Arapça bir kelime olan akıl, İbn Manzur Lisanu’l-Arab akıl maddesinde; anlamak, bilmek anlamlarının yanında çelme takıp düşürmek, önlemek, diyet ödemek, sığınmak ve korunmak anlamlarına da gelir. Aklın bir çok eylemi arasında anlamak, düşünmek, bağ kurmak, bağ kurulanlar arasında da bir karar vermek işlerliği de vardır.
İmam Maturidi“Göz görmek için kulak işitmek içindir. Akıl da düşünmek içindir. Düşünmek dinen sorumluluktur” diyor. Buradan hareketle, Allah’ın hesaba çekeceği akıllardır desek yeridir. Aklın kullanılıp kullanılmadığı, sorgulamanın bir konusu olduğunu Kur’an’dan öğreniyoruz. Akıl düşmanlığı, düşünme düşmanlığı sorumluluktan kaçmaktır. Allah “Yer yüzündeki canlıların en kötüsü akletmeyenlerdir.”(Enfal 22) diyor.
Allah Adem’e esmayı öğrettiğinde; insana kavram türetmek ve bu türettiği kavramlarla bağ kurarak düşünmeyi de öğretti. İmam Maturidi “Düşünmemeyi telkin eden her his şeytanın işidir” diyor. Kim düşünmemeyi telkin ediyor, aklı hakir görüyor ise Kur’an’ın ifade ettiği gibi görünen şeytanlardandır. Aklınızı kullanmadığınızda, bir başkasının sizi kullanması ve perişan olmanız kaçınılmazdır.
“Allah pisliği akıllarını kullanmayanların üzerine yağdırır.” ( Yunus 100)
Müslümanların akıllıları genellikle kolektif toplulukların oluşturduğu enerji alanlarında kontrol ediliyor. Burada daimi olarak olayların taktir edilmişliği, sabredilmesi gerektiği, aktif bir akılla itiraz etmelerin, ilahi bir taktire itiraz etme anlamına geldiği telkin edilerek; pasif bir akıl istenilir.Akıl dışlanarak, olayları sulh’a ulaştırmada adalet üzerinde akılla özne olma niteliği kaybedilir. Düşünme ve sorgulama bir gayrete ve onun ulaştırdığı bir bilgiye dayanmadığında, ortaya çıkan sonuç da bir tornadan çıkmış gibi ayniliktir.
“Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.(İsra 36)
Bilginin özü itibari ile üretkenliğini körelten tekrarlar,bilgiyi önemseyen cenahtan bilgiye vurulabilecek ayrı bir darbedir. Bilgide de miras yedi bir millet olmaktan çıkmadıkça, bilginin itibarsızlaştırıldığı, aklın itibarsızlaştırıldığı alanların açılması kaçınılmazdır. Bu eksenden baktığımızda “İslam bilinmez yaşanır” sözü İslam”a yapılmış en büyük iftiralardan biridir. Bilmediğiniz bir şeyi inanç olarak kabul etmeniz, sizi sadece sürekli ikileme düşüren davranışlarla karşı karşıya bırakır. O halde ilk oku emrinin temel mesajlarından biri de iman ettiğiniz şeyi bir bilgiyle içselleştirerek bilmek zorundasınız.
Bilginin itibarsızlaştırıldığı, aklın itibarsızlaştırıldığı bir dönemden geçiyoruz. İslam bilinmez yaşanır sözleri akıllara galebe çaldı. Bilinmeyen şey nasıl yaşanır? Bilmeyerek yaşadığınız şey, nasıl inancınızı oluşturur? Oysa bildiğiniz kadar İslam”ı doğru kavrayabilirsiniz.Bildiğiniz kadar evrensel, insani, vicdani temel ilkelere ulaşabilirsiniz. Yaratılanlarla ilgili okumaya başlamak, insanın doğası gereği ilk okuma biçimidir. Bu okuma biçimi düşünmeye, düşünce ilişki kurmaya ve doğru bir sonuca taşımaya götürür. “Aklı olmayanın dini yoktur”diyen Hz peygamberin ümmetinin kolektif bir akıl tutulması yaşıyor olması utanç vericidir. Bunun nedeni tutulan akılların bağlılıklarının vahiyden özgürleşmesi, vahiy dışı bağımlılıklarının artmasıdır.Bu bir tercihle akıl kullanma biçimidir. Bu akıl kullanma biçimini de Kur’an eleştirir. Bu yüzden kolektif akıl tutulmaları adeta beslenircesine tüm İslam dünyasına yayılmış, islam topluluklarını pasivize etmiştir. Vahiy ile dirilmeyen akıl vahiysiz ölür.
