islami haberdini haberortadoğu haberleriislam coğrafyası
DOLAR
34,4889
EURO
36,2751
ALTIN
2.961,54
BIST
9.367,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Parçalı Bulutlu
18°C
İstanbul
18°C
Parçalı Bulutlu
Cuma Yağmurlu
18°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
8°C
Pazar Çok Bulutlu
10°C
Pazartesi Parçalı Bulutlu
10°C

UYARI-YORUM!

UYARI-YORUM!
25 Temmuz 2023 11:00
A+
A-

Bâtıl Batı’da nicedir sürdürülen ve besbelli ki, giderek yaygınlaşacak olan “mubârek Kur’ân’ı devlet gözetiminde ve koruması altında kamusal alanda yakmak” eylemi, aslında ve özünde Muslimanları had sahfada tepki verdirtmeye yönelik bir “ağır tahrik ve kışkırtma harekâtı”dır.

Ama korkarım ki, mubârek Kur’ân’dan Ebedî ve Ezelî olan Mutlak ve Nihâî Hakîkat doğrultusunda yaşamak için olmazsa-olmaz hayat rehberi olarak alabildiğine yararlanmayı nicedir ihmâl etmiş olan Musliman çoğunluk, tâbir-i âmiyâne ile “gaza gelip” nefsinin kölesi durumuna düşecek ve eline geçen ilk fırsatta fiilî şiddet dolu birtakım eylemlerle tepki verecektir.

Bâtıl Batı’nın hükümrân gücü olan o mel’ûn Firâvun Sistemi’nin istediği tam da budur işte!

“Baaaak!” diye haykıracak avâzı çıktığı kadar mel’ûn firavunlar ve yardakçıları, “İşte İslâm bu! Demokratik hakların en önemlisi olan fikir beyân etme özgürlüğüne bile kanlarının son damlasına kadar karşı bunlar! İşlerine gelmeyen, hoşlarına gitmeyen bir fikri üstelik de devlet gözetiminde ve koruması altında kamusal alanda bir eylem olarak sergilemeye kalkanı kıtır kıtır kesmeye hazırlar! Üstelik, böyle azgın bir şiddet ortaya koymayı meşrû gören bu dinin mensuplarının sayısı bizim medeniyet alanımızda akıllara durgunluk verecek bir hızla yaygınlaşıyor! Bu gidişle pek yakında hatırı sayılır bir çoğunluk elde edecekler! İşte o zaman elvedâ gözümüzün bebeği gibi koruduğumuz o demokratik özgürlüklerin her türlüsüne! Ne duruyorsunuz, haydi kalkın ve onları her yolla engelleyin! Engellemekle de kalmayın, onları bir an önce hayatımızın dışına atın, kovun!”

Bakın mubârek Kur’ân nasıl uyarmış Mü’min/Mü’mine Muslimanları 1500 sene öncesinden mubârek eş-Şu’arâ sûresinin 53. ilâ 58. âyet-i kerîmelerinde:

Bismillahirrahmânirrahîm… Dönemin firavunu, kendisine bağlı olan şehirlere, insanları yerleşmiş oldukları yerlerden, evlerinden çıkartıp bir meydana toplayan görevliler gönderdi. Bu görevliler şehirlerin halkını meydanlara topladıktan sonra şöyle bir bildiriyle seslendiler onlara: “Şu kesin bir gerçek ki, Mûsâ’nın toplumu yırtık-pırtık bir paçavraymışçasına genelden ayrı duran az sayıda insandan meydana gelen küçük bir topluluk! Ve andolsun, şu kesin bir gerçek ki onlar, bize karşı şiddetli bir öfke sergiliyorlar! Ve andolsun, şu kesin bir gerçek ki biz, bu gibi korku veren şeylerden sakınan bir cemiyetiz! İşte bu yüzdendir ki, Mûsâ’nın toplumunu yerleşmiş oldukları altındaki toprağı gizleyecek kadar sık ağaçlıklı bahçelerden ve pınar başlarından kovduk ve sahip oldukları hazînelerden ve işgâl ettikleri itibârı yüksek konumlardan, makamlardan uzaklaştırdık!”

Büyük İslâm peygamberi Hz. Mûsâ’ın (AS) toplumu, onun bildirmiş olduğu Hakk ve Hakîkat’e îman etmiş olan Benî İsrâ’îl Muslimanları’dır.

(Bilvesîle, mubârek Kur’ân’ı hâlâ “tarihselci” bir anlayışla okumaya inatla ısrâr eden kardeşlerimize bir “ibret selâmı” daha çakalım!)

Her şeye, Ebedî ve Ezelî olan Mutlak ve Nihâî Hakîkat doğrultusunda bir ölçü ve kural koyan mubârek Kur’ân, Ehl-i Kur’ân Mü’min/Mü’mine Muslimanlar olarak şeytânların, yâni Hakk ve Hakîkat’in üstün gelinmesi asla mümkün olmayan gücüne karşı bir başarı elde edebilmekten kesinlikle ümidini kesmek durumunda kalmış olan İblîs’in operasyonel güç ve yöntem olarak kullandığı ve kişinin Hakk ve Hakîkat’in bildirdiklerinden sıyrılıp derin bir kuyuya düşercesine uzaklaşmasına yol açan içsel dürtülerin hepsini tetikleyip harekete geçiren kişilerin, güçlerin ya da kurumların kışkırtmalarına kendimizi kaptırmamıza asla izin vermez!

