu ülkelerden bir kaçı müstesna ezici çoğunluğu kukla liderler tarafından idare edilmektedir. Bu kukla liderlerin kimisinin kıblesi, büyük şeytan Amerika, kimisininki de Rusya veya Çin’dir. Afrika’daki halkı Müslüman ülkeler de, eski sömürgecileri olan Avrupa ülkelerinden emir alırlar. Ödedikleri sömürge vergisi yetmiyormuş gibi, aldıkları direktiflerle hareket ederler ve Müslüman halk üzerine baskı kurarlar.
Müslümanların dünya üzerindeki dağınıklığı ve başsızlığı, şu andaki perişanlığının birinci sebebidir. Osmanlının parçalanmasından sonra, emperyalist batı dünyası, cetvelle sınırlar çizerek İslam coğrafyasını parçaladı, kendi kültürünü yerleştirdi ve kendine sadık olacak tasmalı kukla liderleri de başlarına koyup -görünüşte bağımsızlıklarını vererek- çekildi. Fakat sömürü hortumlarıyla varlıklarını devam ettirdi. Hafif milli kıpırdanışta hemen müdahale edildi, istemedikleri idareciler başa geçtiğinde darbelerle indirdiler.
Bir zamanlar Cezayir’deki İslamî Selamet Cephesi (FİS), ezici çoğunlukla belediyeleri alarak iktidara doğru yürürken, Fransa tarafından müdahale edilerek parti kapattırıldı ve yöneticileri tutuklandı. Çünkü Cezayir, eski Fransa sömürgesi, şimdi de kukla liderler sayesinde Fransa gönüllüsüdür. Fransa’da karşılaştığım yetişkin Cezayirlilerin çoğu Arapça konuşamıyor, gençlerinin hemen hemen tamamına yakını hiç konuşamıyordu. Fransa eski cumhurbaşkanlarından Jack Chirac, 2008’de yaptığı bir konuşmasında “Fransa’yı Fransa yapan Afrika’dır” derken, Afrika’daki Müslüman ülkeleri sömürerek semirdiklerini itiraf etmiş oluyordu.
Daha dün Mısır, Muhammed Mursî gibi bir milli lideri başa getirince, küresel şeytan Amerika maharetiyle bir yıl sonra binlerce sivilin katledildiği kanlı bir darbe ile iktidardan indirildi. İslam coğrafyasının neresine bakarsanız bakın, batı emperyalizmine karşı olan liderler seçildiği zaman emperyalist güçler hemen devreye girerek alaşağı etmişlerdir.
İslam âleminin parçalanmışlığı onun kaderi midir? Allah’ın “Tefrikaya düşmeyin, parçalanmayın” (3Âl-i İmran:102, 105) buyruğuna kulak verildiği sürece kaderi olmaktan çıkacaktır.
Öyleyse birlikteliği sağlamak için çözüm veya kurtuluş reçetemiz ne olabilir?
Bugün Müslümanlar dünya nüfusunun %23’ünü oluşturuyor. Dünyadaki Müslüman sayısı yaklaşık 1,5 milyar civarındadır. Nüfusunun büyük bölümü Müslüman olan, ya da resmi dini İslamiyet olan ülkelerin sayısı 63’tür. Şu saatten sonra, bizim irademiz dışında, yapay sınırlarla ayrılmış ve müstakil devlet statüsü verilmiş bu 63 ülkeyi, sınırları kaldırarak bir çatı altında toplamak mümkün gözükmüyor.
Dünya nüfusunun yaklaşık kırkta birine tekabül eden, 75 milyon insanın ölmesine sebep olan İkinci Dünya savaşına katılmış olup, birbirlerine acımasızca silah çeken kanlı bıçaklı batı ülkeleri, “Avrupa Birliği” adıyla bir araya geldiler. Ortak güç oluşturdular, ortak paraya geçtiler. Bir takım aksamaları olsa da bunu becerdiler. Sınırlarını yok etmediler, yönetimleri devam ediyor. Ayrıca “Avrupa Parlamentosu” adıyla kurdukları mecliste alınan kararlar bütün üye ülkeleri bağlayacak şekilde birlikteliklerini devam ettiriyorlar. Parlamento, bugün için Avrupa Birliği‘ne üye 28 devletin toplamda 751 temsilcisinden oluşuyor. Serbest dolaşımla, bir ülkedeymişsiniz gibi hareket ediyorsunuz.
Sizin anlayacağınız, geçmişine bakıp “bir araya gelemezler” denilebilecek ülkeler, birlikte hareket ediyorlar. Böyle bir birlikteliği 63 İslam ülkesi beceremez mi? Allah’ın izniyle becerir. Ama nasıl?
