Peygamberimize (as) ait olduğu söylenen “ümmetimin ihtilafında rahmet vardır” sözünün aksine gerçekte ümmetin tarihi gösteriyor ki “ihtilaflar” ümmet için “rahmet” değil “azap” olmuştur.
Gerçekte ümmetin cemaatleşerek, mezhepleşerek, tarikatlaşarak aralarında teröre dönüştürdükleri “ihtilafların” neden ümmet için azaba dönüştüğünün irdelenmesi gereken bir husustur. Aynı Peygamber’e (as) inanan, O’nun vahiy yoluyla Cenab-ı Allah (cc) dan getirdiği Kur’an-ı, kitabı kabul etmiş, dini anlamda üst kimlik olarak İslam’ı seçmiş insanlar; Neden Peygamberlerinin “rahmet” olmasını istediği ihtilafları “azaba” dönüştürmüşlerdir?
İslam tarihi sürecinde mezheplerin, tarikatların, cemaatlerin ve devletlerin dini düzgün yaşamak adına ortaya koydukları ilkeler ve hareketler mensupları arasında “dinin vazgeçilmezleri” haline dönüşmüştür. Bu dönüşüm söz konusu topluluğun istikbali uğruna liderleri tarafından da kabul görmüştür. Mezhep, tarikat, cemaat ve devlet statüsüne ulaşan her insan topluluklarının liderleri bu doğrultuda hizbini şekillendirmiştir. İslam da sadece “Allah’a şirk koşmama” tasavvurunda olması gereken düşünce ve tavrın farklı alt versiyonları oluşturularak aynı duygunun tarikatlarda “şeyh”lere, mezheplerde “imam”lara, cemaatlerde “üstad”lara, devlet yönetimlerinde “başkan”lara da tahsisi suretiyle gizli şirke düşebileceklerini hesaba katmamışlardır. Bu süreçler çok masumane ve dindenmiş gibi tezahür etmiş yıllara sari olarak şekillenmiş günümüze kadar gelmiştir.
Topluluk statüsüne ulaşabilen mezhep, tarikat, cemaat ve devletlerin liderleri konumundaki kişiler, mensuplarını örgütlerinin selameti için “taklit” yolunu seçmek suretiyle kolaycılığa kaçmışlardır. Hâlbuki Cenab-ı Allah (cc) ve Peygamber’in (as) istediği, insanların aklını kullanma yolu olan “tahkik” metodu zorda olsa tercih edilmesi gereken bir yol olmalıydı. Bu metot seçilmiş olsaydı o zaman ümmetin ihtilafı rahmete dönüşmüş olacaktı. Toplum “aklını kullanmayan” yığınlara dönüşmeyecekti.
İslam’ın olmazsa olmazlarından birisi olan “gayba iman” hususu istismar edilmiş, bu konuda ki “teslimiyet” toplulukların çıkarları doğrultusunda kullanılmıştır. Bu hususta din adına ümmetin göstermesi gereken hassasiyet bilhassa tarikatların elinde adeta gayblıktan çıkarılarak keşfedilmiş gibi gösterilmiş ciddiyetten uzaklaştırılmıştır. Sadece Allah’ın zatı ile ilgili olarak ve O’nun kur’an da bildirdiği gaybi (insan idarikini aşan) hususlar sadece Kur’an da bildirildiği kadarıyla insanlara vaaz edilmesi gerekirken topluluklar kendi tarikatlarını, meşreplerini, cemaatlerini, mezheplerini ve devletlerini yaşatma adına sınırları zorlamışlardır. Bu yolla insanları korkutarak, sevdirerek veya özendirerek topluluklarına mensubiyet bağlarını güçlendirmek için dine uygunluğu sorgulanmadan tereddütsüz kullanabilmişlerdir.
Kur’an ve Peygamber kaynaklı “taklit” yolunu seçen insan topluluklarının tamamı başlangıçta birbirlerini tanıma adına ibadet aşkıyla farklı ritüeller tespit etmişler ve zamanla bu ritüeller o topluluk için vazgeçilmez dini bir kurala dönüşmüştür. Zamanla maalesef topluluk mensupları bir başka topluluk mensuplarını tekfirle suçlayabilmiştir. Bu hizipleşmenin geldiği nokta ümmetin arasında ki rahmete dönüşebilecek ihtilafları akıllarını kullanmadıkları için gazaba dönüştürmüştür.
İslam ümmeti nezdinde azaba dönüşen bu ihtilafların nasıl rahmete dönüşmesi sağlanacaktır? Bu soruya cevap bulmak İslam bilginlerinin boynunun borcu olsa gerektir. Günümüz Müslümanlar tarafından yaşatılan mezheplerin birbirleri arasında çelişen ve füruattan olan hususlardaki taassuplarından mensuplarının öncelikle kurtulması gerekmektedir. Mezhepler arasındaki görüş farklılıklarının birbirlerini tekfir amaçlı değil fikir zenginliği olarak görmeleri ve zorbalığa bulaşmadan aklı çalıştırma yarışması yapmaları gerekmektedir. Farklı mezhep mensuplarının zaman zaman karşılıklı olarak ameli işlerde birbirlerinin hükümlerini rahatlıkla uygulayabilmelidirler. Pratik de yapılacak bu uygulamalar İslam kardeşliği adına yapılmalıdır. Bu durum Müslüman’ın, mezhebini değil dinini öncelediğinin göstergesi olacaktır. Dolayısıyla ümmet arasında doğan ihtilafların azaba değil rahmete dönüşmesine katkı sağlayacaktır.
Fehmi YAĞLI
اختلف ve فارق fiillerinin Arap dilinde ki yerini iyi irdelemenizi tavsiye ediyorum. Bu fiiller Türk dilinde ki güncel kullanımı ile örtüşmemektedir. Burada ki olayın ihtilaf diye nitelendirilmesinin doğru bir yaklaşım olmadigi kanaatindeyim. Taassup çatısı altında değerlendirmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır.