Akşam geç başlayan polis sorgusu gece saat 02.30 gibi tamamlandı. İnanılır gibi değil, 8 gündür nezarethanedeyim ve sorgum bile gecenin ileri saatlerine bırakılıyor. Ne murat ettiklerini bilmesem de artık hiçbir şey hayatın olağan akışına uygun seyretmediğinin farkındaydım.
Çok sonraları bütün bunların fiziken ve zihnen beni yorarak çelişkili ifadeler almak ve bu yolla kumpası başarıya ulaştırmak amacına matuf bir uygulama olduğunu öğrendim.
Bir polis, sorgu tutanaklarını sabah terör savcısına sunacağını, beni de Adliye’ye sevk edeceklerini söyledi. Beni nezarethaneye kilitleyip ayrıldılar.
Dinlenmek Ne Mümkün!
Kendimi oldukça yorgun hissediyorum. Sabah savcı ve hâkim karşısına çıkacağım için dinç olmam ve iyi dinlenmem gerektiğini düşünerek uyumaya çalıştım. Sabah yakındı. Ancak ne kadar kaçınmaya çalışsam da polis sorgusunu zihnimden bir türlü atamıyorum. Adeta şoktayım.
Üniversitede disiplin soruşturması geçirerek ceza almış ve rektörlük seçimleri vesilesiyle bize aşırı muhalif olmuş kişileri Emniyet Müdürlüğüne toplayıp tanıklıklarına başvurmuşlar.
Üstelik hepsi de bana neden husumet duyduklarını açıkça anlatmış. Yani hukuk teorilerine göre tanık sıfatını haiz olmayan ve tanıklıklarına güvenilmeyecek şahsılarla sözde soruşturma yürütmüşlerdi!
Bunlardan başka kimse mi yok? Maksatları gerçeğin ortaya çıkması olsaydı yüzlerce kişi lehimde tanıklık yapmak için Uşak Emniyet Müdürlüğüne koşardı.
Nitekim sonradan öğrendiğime göre, yaptıkları yoklamalar neticesinde aleyhimde bilgi alamayacaklarını anladıkları kişilerin tanıklıklarına başvurmaktan vazgeçmişler!
Görevi hakikati araştırmak, sahih deliller ve tanıklar bulmak olan Emniyet Müdürlüğü nasıl kastı mahsusa ile tanık seçebilir? Bu nasıl bir tertip? Zihnimde bir sürü soru köşe kapmaca oynuyor.
Ama yine de hangi insan evladı böyle dar bir günde ve kritik bir konuda iftira atabilir? Atamaz elbet! Ama neydi o bir dolar kurgusu? Böyle bir iftirayı beş vakit namazında niyazında olan, defalarca hacca/umreye gitmiş, ben Nakşiyim diyen ve oğlunun ismini Zikreddin koyan birisi nasıl atabilir?
Ya nitelikli bir Arkeoloji Bölümü kurup Uşak’ın yer altı değerlerini gün yüzüne çıkarma gayesiyle, Kültür Bakanlığı himayesinde başladığımız ve bütün Uşak’ın heyecanla bilip izlediği projeleri hayata geçiren bir rektör olarak, tarihi eser kaçakçısı iftirasına maruz kalmaya ne demeli?
Müfteri ise kendisine kefil olup üniversitemize gelmesine vesile olan yakın arkadaşına başta olmak üzere birçok kişiye saldırıp darp eden sözde milli bir boksör!
Bu ve benzeri ifadelerin iftira olduğunu bile bile kayıtlara geçirip ardına düşmeyen emniyet amirlerine ve savcılara ne demeli. Olabilir mi böyle bir vurdumduymazlık.
Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devletinde güvenliğin ve adaletin tesisi için görev yapması gereken bu kamu görevlileri bizzat zulmün kaynağı nasıl olabilir? Burası aşiret devleti mi? Bu çürük elmalar hangi akla hizmet devleti bu kadar hafife alabiliyorlar. FETÖ ile mücadeleyi nasıl rahatlıkla sulandırabiliyorlar? Merhum Sakıp SABANCI’nın deyimiyle “Vahhh vahh memleketime vahhh.”
Ben nasıl bir katakulliye maruz kaldım. İnanamıyordum…
Sabah adliyeye gideceğim. Dinlenmek istiyorum ama kafamdaki bu sorularla uyumak ne mümkün. Maruz kaldığım iftiralar zihnimden film şeridi gibi geçiyor. Beynimde şimşekler çakıyor.
Nereden çıktı bu insan kılıklı canavarlar? Ben mümin kardeşimdir diye bunlarla mı çalıştım? Kafayı kırmak işten değil! Allah’ım sen aklıma mukayyet ol.
Deli Suyu İçmiş Kamu Görevlileri
FETÖ’nün FETÖ olmadan önceki döneme ait olmak üzere “Terör örgütünün falan etkinliklerine katılmışsın, filan kişilerle telefonla görüşmüşsün” diye bir soru sorulabilir mi? Bu şaka mı? Siz kafayı mı yediniz? Deli suyu mu içtiniz hepiniz?
Cevabı kendi içinde saklı olan bütün bu eften püften soruları sormak için bir rektörü şafak baskını ile gözaltına almak ve 8 gün demir parmaklıklar arasında hapsetmek nasıl mümkün olabiliyor? Şaşırmış bir vaziyetteyim. Hiçbir mantıklı izahım yok, anlayamıyorum. Soru üstüne sorular beynimi kemiriyor.