Öncelikle bu ülkelerde kukla liderler yerle yeksan olup, Türkiye’de olduğu gibi millî liderler iktidara gelmeliler. İMF ile ekonomik kuşatma ve başta Amerika olmak üzere emperyalist ülkeler ile de siyasi abluka altında olan Türkiye, bu kabuğu kırıp “Yeni Türkiye” olarak dünya sahnesinde yerini aldı. Önce İMF’yi kovdu, arkasından da askeri vesayeti sonlandırarak tam bir siyasi bağımsızlık kazandı ve dış dayatmalara pabuç bırakmadı. Tabii bunlar kolay olmadı. Allah’ın yardımı, milletin desteği ve milli liderin de cesur ve onurlu duruşuyla “Yeni Türkiye” inşası gerçekleşti. Birazcık aklı olan bunu net görür. Bugün Yeni Türkiye, mazlum İslam ülkelerinin umut kaynağı durumundadır.
Muhammed Mursi de Mısır’ın milli lideri olarak iktidara geldi ama Mısır askeri vesayeti, Amerika’nın güdümüyle darbe yaparak henüz bir yılını doldurmamışken iktidardan indirildi. Mısır’ın şartları bizim 1950-60’ın şartlarına çok benziyor. Asker göz açtırmıyor. Ezher’de Rektörlük yapmış, Mısır müftülüğünde de bulunmuş Ali Cuma gibi belam kılıklı âlim müsveddeleri de darbecilere ve Sisi’ye destek verince bu iş biraz daha zorlaşıyor.
Şu anda İslam âleminin süper gücü olarak Türkiye gözüküyor. Türkiye’nin sorumluluğu çok ve işi zordur. Bir taraftan eski Türkiye’ye döndürmek için Avrupa ülkelerinin “aç insanların yemek kabına üşüştüğü gibi” yedi koldan yaptıkları saldırılara direnirken, diğer taraftan da tarihten getirdiği görev ve sorumluluk bilinciyle mazlum İslam ülkelerine de yardım kanadını germek zorunda. TİKA’larla bir nebze olsun bu desteği vermeye çalışıyor. Bu desteklerin yanında bu ülkelerde ümmet şuurunu uyandıracak faaliyetlere de ağırlık verilmelidir. Gönüllü sivil kuruluşlar da, İslam ülkelerine yaptıkları maddî yardımların yanında eğitim merkezleri kurarak ümmet şuurunu canlandırmalıdır. Zaman içerisinde meydana gelen yeni nesil, değerlerine sahip çıkarak prangalardan -Allah’ın yardım ve izniyle- kurtulacaktır. İslam ülkeleri, Türkiye misali milli liderlerine kavuştuğu zaman, emperyalizmin uzanan elleri kırılmış olacağından İslam birliği, hayal olmaktan çıkacak ve biiznillah gerçekleşecektir. O zaman, şu anda ülkesinde, Filistinle ilgili haber yapmayı bile yasaklayan Suud Kralı, Amerikan kuklası Selman ve Refah kapısını kapatıp Filistin’in açık hapishaneye dönüşmesine katkı veren İsrail dostu Sisi ve diğer tüm türevleri tarihin çöplüğüne atılmış olacaktır.
Milli liderlerin idareyi ellerine aldığı İslam ülkeleri, Dünya İslam Birliğini Allah’ın yardımıyla gerçekleştirip “İslam Dinarı” ortak para birimine de geçtikten sonra, nur topu gibi bir “Yeni Dünya Düzeni” doğmuş olacaktır. İşte o zaman merhum Erbakan hocamızın ruhu da şâd olacaktır. İslam Birliği dünyaya, özünde var olan adalet ve hakkaniyeti, gerçek insan hak ve özgürlüklerini getirecektir. O zaman dünya yeni bir dünya, hayat da başka bir hayat olacaktır inşallah. Bunlar, gerçekleşmesi zordur fakat imkânsız değildir. Yeter ki bunun için duyarlı Müslüman ve liderlerde gayret olsun, Allah bu gayretleri boşa çıkarmayacaktır. İnşallah Müslümanların bu seferberliğini zaferle neticelendirecektir. Müslüman, ümidini hiçbir zaman yitirmez. Her an her şey olabilir. Çünkü kalpler Allah’ın elindedir.
Milli liderlerin bir araya gelerek oluşturdukları “Dünya İslam Birliği”nin Mekke veya Medine’de -şanına yakışır bir şekilde- parlamento binası olur. Her İslam ülkesini, nüfusuna göre tespit edilen sayıda vekil temsil eder. Başkanlığı da, 4 veya 5 yıllık dönemlerle, bir İslam ülkesine vermek suretiyle bu sistem işletilir. Elin gâvuru Avrupa Birliğini işletiyor da biz niye işletemeyelim. Yeter ki bizde gayret olsun. O zaman Mekke İslam Parlamentosunda alınan kararlar, bütün Müslüman ülkeleri bağlayacak şekilde sistem çalıştırılarak halifelik makamı kurumsal olarak tekrar ihya edilmiş olur.
Evet, şimdi hayal ediyoruz, zor olsa da imkânsız olmayan bu küresel projeyi biz göremesek de inşallah torunlarımız görür. Mukallibul kulûb olan Rabbimiz, bu uğurda bizlerde bir gayret görürse nasip eder inşallah. İstikbalde en gür sedanın İslam’ın sedası olacağına inanıyoruz. Gayret bizden, tevfik Allah’tandır.