ALLAH’ımız, celle şânuhu, mubârek TâHâ sûresinin 44. âyet-i kerîmesinde, kendini “en yüce Rabb” hattâ “ilâh” olarak tanımlayacak kadar haddini aşan, bu bağlamda İblîs’ten bile bin beter olan dönemin firavununa büyük İslâm peygamberi Hz. Mûsâ’yı (AS) kardeşi Hz. Hârûn (AS) ile birlikte gönderdiği zaman, şöyle buyurur:

Bismillahirrahmânirrahîm… Ona yumuşak bir söz söyleyin ki, tezekkür etsin, yâni bu tavrınızı zihninde her an diri tutarak hatırlasın ve üzerinde onu mânen ve zihnen bulunduğu yerden alıp, daha ileri bir konuma ulaştıran bir ders çıkartabilmek üzere düşünsün ya da haşyet duysun, yâni yalnızca ALLAH karşısında duyulması gereken ve ALLAH’ın sınırsız kudretini ve azametini hakkıyla kavramış olmaktan kaynaklanan saygı ve hayranlık dolu çok büyük bir korkuyla korksun!

O “yumuşak söz”ün [قَوْلًا لَيِّنًا] ne olduğunu ALLAH’ımız, celle şânuhu, bize bildirmez; zira değişen şartlara göre o söz de değişecektir besbelli. Önemli olan o sözün “yumuşak” olması ve öyle söylenmesidir.

Nefsimize kalsa, azgın zâlim firavunlara asla “yumuşak bir söz”ü “yumuşak” bir tavırda söylemek istemeyiz, hattâ söylemeyi doğru bulmayız ve de uygun görmeyiz! Hangi dönemde yaşıyor olurlarsa olsunlar, firavunların azgınlıklarına mümkün olan en sert ve de keskin tavırla karşı koymak sanki daha doğru ve daha etkin bir davranışmış gibi gelir çoğumuza!

Ama…

Firavunun bizden beklediği tam da budur! Zira böylece bizi en ağır cezaya çarptırabilmesi için yeterli gerekçeyi vermiş oluruz hem ona, hem de yandaşlarına ve destekçilerine!

ALLAH’ımızın, celle şânuhu, mubârek Kur’ân’da bildirdiği tavrı ve tutumu göstermek yerine, nefsimize uyup kafamıza göre takılırsak eğer, bunun sonuçlarına da biz katlanmak zorunda kalırız. Sonuç olarak firavun amacına-hedefine ulaşmış olur!

Genellikle “umulur ki” diye meâllendirilen le’alle ifâdesi aslında “ki, öyle olsun!” demektir! ALLAH’ımızın, celle şânuhu, bize verdiği bir emrin “umulur ki”, yâni “belki de öyle davranmayabilir” muğlaklığında olması asla söz konusu değildir, olamaz! ALLAH’ımız, celle şânuhu, verdiği emirlere uyma kararlılığını büyük bir ciddîyet ve samîmîyetle ortaya koyan Mü’min/Mü’mine Musliman kullarını asla ikircikli bir durumda bırakmaz!

Firavunlar Mü’min/Mü’mine Muslimanların bu hiç beklemedikleri tavırları karşısında daima şaşıracaklar ve bu şaşkınlık, mubârek âyet-i kerîmenin hükmü gereğince onların tezekkür etmelerine, yâni Mü’min/Mü’mine Muslimanların bu tavrını zihinlerinde her an diri tutarak hatırlamalarına ve üzerinde onları mânen ve zihnen bulundukları yerden alıp, daha ileri bir konuma ulaştıran bir ders çıkartabilmek üzere düşünmelerine ya da haşyet duymalarına, yâni yalnızca ALLAH karşısında duyulması gereken ve ALLAH’ın sınırsız kudretini ve azametini hakkıyla kavramış olmaktan kaynaklanan saygı ve hayranlık dolu çok büyük bir korkuyla korkmalarına yol açacaktır! Bu kesindir!

O halde…

Gelin, Ehl-i Kur’ân Mü’min/Mü’mine Muslimanlar olarak hep birlikte düşünüp istişâre edelim ve günümüzün Bâtıl Batı firavunlarına söylememiz gereken “yumuşak söz”ün ne olduğuna, ne olması gerektiğine hep birlikte karar verelim!

Sonra da bu kararımızı yine hep birlikte, “Rabbimiz, biz Senin bildirdiğin tavır ve tutumu olanca ciddîyetimiz ve samîmîyetimizle ortaya koyuyoruz! Hüküm Senindir, âkıbet Senindir; yalnız Sana tevekkül ediyoruz! Lâ havle ve lâ kuvvete illâ bi’llâhi’l-‘aliyyi’l-âzîm” duâsında bulunmayı ihmâl etmeyerek uygulayalım!

Bu fakîrin üzerine düşen, Mü’min/Mü’mine Musliman kardeşlerini mubârek Kur’ân’ın bildirdiğiyle uyarmaktır!

 

 

ETİKETLER: Manşet
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.