Artık olan oldu. Daha ne olacak? Ötesi var mı bunun? Olsa olsa ismimi yıpratmak için bu çılgınlığı yapmış olabileceklerine ve artık bu oyunu daha fazla sürdüremeyeceklerine kani olarak uyuyorum.
Sabahın erken saatlerinde paslı demir gürültüsüyle uyandım. Nöbetçi polis önce hastaneye arkasından da Adliye’ye götürüleceğimi söyleyerek hemen hazırlanmamı söyledi.
Doktor Kontrolü
Nezarethanede kalanlarla birlikte güya fark edilmememiz için sivil bir minibüse bindirilmiştik. Yine güya gizlice Araştırma Hastanesinin yan kapısından girecektik. Ama hepsi bir tiyatronun parçası olduğunu, hastanenin yan kapısına yaklaşırken, ellerinde kameralarla basın mensuplarını görünce, anladım.
Onlar görevini yapacak ve görüntülerimiz eşliğinde “Rektör Sait Çelik ve diğer şüpheliler adliyeye sevk edildi.” haberini kamuoyuna arz edeceklerdi. Kumpas ekibi alışık olduğu FETÖ usulü soruşturmaların vazgeçilmez ritüeli olan algı çalışmasının bir rüknü icra ediliyordu.
Aynı şeyi FETÖ’cü bahanesiyle Ali Galip Hoca’yı tutukladıklarında da yapmışlar. Hoca, doktor kontrolü çıkışı bir gazeteci ordusunun kendilerini beklediğini görünce kelepçeli ellerini havaya kaldırarak “Günü geldiğinde bu kelepçeleri takana bu kelepçeler takılacak” diye bağırıyor.
O gün bütün kameralar bunu çekiyor. Ancak hiçbir haber ajansında bu sözler yer almıyor. Zira Ali Galip Hoca’nın FETÖ’cü olmadığını ve sırf rektöre kumpas kuruldu diye makaleler yazdığı için Başsavcının kastı mahsusa ile tutuklandığını cümle âlem bilmektedir.
FETÖ’ ile en ufak bir bağı olsaydı “FETÖ’cü akademisyen Başsavcıyı tehdit etti” diye tüm televizyonlarda bangır bangır haber yaparlardı. Kameralar önünde konuşan birçok FETÖ’cüyü haber yapmamışlar mıydı? Peki, bunu niye yapmadılar? İbretlik değil mi?
Her gün hiç ıskalamadan yapılan şey ise sözde doktor kontrolü:
-Darp var mı?
-Yok.
Şark zihin geriliğinin makûs çalışma yöntemi “mış” gibi yapmak… Görevi kötüye kullanma, ihmal ve usulsüzlük başta olmak üzere her şeyi kâğıt üzerinde mevzuata uygun hale getirme sanatı yani!
Soğukta Nezarethane İşkencesi
Polis, doktor raporunu cebine koydu. Sivil minibüsle ver elini adliye! Saat 9 gibi Adliye’nin bodrum katındaki kalorifer tesisatının bulunmadığı soğuk bir hücreye getirilip kilit altına alındım!
Her an savcı çağırabilir veya mahkemeye çıkılabilir düşüncesiyle bu soğuk mekânda üşüyerek saatlerce bekletildim.
Öğleden sonra avukatım geldi ve Uşak milletvekilleri ile Sivil Toplum Kuruluşlarının benim masum olduğuma inandıklarını ve bu olaya komplo dediklerini aktardı. Sağ olsunlar, FETÖ ile mücadeleyi kimsenin fırsata çevirmeye hakkının olmadığını ve adaletin tecelli edeceğine inandıklarını ifade etmişler.
Artık sıkıntıların biteceğini, uyduruk gerekçelerle daha fazla tutamayacaklarını düşünüyordum.
Bir süre sonra savcı, gözaltına alınanları peyderpey serbest bırakmaya başladı. Önce Genel Sekreter Yardımcım arkasından da iki doçent arkadaşın arka arkaya serbest kaldığını gördüm.
Yine bir süre sonra, FETÖ’nün Uşak’taki Hukukçular Derneği Başkanlığını yapan Avukat Hakan DURU serbest bırakıldı. DURU, emniyette ifade vermemiş yani susma hakkını kullanmıştı. Adliye’ye sevk edildikten sonra Terör Savcısı Bahadır SAKAOĞLU tarafından ifadesi alınarak serbest bırakıldı(ki bu şahıs SAKAOĞLU’nun Uşak’tan tayini çıktıktan sonra tekrar gözaltına alınarak tutuklandı).
Doğal olarak beni de tutuksuz yargılayacaklar diye düşündüm. Hakan DURU bile serbest kaldığına göre beni hayli hayli serbest bırakırlar diye aklımdan geçirdim. Bu düşüncelerle akşama kadar bu soğuk hücrede sıranın bana geleceği umuduyla bekledim.
Akşamüzeri avukatım tekrar gelerek savcının, beni tutuklanma istemiyle Sulh Ceza Hâkimliğine sevk ettiğini söyledi. Avukat arkadaşlarından duyduğu kadarıyla 1. Sulh Ceza Hâkiminin, savcının taleplerine uyduğunu dolayısıyla tutuklama çıkarsa bu durumda 2. Sulh Ceza Hâkimine itiraz edeceğini söyledi.
Tabi bu süreçlerin ne anlama geldiğini ben henüz bilmiyorum. Ama artık savcının beni çağırmayacağını sadece sulh ceza hâkimi karşısına çıkacağımı öğrenmiş oldum.
Haftaya devam edeceğim inşallah.