“Yer yüzünde canlıların en kötüsü akletmeyenler dir”ayeti maalesef Müslümanların durumunu tarif ediyor. İman bireyselse, akıl bu bireyselliğin sorumluluğunun başıdır. Bireysel bir akılı kullanmak; bireysel imanı zorunlu kılar. Bireysel imanlar; toplumsal şuursuz kolektif akıl tutulmalarına karşı en güçlü panzehirdir. Resullerin toplumlarına getirdiği iman hakikatleri de bireysel bir imanın uzantısıdır.
Bildiğiniz kadar kavradığınız İslam”ı yaşayabilirsiniz.Bilgide bir yanlışlığı tespit etmek içinde bilmek gerekiyor. Bilginin çürümesine neden olan zan ile hareket edilmemesi gerektiğini Kur’an söyler. “Ellerinde bir belgemi, delil mi, bilgi mi var?” der. Bilgi, yaşamsal bir önem taşır. Bunun için Kur’an’a göre insan önce bilir sonra inanır. Bilmeden inanamazsınız. İmanınızı taklidi bir zan üzerine kuramazsınız.
“Bedeviler inandık dediler. De ki; siz iman etmediniz, boyun eğdiniz. İman henüz kalplerinize girmedi…(huzurat14)
Müslümanların yaşadığı kader midir? Her yerde insan hakları ihlalleri, kan, göz yaşı taktir edilmiş bir kader mi? Ya sizin dininizde bir problem vardır yada sizde bir problem vardır dense bu çelişkileri nasıl ifade edeceğiz?İşin gerçeği biz Kurana yüz çevirdik. Bundan ötürü de tefrikaya düştük. Gücünüz gider, devletiniz kaybolur diye uyarırken bizi Kur’an; Kur’an’ın tavsiyelerini değil başka tavsiyeleri tuttuk.Dilimizde Kur’an, amelimizde başka şey var. Bu halimizi Kur’an tarif ediyor. Ama o tarifi kendi nefsimize yediremiyoruz. Kur’an’ın hiç bir tehdidini üzerimize almıyoruz. Bu tehditlerin hep başkası için olduğunu söylüyoruz. Peki neden izzet değil de zilletteyiz?
Yaptıklarımız, tercihlerimiz, yaşamımızı ikame edişimiz, Allah’ın önerdiği duruş ve mücadele çizgisinde olsaydı, Rahman olan Allah bize bu zulmü reva görür müydü? Allah adil değil mi? Allah müminlerin dostu, velisi olduğunu söylemiyor muydu? Allah ben kuluma zulmetmem demiyor muydu? “Yoksa siz Allah’a dininizi mi öğretiyorsunuz?” uyarısını da mı görmezden geleceğiz? Başka aidiyet duruşlarımız neden bizi Kur’ana yüz çevirir hale getiriyor? Bize sorulsa “ Hayır biz bu aidiyetlerimizle beraber Kur’andan asla yüz çevirmedik” diyoruz. Peki sonuç neden bizim Aleyhimizde? Biz mi Allah”ı terk ettik yoksa Allah mı bizi terk etti?Din anlayışları insanları birleştirmiyor tam tersine kin ve nefreti arttıran parçalayıcı bir sürece taşıyor. Düşmanın Müslümanlara karşı uyguladığı en etkili silah da budur.
Başımıza gelenlerin kendi tercihlerimizden dolayı olduğu gerçeğini Kur’an haber verdiği halde, Kur an’ın uyarılarını dikkate almadan bu tercihlere bağımlılığımız bizi param parça yapmadı mı?
Sorunları çözmek için birlikte düşünmeyi, bu birliktelikle sinerjinin oluşması için oluşan vahyi dişi mutlak bağımlılıkları gözden geçirmek zorunda değil miyiz? Kur’an Allah’a saygı duymayı davet eder. Allah’a saygı; vahyin karşısında, vahyin dışındaki bilgiye, vahyi ile galebe çalmaktır.
Ömer Hayyam’ın şu dörtlüğü günümüz Müslüman tiplemesinin tarihsel bir transferle sürdürüldüğü gerçeğini maalesef ortaya koymaktadır;
Bir elde kadeh bir elde Kur’an
Bir helaldir işimiz bir haram
Şu yarım yamalak dünyada
Ne kafiriz ne Tam Müslüman
Selam ve Dua ile…
Gelişen Olaylara İslami Bakışın Adresi